Yorulduğunuz olur mu hiç?..
13 AĞUSTOS 2010
Fiziki yorgunluğu kastetmiyorum… Sorunların üstünüze üstünüze gelip sizi iyice daralttığı durumlardaki yorgunluk…
İşte o zamanlarda yapacağınız işlerden biri kalkıp Bozcaada’ya gelip Akvaryum Otele yerleşmek olmalı…
İlk sabah kahvaltısında oraların sahibi Deniz Pak ve eşi Berna Hanım’a Akvaryum Otel’in hikâyesini anlattıracaksınız… Ruhunuza huzur gelecek…
***
Her şey yıllar yıllar önce iki üst düzey emniyet teşkilatı mensubu Kemal Pak Bey ve Gülsen Hanım’ın emeklilik sonrası Bozcaada’ya yerleşmesiyle başlamış. Kemal Bey Birleşmiş Milletler’den de emekli… Boğaz çocuğu… İri kıyım… Menderes’in korumalığını yapmış… Amerika’ya göreve giderken seyir halindeki transatlantiğin tepesinden okyanusa nasıl balıklama atladığının hikayesini bizzat kendisinden dinlemiştim…
Kemal Bey için zor olan bir şey yoktu… 80’lerini geçmişti. Hâlâ 15 – 20 yıl sonrasının stratejisini kurguluyordu… Ada’da in cin top oynarken doğru dürüst yol ve alt yapı yokken elinde avucunda ne varsa buralara yatırmıştı…
Herkesin “Aklını kaçırmış olmalı” dediği yerlerdeydi arsalar… Mermer Burnu’ndaki bu yer gibi… Eşekli Mustafa Dayı Kemal Bey’e demiş ki: “Sen burayı ay ışığında mı aldın, mum ışığında mı?”… Öyle bir yer yani…
***
Deniz Pak, keçi gibi inadı, vizyonundan ve hedefinden onu bir an bile saptırmayan, ancak düş gücünden de yoksun bırakmayan ‘dünya görüşü’ ile hık demiş babasının burnundan düşmüş…
Kemal Bey ve eşi elektriği, suyu, yolu olmayan bu yerde, sırf denizi adanın en mükemmeli diye kendi elleriyle inşa ettikleri o altı odada yaz aylarında bir güzel yaşadılar. Sonradan o mekânı oğullarının kullanımına verdiler… Deniz, bu minik tesise müthiş bir anlam kattı. Ada merkezinden uzak, doğa ve deniz ile iç içe asude bir tatil geçirmek isteyen çok özel bir kitle, otel olduğu bile belli olmayan bu tertemiz özel yere akın etmeye başladı.
***
Tam da “10 dönüm bostan yan gel yat Osman” durumu yaratacak hale gelmişlerdi ki, iki yıl önce Berna ve Deniz birbirlerini “ısıttılar” ve aynen Kemal Bey’in yaptığı gibi rahatı değil ‘geleceği tasarlama’yı seçtiler…
Deniz Pak binanın konseptini belirlemiş. Mimarlar Ali Hacıalioğlu ve Bülent Sucu gerisini halletmişler… Özenilmemiş, tasarlanmamış tek köşe yok… Çay’ın bile kömürde ve Maraş’tan özel getirilmiş semaverlerde demlenmesi beni en etkileyen detaylardan biriydi…
Bir de Deniz’in gidip Sivas’taki TCDD ihalesinden alıp getirdiği, 1902’lerden kalma onlarca ahşap traversi ve rayları otelde ne kadar büyük bir zarafetle kullandığı…
Zemindeki pişmiş topraktan kareler (terracotta) seramik sanatçısı Şahin Paksoy’un imzasını taşıyor. Odaların zemininde kısmen meşe parke, kısmen de birbirinden farklı desenlerde çini mozaikler var. 1500 – 2000 yıllık Anadolu geleneği üzerinden geziniyorsunuz. Ayrıca tekerlekli sandalye kulanlar için de en ufak bir risk olmadan dolaşmak mümkün…
***
Aydınlatma elemanlarını kaplayan malzemenin içinde kurutulmuş pastel renkte yapraklar var… Duvarlardaki resimleri –onlar da her odada çok farklı- karikatür ustaları Tuncay Akgün ve Mehmet Çağçağ düzenleyip yerleştirilmişler. Crumb, Wolinsky gibi dünya sanatçılarının orijinal eserlerinin yanı sıra çeşitli gravürler, Truva ve Bozcaada haritaları var… Kimi odalarda el yapımı seramikler, özel tasarım lavabolar kullanılmış… Troya filminin kostümlerini tasarlamış olan Dr. Süleyman Ertaş otelin peştamal ve pikelerine de imzasını koymuş..
Son derece donanımlı geniş bir toplantı mekânı, İzmir’den İstanbul’a bir benzerinin zor bulunacağı iddia edilen ve gelecek yıl uluslar arası yemek ustalarının gözetimindeki yemek dersleriyle devreye girecek olan mutfağı, istenilen konfora göre çeşidini seçebileceğiniz yastık türleriyle, Bozcaada’nın değil, Türkiye’nin değil dünyanın en özel ve keyifli otellerinden biri olmaya namzet…
Bu arada yeni yapılan binaların arasında Kemal Bey’in yıllar önce yaptığı bina olduğu gibi duruyor…
Deniz Pak, eşine, oğluna, Bozcaada’ya, Mermer Burnu’na ve Akvaryum Oteli’ne aşık… Gelecek tasarımına akıl ve gönül verenlere notu şöyle:
“Bu binalar onların içindeki yaşanmışlıkları yansıtıyor, konuklarıyla sohbet ediyor… Buradaki dünya sürekli gelenleri bile, her defasında heyecanlandırıyor, şaşırtıyor. Onca yatırıma, kullanılan 2000’den fazla ampule rağmen, neredeyse sıfır ışık kirliliği sağladık… Her şeyi ona göre düzenledik… Geceleri konuklarımız arkalarına yaslanıp yıldızları seyretsin diye. Aynı 8 yıl önce burada su ve elektriğin olmadığı günlerdeki gibi…”
Arkamızda Rabih Abou-Khalil, Filistinli üç kardeşten oluşan Trio Joubran, Göksel Baktagir’in kendisini dikte etmeden dinleten müziklerini bırakarak ayrıldık, Pak’ların inanç, keyif ve insana iyi gelen dünyalarından…
İşte o zamanlarda yapacağınız işlerden biri kalkıp Bozcaada’ya gelip Akvaryum Otele yerleşmek olmalı…
İlk sabah kahvaltısında oraların sahibi Deniz Pak ve eşi Berna Hanım’a Akvaryum Otel’in hikâyesini anlattıracaksınız… Ruhunuza huzur gelecek…
***
Her şey yıllar yıllar önce iki üst düzey emniyet teşkilatı mensubu Kemal Pak Bey ve Gülsen Hanım’ın emeklilik sonrası Bozcaada’ya yerleşmesiyle başlamış. Kemal Bey Birleşmiş Milletler’den de emekli… Boğaz çocuğu… İri kıyım… Menderes’in korumalığını yapmış… Amerika’ya göreve giderken seyir halindeki transatlantiğin tepesinden okyanusa nasıl balıklama atladığının hikayesini bizzat kendisinden dinlemiştim…
Kemal Bey için zor olan bir şey yoktu… 80’lerini geçmişti. Hâlâ 15 – 20 yıl sonrasının stratejisini kurguluyordu… Ada’da in cin top oynarken doğru dürüst yol ve alt yapı yokken elinde avucunda ne varsa buralara yatırmıştı…
Herkesin “Aklını kaçırmış olmalı” dediği yerlerdeydi arsalar… Mermer Burnu’ndaki bu yer gibi… Eşekli Mustafa Dayı Kemal Bey’e demiş ki: “Sen burayı ay ışığında mı aldın, mum ışığında mı?”… Öyle bir yer yani…
***
Deniz Pak, keçi gibi inadı, vizyonundan ve hedefinden onu bir an bile saptırmayan, ancak düş gücünden de yoksun bırakmayan ‘dünya görüşü’ ile hık demiş babasının burnundan düşmüş…
Kemal Bey ve eşi elektriği, suyu, yolu olmayan bu yerde, sırf denizi adanın en mükemmeli diye kendi elleriyle inşa ettikleri o altı odada yaz aylarında bir güzel yaşadılar. Sonradan o mekânı oğullarının kullanımına verdiler… Deniz, bu minik tesise müthiş bir anlam kattı. Ada merkezinden uzak, doğa ve deniz ile iç içe asude bir tatil geçirmek isteyen çok özel bir kitle, otel olduğu bile belli olmayan bu tertemiz özel yere akın etmeye başladı.
***
Tam da “10 dönüm bostan yan gel yat Osman” durumu yaratacak hale gelmişlerdi ki, iki yıl önce Berna ve Deniz birbirlerini “ısıttılar” ve aynen Kemal Bey’in yaptığı gibi rahatı değil ‘geleceği tasarlama’yı seçtiler…
Deniz Pak binanın konseptini belirlemiş. Mimarlar Ali Hacıalioğlu ve Bülent Sucu gerisini halletmişler… Özenilmemiş, tasarlanmamış tek köşe yok… Çay’ın bile kömürde ve Maraş’tan özel getirilmiş semaverlerde demlenmesi beni en etkileyen detaylardan biriydi…
Bir de Deniz’in gidip Sivas’taki TCDD ihalesinden alıp getirdiği, 1902’lerden kalma onlarca ahşap traversi ve rayları otelde ne kadar büyük bir zarafetle kullandığı…
Zemindeki pişmiş topraktan kareler (terracotta) seramik sanatçısı Şahin Paksoy’un imzasını taşıyor. Odaların zemininde kısmen meşe parke, kısmen de birbirinden farklı desenlerde çini mozaikler var. 1500 – 2000 yıllık Anadolu geleneği üzerinden geziniyorsunuz. Ayrıca tekerlekli sandalye kulanlar için de en ufak bir risk olmadan dolaşmak mümkün…
***
Aydınlatma elemanlarını kaplayan malzemenin içinde kurutulmuş pastel renkte yapraklar var… Duvarlardaki resimleri –onlar da her odada çok farklı- karikatür ustaları Tuncay Akgün ve Mehmet Çağçağ düzenleyip yerleştirilmişler. Crumb, Wolinsky gibi dünya sanatçılarının orijinal eserlerinin yanı sıra çeşitli gravürler, Truva ve Bozcaada haritaları var… Kimi odalarda el yapımı seramikler, özel tasarım lavabolar kullanılmış… Troya filminin kostümlerini tasarlamış olan Dr. Süleyman Ertaş otelin peştamal ve pikelerine de imzasını koymuş..
Son derece donanımlı geniş bir toplantı mekânı, İzmir’den İstanbul’a bir benzerinin zor bulunacağı iddia edilen ve gelecek yıl uluslar arası yemek ustalarının gözetimindeki yemek dersleriyle devreye girecek olan mutfağı, istenilen konfora göre çeşidini seçebileceğiniz yastık türleriyle, Bozcaada’nın değil, Türkiye’nin değil dünyanın en özel ve keyifli otellerinden biri olmaya namzet…
Bu arada yeni yapılan binaların arasında Kemal Bey’in yıllar önce yaptığı bina olduğu gibi duruyor…
Deniz Pak, eşine, oğluna, Bozcaada’ya, Mermer Burnu’na ve Akvaryum Oteli’ne aşık… Gelecek tasarımına akıl ve gönül verenlere notu şöyle:
“Bu binalar onların içindeki yaşanmışlıkları yansıtıyor, konuklarıyla sohbet ediyor… Buradaki dünya sürekli gelenleri bile, her defasında heyecanlandırıyor, şaşırtıyor. Onca yatırıma, kullanılan 2000’den fazla ampule rağmen, neredeyse sıfır ışık kirliliği sağladık… Her şeyi ona göre düzenledik… Geceleri konuklarımız arkalarına yaslanıp yıldızları seyretsin diye. Aynı 8 yıl önce burada su ve elektriğin olmadığı günlerdeki gibi…”
Arkamızda Rabih Abou-Khalil, Filistinli üç kardeşten oluşan Trio Joubran, Göksel Baktagir’in kendisini dikte etmeden dinleten müziklerini bırakarak ayrıldık, Pak’ların inanç, keyif ve insana iyi gelen dünyalarından…