Tek çıkış yolu: Content!
01 ŞUBAT 2013
Bilhassa İngilizce yazdım. Türkçesi (içerik) tam olarak vermiyor manayı… “Content” belki biraz da kelime melodisiyle “consept”i çağrıştırdığı ve “strateji”yi hatırlattığı için olsa gerek, içerik’ten daha “manalı” geliyor…Bugün özellikle yazılı basının “Her PR haberine atlamayız, her seyahate gitmeyiz, reklam vermeyenlere destek olmayız, alakasız davetlere katılmayız” tavrının nerelerden kaynaklandığını bu sütunlarda zaman zaman tartıştık. Bugün bir kez de iğne – çuvaldız muhabbeti yapalım; bugüne nerelerden geldiğimizi hatırlayalım istedim.Biraz eski bir hikâye ancak “bilinç kirlenmesine”, “itibarsız ilişkilere” doğru nasıl ilerlendiğini gayet iyi anlatıyor.Bizzat etkinliğe katılanlardan dinledim. Yani birinci elden…Levent civarındaki bir büyük alış veriş merkezi (AVM), orada alışveriş yapanlar arasında bir çekiliş yapıyor. Kazananları Lost dizisinin çekildiği yerlere götüreceğini söylüyor.10 kişi kazanıyor sözüm ona çekilişi (!). “Sözümona”, çünkü 10 kişinin 5’i kadın 5’i erkek. Hepsi seçmece, uygun… “Mütenasip”, eski dilde… “Mevzun” konumlanmada… 2 de gazeteci davet ediyorlar. Niye? Bilinmiyor. Lost’un numaralarını göstermek için herhalde. (Çünkü arkadaşlar doğal olarak döndükten sonra sadece gittikleri yerleri yazmışlar, AVM’nin üstün performansını değil.)Seyahatte kendilerine PR ajansının orta yaşlardaki bayan sahibi ve genç sevgilisi eşlik etmiş. Katılımcıların yalancısıyız, ajans sahibi Honolulu’ya kadar süren 36 saatlik yolculuk boyunca sadece sevgilisiyle ilgilenmiş, konuklarla değil. Zaten seyahate AVM’den de kimse katılmamış.Lost dizisi ile yakından ilgilenenler dizinin Oahu adasının Mokulē'ia sahilinde ve içinde tesis falan olmayan gözlerden uzak mekânlarında çekilmiş olduğunu bilirler. Oysa bizimkiler 5 gün Honolulu’da kalmışlar aslanlar gibi. Bir güzel eğlenmişler. Bizim kumrular da kendi başlarına sık sık ortadan kaybolup hayatın tadını çıkarmışlar.Sonra bir akşam müthiş bir sürpriz!Plajda nefis bir düğün organizasyonu… En şahanesinden. Peki, kim evleniyor dersiniz? PR şirketinin sahibesi hanımefendi ile genç sevgilisi. Ne “otantik” değil mi?Her güzelliğin sonu olduğu gibi bu seyahatin de sonu bir gün gelmiş, dönüşe geçmişler. Ancak o da ne? Bizim çift Los Angeles’da konuklarıyla vedalaşmış; “Biz ABD’de kalıyoruz. Buraya yerleşeceğiz!”…Nasıl?Şahane değil mi. Ayrıca acayip romantik de. Patroniçe PR ajansını kapatmışmış oysa. Başından belliymiş ülkeye dönmeyip ABD’ye iltica edecekleri.“Nasıl yani! Şaka gibi”, diyebilirsiniz. “El insaf! Bu kadar da olmaz ki!” diyebilirsiniz.Haklısınız. Ben de inanmakta güçlü çektim. Ancak yaşananlar gerçeğin bizatihi kendisi…Bu durumu bütüne yayamayız. İşini aslanlar gibi yapan, oluşturdukları strateji ve uygulamalarla gerçek haber değeri oluşturan ve medyanın herhangi bir “reklam bağlantısı” olmadan, “medyacı” iletişim uzmanı arkadaşların “Allah rızası için, n’olur gelin, beni seviyorsanız katılın!” şeklinde dil dökmelerine gerek bıraktırmayacak “content”te medya ilişkileri yürüten çok sayıda PR ajansımız var. Ancak akılda onlar kalmıyor, ne yazık ki. “İtibar kuşu”nun telgraf tellerinden uçup gitmesine neden olan “arıza ilişkiler” kalıyor akıllarda.Hadi yukarıdaki olay iki yıl önce cereyan etmiş. Daha geçen hafta bana bir PR ajansı sahibi geldi. Akıl sordu (Bizde varmış gibi). Medya ilişkilerinde çok şahaneymiş. Ancak para kazanamıyormuş bu işlerde. “Üzülme” dedim, her zamanki bilmiş, ille de ders vermeye odaklı, ukala tavrımla. “Üçü, beşi dışında hiçbir ajans doğru dürüst para kazanamıyor bu işlerde. Oysa PR kabuk değiştiriyor şu sıra. Bilgi ve katma değerli entelektüel boyut, ‘becerinin’, ‘medyada arkadaşı, akrabası olmanın’, ‘iş bitirici uyanıklığın’ yerini alacak yakında. Süreç bitince kazanacaklar büyük olasılıkla” dedim. Sonra sordum:- Kaç müşteriye hizmet veriyorsunuz?- 18- Kaç para aylık ortalama geliriniz?- 13 bin TL. Ama medya ile ilişkilerimiz çok iyi.Buyurun… Tükenmekte olan ilişki odaklı medya ilişkisi, “Haberinizi çıkartırım abi” hallerinin geldiği nokta. Bu rakamın çok fazlasını tek müşteriden alan en az altı-yedi PR ajansı vardır Türkiye’de.İletişim danışmanlığı ajansları çatı örgütü İDA’nın Başkanı sevgili Cem İlhan ve Yönetim Kurulu durumun farkındalar. 21 üye, şirketin elemanlarının katıldığı (ilk kez bizim sektörden 90 kişiyi böyle bir etkinlikte gördüm) bir toplantıda sektörün sorunlarından ve çözümlerden söz ettiler. Ümitlendik doğrusu…
Türkiye kitapta koşuyor, ya bizimkiler?
Türkçede özgün iletişim kitabı ne kadar azdır. Özgün derken kastımız şu: O bunu demiş; şu şöyle bir tespitte bulunmuş; beriki şunu demiş şeklindeki bilimsel (!) çalışmalar dışında, dibine kadar Türkiye’den örnekler, pratik uygulamalar, o uygulamalardan yola çıkarak bazı kurum ve kişilerin hatalarından çıkarılacak dersler, köklü araştırmalar (Bkz. Grunig, Porter, Caywood, Fonbrun vb) içeren sağlam başucu iletişim kitapları.
Ne kadar azdır Türkçede…
Bu nedenle Yrd. Doç. Dr. Fatoş Karahasan’ın dijital pazarlama üzerine yazdığı ve “kopyala yapıştır” olmayan kitabı daha da büyük önem taşıyor. Herkesin şu sosyal medya, dijital pazarlama, online PR, viral marketing vb. gibi konularda sınırsız ve sorumsuz görüşü var da; böyle bir ciddiyete bu alanda bugüne kadar rastladığımı söylesem abartmış olurum. Tebrikler sevgili Fatoş Hanım… İletişim uygulamalarının yıllardır çeşitli disiplinlerinde aktif görev almış ve de akademik dünyada sağlam adımlarla ilerlemiş olmanın bütün avantajını kullanmış ve ufuk açmış. (Taşlar Yerinden Oynarken Dijital Pazarlamanın Kuralları, Doğan Kitap)
Bizim sektördeki kitaplar konusunda hal böyleyken, Türkiye’nin genel anlamda kitap iklimi nasıl peki?
“Kimi kitaplar o kadar canlıdır ki, okumadığınız zaman değiştiğinden, bir ırmak gibi değişikliğe uğradığından korkarsınız” demiş Rus şair Maria Tsvetayeva. (1892 – 1944)
Şair, romancı ve Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı şapkasıyla da kitap dünyasının tam da merkezinden dünyaya bakan kardeşimiz Metin Celal, kitaba dair hem bu müthiş cümleyi aktarmış hem de yayıncılık sektörümüzün günümüzde geldiği yer hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayacak şu bilgiyi iletmiş:
“Unesco verilerine ve 2011 rakamları ile oluşturulan listeye göre Türkiye kitap başlığına göre 14’üncü sırada.”
Metin Celal’in başkanlığını yaptığı Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 15 Ocak 2013’de bazı gazetelerde açıklanan araştırmasına göre 2012’de toplam 480 milyon 257 bin 824 adet kitap üretildi. (Geçen yılla kıyaslandığında üretilen kitap adedinde yüzde 3 düşüş görülmüş, ancak bu göz ardı edilebilir bir farkmış).
2012 yılında ülkemizde kişi başına 6,4 kitap düşüyormuş.
Geçen yıl içinde 42 bin 626 çeşit (‘başlık’ diye ifade etmişler) kitap yayınlanmış ve bu kitapların konularına göre dağılımı da gayet ilginç sonuçlar vermiş:
Genel konular: 452 başlık, felsefe ve psikoloji: bin 137 başlık, din: 2 bin 726 başlık, toplum bilimleri: 14 bin 342 başlık, dil ve dil bilim: 504 başlık, doğa bilimleri ve matematik: 461 başlık, teknoloji ve uygulamalı bilimler: bin 954 başlık, güzel sanatlar: bin 270 başlık, edebiyat: 15 bin 34 başlık, coğrafya ve tarih: 2 bin 664 başlık, konusu belirtilmemiş: 2 bin 082 başlık.
Bu başlıklar göz önüne alındığında Türkiye’nin dünyada 14’üncü sırada yerini alması çok başarılı bir sonuç olarak değerlendiriliyor.
Kitaplara ilgisi olmayan iletişimciler var mıdır? Söylemesi ayıptır ama vardır. Çevremizde kitap okumamakla övünenlerimiz bile vardır. Oysa ki önümüzdeki yıllarda tüm sektörlerde ayrı ayrı uzmanlaşmayı gerektiren iletişim danışmanlığı mesleğinde yukarıda sıralanan başlıklardaki kitaplara, uzmanlık alanlarına göre bırakınız ilgiyi, “tutkusu” olmayanların işleri hayli zor olacak.
Sneider’in eşi Sneider’den şanslı
Bence Cimbom’a gelen Wesley Sneider’den çok eşi Yolanthe Cabau’nun zafer şansı var Türkiye’de. Eli kulağındadır; bir büyük marka kendisini bağlayıverir “renklerine”. Eğer TEB – Olgun Şimşek ilişkisinde görülen tutarsızlık yüzünden “çok başarılı bir başarısızlık” yakalanması (bilinirlik yüksek, konumlanma yerlerde) gibi bir talihsizliğe düşmezlerse Yolanthe yenge, markayı aslanlar gibi uçurur.PR değeri o kadar yüksek ki, her türlü “content”i kaldırır.Bildiğimiz kadarıyla yengemizin hâlâ bir bağlantısı yok. Zaman burada çok önemli bir faktör. “Hızlı balık yavaşları yutar” ve şu aşamada da: Atı alan Üsküdar’ı geçer… Onun için bütün reklamcılara, marka yönetici ve sahiplerine tüyo: Sneider’in eşi kocası gibi değil. Kocasının az da olsa başarısız olma şansı var. Yengemizin ise başarısız olma şansı sıfır. Bizden söylemesi, bir an önce bağlayın “renklerinize” Yolanthe Hanımı, kazanırsınız…
“Ecnebiler” için iyi olan, bize de ille iyi gelir mi?
Geçenlerde medyada yer aldı. “The Rules” adında bir kitap yayınlanmış. “Annenizin Kuralları değil: Flört İçin Yeni Sırlar” diyormuş alt başlıkta. Özellikle de sosyal medyada flört kurallarını anlatıyormuş. (İnternet sapıklarına ders gibi) Sanki flört kuralları, milletlerin kültür ve değerlerine, ortak ruhi şekillenmelerine göre değil, Hollywood’a, MTV’ye göre belirleniyor.5 Altın kuralın başlıkları şöyleymiş: 1. Mesajına anında cevap vermeyin 2. Online sohbette ilk teklifi reddedin 3. 12’den sonra attığı mesaja sessiz kalın 4. Facebook duvarına notlar bırakmayın 5. Sürekli ne yaptığınızı ve ruh halinizi yazmayın. Bu minval üzere devam ediyor taktikler.Buyurun buradan yakın… Yüzde 98’i Müslüman, yüzde 65’i muhafazakâr bir toplumda, tam sayfa “fingirdeme kuralları”… Sonra, niye tirajlar (ya da oylar) düşüyor.Bu “ortak ruhi şekillenme” meselesine örneğin Coca-Cola çok dikkat eder. “Yerel düşün, yerel hareket et”i başarıyla uygular. O nedenle de dünyanın bir numaralı markasıdır zaten.Sadece bir kere dili sürçmüştü. Çok fazla göstermeyip hemen kaldırmışlardı aslında. Ancak ben de o reklam filmini yakalamış ve derslerde konferanslarda, Coca-Cola’ya hakkını teslim ederken yine de gösterir ve sorarım: “Burada bizim değerlerimizle uyumlu olmayan ne var?” Genellikle hemen bilirler:İftar saati. Evin genç annesi dededen başlayarak herkesin bardağına Coca-Cola koyuyor. Çocuğa sıra gelince şişede Cola bitiyor. Anne kapağı alıp sepeti aşağıya, bakkala sallandırıyor. Yeni şişeyi yukarı çekiyor. Sonra çocuğun bardağına koyuyor… Pack-shot: “Şu kadar kapak getiren şu kadar şişe bedava…”Sorun ne? Çok basit! Bizde “Su küçüğün söz büyüğündür”. Çocuğa en son verilmez içecek yiyecek. En önce verilir. Peki, bu kadar basit bir şey atlanır mı? Atlanır. Yönetmen “bir miktar” ecnebiyse, demokratça bir dağıtım yaptırır, çocuk masanın sonuna doğru oturmuşsa, ona gelince sıra Cola biter… Biterse ne olur? Biterse nedenini bilmese de hedef kitlede bir soğuma oluşabilir. Ruhi şekillenme böyle bir şeydir. Bu kadar basit.O nedenle siz siz olun, “ecnebi” flört kurallarını uygulamadan iki kere düşünün.
Türkiye kitapta koşuyor, ya bizimkiler?
Türkçede özgün iletişim kitabı ne kadar azdır. Özgün derken kastımız şu: O bunu demiş; şu şöyle bir tespitte bulunmuş; beriki şunu demiş şeklindeki bilimsel (!) çalışmalar dışında, dibine kadar Türkiye’den örnekler, pratik uygulamalar, o uygulamalardan yola çıkarak bazı kurum ve kişilerin hatalarından çıkarılacak dersler, köklü araştırmalar (Bkz. Grunig, Porter, Caywood, Fonbrun vb) içeren sağlam başucu iletişim kitapları.
Ne kadar azdır Türkçede…
Bu nedenle Yrd. Doç. Dr. Fatoş Karahasan’ın dijital pazarlama üzerine yazdığı ve “kopyala yapıştır” olmayan kitabı daha da büyük önem taşıyor. Herkesin şu sosyal medya, dijital pazarlama, online PR, viral marketing vb. gibi konularda sınırsız ve sorumsuz görüşü var da; böyle bir ciddiyete bu alanda bugüne kadar rastladığımı söylesem abartmış olurum. Tebrikler sevgili Fatoş Hanım… İletişim uygulamalarının yıllardır çeşitli disiplinlerinde aktif görev almış ve de akademik dünyada sağlam adımlarla ilerlemiş olmanın bütün avantajını kullanmış ve ufuk açmış. (Taşlar Yerinden Oynarken Dijital Pazarlamanın Kuralları, Doğan Kitap)
Bizim sektördeki kitaplar konusunda hal böyleyken, Türkiye’nin genel anlamda kitap iklimi nasıl peki?
“Kimi kitaplar o kadar canlıdır ki, okumadığınız zaman değiştiğinden, bir ırmak gibi değişikliğe uğradığından korkarsınız” demiş Rus şair Maria Tsvetayeva. (1892 – 1944)
Şair, romancı ve Türkiye Yayıncılar Birliği Başkanı şapkasıyla da kitap dünyasının tam da merkezinden dünyaya bakan kardeşimiz Metin Celal, kitaba dair hem bu müthiş cümleyi aktarmış hem de yayıncılık sektörümüzün günümüzde geldiği yer hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayacak şu bilgiyi iletmiş:
“Unesco verilerine ve 2011 rakamları ile oluşturulan listeye göre Türkiye kitap başlığına göre 14’üncü sırada.”
Metin Celal’in başkanlığını yaptığı Türkiye Yayıncılar Birliği’nin 15 Ocak 2013’de bazı gazetelerde açıklanan araştırmasına göre 2012’de toplam 480 milyon 257 bin 824 adet kitap üretildi. (Geçen yılla kıyaslandığında üretilen kitap adedinde yüzde 3 düşüş görülmüş, ancak bu göz ardı edilebilir bir farkmış).
2012 yılında ülkemizde kişi başına 6,4 kitap düşüyormuş.
Geçen yıl içinde 42 bin 626 çeşit (‘başlık’ diye ifade etmişler) kitap yayınlanmış ve bu kitapların konularına göre dağılımı da gayet ilginç sonuçlar vermiş:
Genel konular: 452 başlık, felsefe ve psikoloji: bin 137 başlık, din: 2 bin 726 başlık, toplum bilimleri: 14 bin 342 başlık, dil ve dil bilim: 504 başlık, doğa bilimleri ve matematik: 461 başlık, teknoloji ve uygulamalı bilimler: bin 954 başlık, güzel sanatlar: bin 270 başlık, edebiyat: 15 bin 34 başlık, coğrafya ve tarih: 2 bin 664 başlık, konusu belirtilmemiş: 2 bin 082 başlık.
Bu başlıklar göz önüne alındığında Türkiye’nin dünyada 14’üncü sırada yerini alması çok başarılı bir sonuç olarak değerlendiriliyor.
Kitaplara ilgisi olmayan iletişimciler var mıdır? Söylemesi ayıptır ama vardır. Çevremizde kitap okumamakla övünenlerimiz bile vardır. Oysa ki önümüzdeki yıllarda tüm sektörlerde ayrı ayrı uzmanlaşmayı gerektiren iletişim danışmanlığı mesleğinde yukarıda sıralanan başlıklardaki kitaplara, uzmanlık alanlarına göre bırakınız ilgiyi, “tutkusu” olmayanların işleri hayli zor olacak.
Sneider’in eşi Sneider’den şanslı
Bence Cimbom’a gelen Wesley Sneider’den çok eşi Yolanthe Cabau’nun zafer şansı var Türkiye’de. Eli kulağındadır; bir büyük marka kendisini bağlayıverir “renklerine”. Eğer TEB – Olgun Şimşek ilişkisinde görülen tutarsızlık yüzünden “çok başarılı bir başarısızlık” yakalanması (bilinirlik yüksek, konumlanma yerlerde) gibi bir talihsizliğe düşmezlerse Yolanthe yenge, markayı aslanlar gibi uçurur.PR değeri o kadar yüksek ki, her türlü “content”i kaldırır.Bildiğimiz kadarıyla yengemizin hâlâ bir bağlantısı yok. Zaman burada çok önemli bir faktör. “Hızlı balık yavaşları yutar” ve şu aşamada da: Atı alan Üsküdar’ı geçer… Onun için bütün reklamcılara, marka yönetici ve sahiplerine tüyo: Sneider’in eşi kocası gibi değil. Kocasının az da olsa başarısız olma şansı var. Yengemizin ise başarısız olma şansı sıfır. Bizden söylemesi, bir an önce bağlayın “renklerinize” Yolanthe Hanımı, kazanırsınız…
“Ecnebiler” için iyi olan, bize de ille iyi gelir mi?
Geçenlerde medyada yer aldı. “The Rules” adında bir kitap yayınlanmış. “Annenizin Kuralları değil: Flört İçin Yeni Sırlar” diyormuş alt başlıkta. Özellikle de sosyal medyada flört kurallarını anlatıyormuş. (İnternet sapıklarına ders gibi) Sanki flört kuralları, milletlerin kültür ve değerlerine, ortak ruhi şekillenmelerine göre değil, Hollywood’a, MTV’ye göre belirleniyor.5 Altın kuralın başlıkları şöyleymiş: 1. Mesajına anında cevap vermeyin 2. Online sohbette ilk teklifi reddedin 3. 12’den sonra attığı mesaja sessiz kalın 4. Facebook duvarına notlar bırakmayın 5. Sürekli ne yaptığınızı ve ruh halinizi yazmayın. Bu minval üzere devam ediyor taktikler.Buyurun buradan yakın… Yüzde 98’i Müslüman, yüzde 65’i muhafazakâr bir toplumda, tam sayfa “fingirdeme kuralları”… Sonra, niye tirajlar (ya da oylar) düşüyor.Bu “ortak ruhi şekillenme” meselesine örneğin Coca-Cola çok dikkat eder. “Yerel düşün, yerel hareket et”i başarıyla uygular. O nedenle de dünyanın bir numaralı markasıdır zaten.Sadece bir kere dili sürçmüştü. Çok fazla göstermeyip hemen kaldırmışlardı aslında. Ancak ben de o reklam filmini yakalamış ve derslerde konferanslarda, Coca-Cola’ya hakkını teslim ederken yine de gösterir ve sorarım: “Burada bizim değerlerimizle uyumlu olmayan ne var?” Genellikle hemen bilirler:İftar saati. Evin genç annesi dededen başlayarak herkesin bardağına Coca-Cola koyuyor. Çocuğa sıra gelince şişede Cola bitiyor. Anne kapağı alıp sepeti aşağıya, bakkala sallandırıyor. Yeni şişeyi yukarı çekiyor. Sonra çocuğun bardağına koyuyor… Pack-shot: “Şu kadar kapak getiren şu kadar şişe bedava…”Sorun ne? Çok basit! Bizde “Su küçüğün söz büyüğündür”. Çocuğa en son verilmez içecek yiyecek. En önce verilir. Peki, bu kadar basit bir şey atlanır mı? Atlanır. Yönetmen “bir miktar” ecnebiyse, demokratça bir dağıtım yaptırır, çocuk masanın sonuna doğru oturmuşsa, ona gelince sıra Cola biter… Biterse ne olur? Biterse nedenini bilmese de hedef kitlede bir soğuma oluşabilir. Ruhi şekillenme böyle bir şeydir. Bu kadar basit.O nedenle siz siz olun, “ecnebi” flört kurallarını uygulamadan iki kere düşünün.