Türkiye’de TÜSİAD, MÜSİAD, TOBB kadar önemli ve güçlü ‘çıkar gruplarından’ biri de hiç şüphesiz Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’dur (TİSK)… TİSK çok taze bir araştırma yayınlamış. Konu aslında bir ülkenin küresel güç dengeleri içinde en önemli parametrelerden biri olarak bilindiği üzere, o ülkenin Yumuşak Güç (Soft Power) konusunda ortaya koyduğu başarı çizgisidir. Yumuşak Güç meselesini hasbelkader yazılarımızın yayınladığı iki yerde dile getirmiştik. 'Yumuşak Güç Endeksi' yeni yayınlanmıştı. Bir ülkenin uluslararası 'Yumuşak Güç Endeksi'nde hangi sırada yer aldığı çok önemli bir göstergeydi. Konunun ayrıntısını ve Endeks sıralamasını, hangi ligde yer almakta olduğumuzu, Marketing Türkiye dergisinin Ağustos sayısında uzun uzun anlatmaya çalıştık. Özetini ise 25 Temmuz’da Yeni Şafak’ta vermişiz: “Firmalara nasıl sadece 'kas göstermek', ‘Şu kadar kârlıyım, bu kadar şubem var, çalışan sayım buralara ulaştı, büyüme hızında sektör birincisiyim’ diye yayın yapmak, bunu da 'başarılı PR sanmak', itibar adına bir şey 'getirmezse' (çünkü bunlar artık 'fabrika çıkışı' sıradan işlerdir ve pozitif algı yaratmaz; tersine güç kirlenmesine neden olabilir); ekonomik konularda, yani 'Hard Power' (Sert Güç) alanında 'kas göstermenin', ülkelerin toplam itibar puanı üzerinde de etkisi yok denecek kadar azdır. Marka değeri esas olarak bu Endeksin dayandığı onlarca kriterden oluşan itibar puanından etkilenir; o da araştırmalarla derinlik kazandırılan 'Yumuşak Güç' (Soft Power) konusunda nerede olduğunuzla doğrudan ilgilidir…” İşte o ‘onlarca kriterden’ hem şirketler bazında, hem de ülkeler arası itibar rekabetinde en önemlisi, hiç şüphesiz Araştırma – Geliştirme (Ar-Ge) alanına yapılan yatırımlar ve bu yatırımlardan elde edilen verimliliktir. TİSK, Türkiye’nin Ar-Ge alanındaki faaliyetleri konusunda son dereceye önemsenmesi gereken bir rapor hazırlamış. Araştırmaya göre Türkiye, 39 ülke arasında özel sektörün Ar-Ge konusunda devletin doğrudan finansman desteğinden en az yararlandığı 11 ülkeden biri olmuş. Rapor Türkiye’nin bilim-teknoloji ve Ar-Ge’de karnesinin de zayıflarla dolu olduğunu gösteriyormuş. OECD’nin ‘Bilim,Teknolojive Sanayinin Görünümü’ karşılaştırmalarını raporlaştıran TİSK’in değerlendirmesine göre, “Türkiye’de kamudaki Ar-Ge harcaması OECD ortalamasının altında. En nitelikli 500 dünya üniversitesindeki pay, bilimsel makale yayını, özel sektörün Ar-Ge harcamaları gibi konularda da Türkiye OECD’nin en geri ülkeleri arasında yer alıyor”…
Öte yandan 2012 yılında Türkiye’deki kamu Ar-Ge harcamalarının yüzde 16.1’i özel sektör tarafından finanse edilmiş. Bu oran konusunda Türkiye 38 ülke arasında 13. Sıradaymış. Bu da gerek AB, gerekse OECD ortalamalarının üzerinde bir oranmış.
TİSK, “Bu iki veri birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’de Ar-Ge alanında devletin özel sektörle ilişkisinde ‘veren’ değil, ‘alan’ taraf olduğu görülüyor” diyor.
Yeni teknolojilerle, bilgi-iletişim ve çevre teknolojilerinde ise ülkemizin hem 31 ülke karşısında, hem de OECD, AB ve BRIICS ortalamalarına kıyasla hiçbir avantajı olmadığı tespit edilmiş. Çevre teknolojisi açısından bakıldığında Meksika ve Brezilya bile Türkiye’den daha avantajlıymış.
Ar-Ge’nin gelip dayandığı ve de nemalandığı yer olan akademik yapıda ise ülkenin durumu daha da hüzün verici: Türkiye 37 ülke arasında 35. sırada geliyormuş.
TİSK raporundan haberdar olduktan sonra hem içinde bulunduğum sektörde hem de bizim sektörün hizmet verdiği diğer sektörlerdeki fiili duruma bir göz atayım dedim. Acaba hangisi Ar-Ge’ye yatırım yapıyor, devlet olanaklarını kullanıyor?.. Onunla da kalmıyor; Ar-Ge çalışmalarından elde ettiği gelişimleri ürün ve hizmet üretiminde hayata geçirerek kendisine rekabetçi avantaj ve sürdürülebilirlik olanağı olanağı elde ediyor?..
Durum çok moral bozucu. Seyirci ve uygulayıcı olmayı daha ne kadar sürdüreceğiz acaba… Bu arada siyasi durum belirsizliği falan gibi bahanelere de hiç sarılmamak gerek. OECD rakamları ve TİSK raporu, 7 Haziran seçimleri sonrasını kapsamıyor…