2016’da nerede ‘oturacağız’?..
01 Ocak 2015 - Derin Ekonomi
Bu sorunun yanıtını, işin kolayına giderek hem de bir çırpıda vermek hiç de zor değildir. Örneğin dizi film diyaloglarına öykünerek “Aslan yattığı yerden belli olur” türünden hamasi bir halk deyişiyle; ya da Hoca Nasreddin’in “Ye kürküm ye” fıkrasıyla; ya da işi daha da yalınlaştırarak, “Zarf değil mazruftur önemli olan” gibi sözlerle hafiften felsefe de yaparak...
Hatta ABD’li Mimar Louis Sullivan tarafından ilk kez kullanılmış sonra da asistanı Mimar Frank Lloyd Wright’ın yaklaşımıyla geliştirilmiş, feodal ortaçağ düzeninden kapitalist sanayi toplumuna geçişin mimarî alandaki yansıması olarak kabul edilen ünlü sözü de hatırlayabiliriz: “Form (ever) follows function!” (Biçim –her zaman- işlevin peşinden gider)… Bu tür bir yanıtla hemen tatmin olabileceklerin sayısı hani hiç de az değildir…
Öte yandan zaman ve mekân bağımsız bir iş dünyasına doğru hızla yol alıyoruz… Hem nerede oturacağız (biçim), hem de mekândan âri (içerik, işlev) olacağız… Ne yaman bir çelişkidir bu…
Tam iki yıl önce bir kez daha takılmışım bu mekân meselesine. 2 Ekim günü Yeni Şafak’taki yazıma şöyle girmişim:
“Oturma konusu bizim kültürümüzün sevdiği bir iştir. ‘İş'tir diyorum; çünkü biliyoruz ki nihayetinde bizler, ‘oturmayı’ seven bir milletiz. Zamanında ve hâlâ göçmekten bıkıp usanmadığımız için aynı oranda dinlenme ihtiyacı duyuyor olmalıyız.
Bir işe girerken ‘Ben nerede çalışacağım?’ diye merak eden birine bugüne kadar rastlamadım. ‘Nerede oturacağım?’ diye sorarlar.
Komşuluğa muhabbete gidecekleri zaman babam ailenin en küçüğü olduğum için beni komşuya, ‘Müsaitseniz, annemle babam size oturmaya gelecekler’ diye sormaya yollardı.
‘Nerede yaşıyorsunuz?’ diye de sormayız… İlle de ‘Nerede oturuyorsunuz?’ diye sorup merakımızı gidermek isteriz… Anglosakson ve Frankofon kültüründe de olduğu gibi fikir teatisinde bulunduğumuz toplantılarımıza 'Oturum' adını vermeyi uygun görmüşüz.”
Yakınımız ya da sorumlusu olduğumuz birinin istenmeyen bir şey yapma olasılığını engellemek adına ne deriz?.. “Otur oturduğun yerde!..”
Yeni Şafak Grubu’nun bu derginin de yayına hazırlandığı pırıl pırıl, olağanüstü estetik ve işlevsel, mimari projesi ödüllü binası beni gerilere götürdü…
1978 yılından 1980’e kadar, önce Milliyet’in Pop Müzik ve Magazin Dergisi Hey’de ve gazetenin çeşitli servislerinde çevirmen ve muhabir olarak çalıştım… Yurt dışı magazin haberleri ve dışarıdan gelen starlar benden sorulurdu… Masam falan yoktu. O gün kim işe gidiyorsa onun masasına oturur, onun daktilosunu kullanırdım.
1990’a kadar büyük gazetelerimize bağlı dergi gruplarını çıkaran üç büyük yayınevinin üst düzey yöneticiliğini yaptım. 1990’da kendi işimi kurdum ve iletişim danışmanlığında uzmanlaşmaya çalıştım. Sonra üniversitelerde hocalık, kitap ve konferanslar vb… Hizmet sektörüne girmek ve müşteri ile yüz yüze gelmek çok farklı bir işti.
Şirketin CEO’su olarak bir Renault 12 SW kullanıyordum. Hani Anadolu’nu bazı yörelerinde hâlâ tercih edilen ‘Renault Station’. Sonra param bir Flash’a yetti… 90’ların ortasına doğru, ajanstaki yönetici arkadaşlardan biri “Gerekirse biraz borca girelim, size abartılı değil belki ama eski de olsa bir BMW falan gibi bir araba alalım” dedi. “Nereden çıktı bu?” diye sordum. “Göreceksiniz” diye yanıt verdi, “Şu anda istemeye ‘çekindiğiniz’, oysa hak ettiğiniz hizmet bedellerini o zaman daha korkusuzca talep edeceksiniz”…
Dinledim sözünü. Flash’ı verip üstüne az da olsa borçlanıp 7 yıllık bir BMW 520 aldık… Bu değişikliğin, ciddi etkisini gördüğümü inkâr edemem…
Rahmetli annem, “İnsanın cebinde parası olup olmadığı yürüyüşünden anlaşılır” derdi… Dünyaya ‘Bakmak’ değil onu ‘Okumak’ gerektiğini o zamanlar hissettirmişti bana…
Bana mı öyle geliyor yoksa gerçekten mi öyle kestirmek zor, ancak yeni binada bizim arkadaşların giyim kuşamından, yayınlanan mevkutenin ve TV yayınının biçim ve içeriğinin güzelim bina ile olumlu yönde etkilendiğini düşünüyorum…
En azından Derin Ekonomi aylık ‘danışma’ toplantılarının bile hali tavrının değiştiğini söyleyebilirim…
Peki dijital çağın zaman ve mekândan bağımsız kıldığı yeni ilişki biçimlerine nasıl adapte olacağız? Mobil ortama geçecek ve ‘oturacak’ yerlerimizi yitirecek, bu görkemli binayı sadece toplantılar için mi kullanacağız?...
Biraz daha yakından bakınca bizim grubun kısmen de olsa bu zaman ve mekân bağımsız çalışma ortamına geçmeye başladığını ve en azından gerekli tüm hazırlığı tamamladığını tespit edebiliriz.
Sadece bizim şirket mi? Hayır. İş dünyası, mekânı ve zamanı optimum kullanma noktasında hızlı bir dönüşümün içinde… Artık Oturma yok, Üretim var…
Peki ülke için ne geçerli?.. Tam tersi… Zaman ve mekân ülke için neredeyse kutsal kavramlar… Bir karış vatan toprağı için dünyayı yakacak kadar ‘oturduğu’ yeri sahiplenmiş bir milletle karşı karşıyayız. Yalnız bırakılmayı, ekonomik güçlükleri, içeriden yediği darbeleri, uğradığı ihanetleri göze alan, ancak ‘oturduğu mekândan’ yani anavatanından asla vazgeçmeyen bir milletle…
Yaman Çelişki’nin çözümü şu gibi: şirket ve ekonomi düzeyinde ‘oturmaktan’ vazgeçip, zamandan ve mekândan bağımsız hareket kabiliyetini, dijitalleşmeyi ve gerekli mantığı kullanarak su yüzünde kalırken, ülke düzeyinde ‘durup oturmak’ ve kendine güvenmek, İstiklal Marşı’nın ilk kelimesini unutmamak…
Hatta ABD’li Mimar Louis Sullivan tarafından ilk kez kullanılmış sonra da asistanı Mimar Frank Lloyd Wright’ın yaklaşımıyla geliştirilmiş, feodal ortaçağ düzeninden kapitalist sanayi toplumuna geçişin mimarî alandaki yansıması olarak kabul edilen ünlü sözü de hatırlayabiliriz: “Form (ever) follows function!” (Biçim –her zaman- işlevin peşinden gider)… Bu tür bir yanıtla hemen tatmin olabileceklerin sayısı hani hiç de az değildir…
Öte yandan zaman ve mekân bağımsız bir iş dünyasına doğru hızla yol alıyoruz… Hem nerede oturacağız (biçim), hem de mekândan âri (içerik, işlev) olacağız… Ne yaman bir çelişkidir bu…
Tam iki yıl önce bir kez daha takılmışım bu mekân meselesine. 2 Ekim günü Yeni Şafak’taki yazıma şöyle girmişim:
“Oturma konusu bizim kültürümüzün sevdiği bir iştir. ‘İş'tir diyorum; çünkü biliyoruz ki nihayetinde bizler, ‘oturmayı’ seven bir milletiz. Zamanında ve hâlâ göçmekten bıkıp usanmadığımız için aynı oranda dinlenme ihtiyacı duyuyor olmalıyız.
Bir işe girerken ‘Ben nerede çalışacağım?’ diye merak eden birine bugüne kadar rastlamadım. ‘Nerede oturacağım?’ diye sorarlar.
Komşuluğa muhabbete gidecekleri zaman babam ailenin en küçüğü olduğum için beni komşuya, ‘Müsaitseniz, annemle babam size oturmaya gelecekler’ diye sormaya yollardı.
‘Nerede yaşıyorsunuz?’ diye de sormayız… İlle de ‘Nerede oturuyorsunuz?’ diye sorup merakımızı gidermek isteriz… Anglosakson ve Frankofon kültüründe de olduğu gibi fikir teatisinde bulunduğumuz toplantılarımıza 'Oturum' adını vermeyi uygun görmüşüz.”
Yakınımız ya da sorumlusu olduğumuz birinin istenmeyen bir şey yapma olasılığını engellemek adına ne deriz?.. “Otur oturduğun yerde!..”
Yeni Şafak Grubu’nun bu derginin de yayına hazırlandığı pırıl pırıl, olağanüstü estetik ve işlevsel, mimari projesi ödüllü binası beni gerilere götürdü…
1978 yılından 1980’e kadar, önce Milliyet’in Pop Müzik ve Magazin Dergisi Hey’de ve gazetenin çeşitli servislerinde çevirmen ve muhabir olarak çalıştım… Yurt dışı magazin haberleri ve dışarıdan gelen starlar benden sorulurdu… Masam falan yoktu. O gün kim işe gidiyorsa onun masasına oturur, onun daktilosunu kullanırdım.
1990’a kadar büyük gazetelerimize bağlı dergi gruplarını çıkaran üç büyük yayınevinin üst düzey yöneticiliğini yaptım. 1990’da kendi işimi kurdum ve iletişim danışmanlığında uzmanlaşmaya çalıştım. Sonra üniversitelerde hocalık, kitap ve konferanslar vb… Hizmet sektörüne girmek ve müşteri ile yüz yüze gelmek çok farklı bir işti.
Şirketin CEO’su olarak bir Renault 12 SW kullanıyordum. Hani Anadolu’nu bazı yörelerinde hâlâ tercih edilen ‘Renault Station’. Sonra param bir Flash’a yetti… 90’ların ortasına doğru, ajanstaki yönetici arkadaşlardan biri “Gerekirse biraz borca girelim, size abartılı değil belki ama eski de olsa bir BMW falan gibi bir araba alalım” dedi. “Nereden çıktı bu?” diye sordum. “Göreceksiniz” diye yanıt verdi, “Şu anda istemeye ‘çekindiğiniz’, oysa hak ettiğiniz hizmet bedellerini o zaman daha korkusuzca talep edeceksiniz”…
Dinledim sözünü. Flash’ı verip üstüne az da olsa borçlanıp 7 yıllık bir BMW 520 aldık… Bu değişikliğin, ciddi etkisini gördüğümü inkâr edemem…
Rahmetli annem, “İnsanın cebinde parası olup olmadığı yürüyüşünden anlaşılır” derdi… Dünyaya ‘Bakmak’ değil onu ‘Okumak’ gerektiğini o zamanlar hissettirmişti bana…
Bana mı öyle geliyor yoksa gerçekten mi öyle kestirmek zor, ancak yeni binada bizim arkadaşların giyim kuşamından, yayınlanan mevkutenin ve TV yayınının biçim ve içeriğinin güzelim bina ile olumlu yönde etkilendiğini düşünüyorum…
En azından Derin Ekonomi aylık ‘danışma’ toplantılarının bile hali tavrının değiştiğini söyleyebilirim…
Peki dijital çağın zaman ve mekândan bağımsız kıldığı yeni ilişki biçimlerine nasıl adapte olacağız? Mobil ortama geçecek ve ‘oturacak’ yerlerimizi yitirecek, bu görkemli binayı sadece toplantılar için mi kullanacağız?...
Biraz daha yakından bakınca bizim grubun kısmen de olsa bu zaman ve mekân bağımsız çalışma ortamına geçmeye başladığını ve en azından gerekli tüm hazırlığı tamamladığını tespit edebiliriz.
Sadece bizim şirket mi? Hayır. İş dünyası, mekânı ve zamanı optimum kullanma noktasında hızlı bir dönüşümün içinde… Artık Oturma yok, Üretim var…
Peki ülke için ne geçerli?.. Tam tersi… Zaman ve mekân ülke için neredeyse kutsal kavramlar… Bir karış vatan toprağı için dünyayı yakacak kadar ‘oturduğu’ yeri sahiplenmiş bir milletle karşı karşıyayız. Yalnız bırakılmayı, ekonomik güçlükleri, içeriden yediği darbeleri, uğradığı ihanetleri göze alan, ancak ‘oturduğu mekândan’ yani anavatanından asla vazgeçmeyen bir milletle…
Yaman Çelişki’nin çözümü şu gibi: şirket ve ekonomi düzeyinde ‘oturmaktan’ vazgeçip, zamandan ve mekândan bağımsız hareket kabiliyetini, dijitalleşmeyi ve gerekli mantığı kullanarak su yüzünde kalırken, ülke düzeyinde ‘durup oturmak’ ve kendine güvenmek, İstiklal Marşı’nın ilk kelimesini unutmamak…