1453 Fetih, eliti değil halkı tatmin edecek
18 şubat 2012
“Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir?” adlı kitabımızda altını çizdiğimiz formül hiçbir zaman şaşmaz: Tatmin = Algılama – Beklenti… Denklemin sağ tarafının tamamı iletişimle ilgili bir meseledir. Beklentiyi yukarı çekmek tabii ki iyi bir şeydir. İlişkiyi hayatta ve ayakta tutar. Ancak eğer algılama beklentinin altında kalırsa, yandınız… Tatmini sağlamanız asla mümkün olamaz. Yani, ‘Beklenti Yönetimi’ en az ‘Algılama Yönetimi’ kadar önemlidir…
1453 Fetih’le ilgili öyle yüksek beklenti yaratıldı ki, ben kendimi eldeki pek çok veriyi ‘okumaya’ çalışarak beklenti adına bir hayli frenlediysem de, derin bir merakla gittim… Filmin hem yönetmeni hem de yapımcısı Faruk Aksoy’un daha önce kâh yapımcı kâh yönetmen olarak yer aldığı yüksek ticari başarılı işler arasında 3 adet Recep İvedik, iki adet Çılgın Dersane, bir adet de Muhteşem Yüzyıl olduğunu unutmamak gerekirdi. Bu nedenle aslında sonuç beni fazla şaşırtmadı: Film Türkiye’de estetik kaygıların tavan yaptığı kesimlerde belki değil, ancak halk genelinde ve bazı İslam ülkelerinde çok iyi iş yaparken Hıristiyan âlemi onun yüzüne dahi bakmayacaktı…
Cumhuriyet gazetesindeki o resim ve altındaki yazıyı hiç unutmam. Prens Charles uzanmış bir şezlonga kitap okuyor. Resim altı şöyle: Prens Charles ‘İstanbul Fethi’ni okuyor… Fotoğrafa biraz daha yakından baktığınızda kitabın adı seçiliyor: “The Fall of Constantinople”…
Bizim için ‘fetih’ onlar için ‘düşüş’… Filmin Hıristiyan âleminde tutmayacağı gerçeğini bu örnek yeterince anlatıyor sanırım.
Bu filme, sanırım şöyle bir tanım çok yakışırdı: “Yüksek teknolojinin bol kullanıldığı, şiddetin her türlüsünün şiirinin yazıldığı 300 Ispartalı, Troy, Gladiator tadında, çizgi roman – foto roman – klip kıvamında, ‘tinerci olmak isteyemeyen gençleri’ odaklayan görsel – işitsel bir şölen”.
Bu milletin tarih bilincini besleyecek, toplumsal kimliğini güçlendirecek, özgüvenini artıracak, ‘hamaset’ (yiğitlik, kahramanlık, cesaret) yüklü, popüler sanat eseri o kadar az ki… Bu alanda o kadar çok Hıristiyan Batı’nın ürünleri ile ‘vaftizlenip’ durmuşuz ki, 1453 Fetih kuraklıktan çatır çatır çatlamış bir toprağa düşmüş birkaç damla su etkisi yapacaktır… İyi yapılmış film imiş, kötü yapılmış film imiş, kimin umurunda!...
İtibar odaklı iki örnek proje
Geçtiğimiz hafta ülke adına iki gurur verici olay yaşandı. Negatif duygu yaratmadıkları, içinde boğazlanan, öldürülen insanlara rastlanmadığı için yazılı basının ilk sayfalarında, TV’lerin birinci haberlerinde pek fazla yer bulamamış olan bu iki büyük girişim şöyleydi: Özyeğin Üniversitesi ve Deloitte Eğtim Vakfı bir araya gelip ikişer milyon dolar koyarak Deloitte Liderlik Enstitüsü’nü kurdular. Enstitü Eylül ayında eğitime başlayacak.
Özyeğin Üniversitesi’nin (Bahçeşehir ve Bilgi’de de uygulanan) akademik eğitimi özel sektörün tecrübesiyle bütünleştirme ilke ve çabası çok ciddi bir model olarak incelemeye değer. Bana ABD’deki bazı yüksek öğrenim kurumlarını çağrıştırdı. Buralarda öğretim üyeleri, örneğin piyasadan iletişim projelerine talip olarak, hem kendilerine, hem de öğrencilerine ve kurumlarına ciddi gelirler sağlıyor ve büyük pratik tecrübeler ediniyorlar…
Deloitte ise eğitime kuruluşundan beri büyük önem veriyor. Gerek Deloitte Akademi çerçevesinde gerekse bünyesinde önceleri çalışmış ve geliştikten sonra sektöre kazandırılmış elemanlarıyla sosyal paydaşlık ilişkisini sürdürdüğü (Alumni) bir tür Mezunlar İlişkisi sistematiği içinde geliştirdiği refleksleri, bu kez Deloitte Liderlik Enstitüsü’nde üniversite kültürüyle buluşturacak… Sağlam atılmış, akıllı bir adım…
Pek çok projede (Örneğin Emek sineması) görebildiğimiz bir başka akıllı adımı ise Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sabancı Topluluğu (Vakfı) birlikte atmışlar. Sabancı 30 milyon TL katılım payı ile Atatürk Kültür Merkezi’nin tüm iç yapısının yenilenmesini sağlamış… Karşılığında Bakanlık Sabancı’ya büyük salona Sabancı adını verme yetkisini sunmuş… Bu itibar, anlaşmanın her iki tarafına da uzun yıllar yeter…
1453 Fetih’le ilgili öyle yüksek beklenti yaratıldı ki, ben kendimi eldeki pek çok veriyi ‘okumaya’ çalışarak beklenti adına bir hayli frenlediysem de, derin bir merakla gittim… Filmin hem yönetmeni hem de yapımcısı Faruk Aksoy’un daha önce kâh yapımcı kâh yönetmen olarak yer aldığı yüksek ticari başarılı işler arasında 3 adet Recep İvedik, iki adet Çılgın Dersane, bir adet de Muhteşem Yüzyıl olduğunu unutmamak gerekirdi. Bu nedenle aslında sonuç beni fazla şaşırtmadı: Film Türkiye’de estetik kaygıların tavan yaptığı kesimlerde belki değil, ancak halk genelinde ve bazı İslam ülkelerinde çok iyi iş yaparken Hıristiyan âlemi onun yüzüne dahi bakmayacaktı…
Cumhuriyet gazetesindeki o resim ve altındaki yazıyı hiç unutmam. Prens Charles uzanmış bir şezlonga kitap okuyor. Resim altı şöyle: Prens Charles ‘İstanbul Fethi’ni okuyor… Fotoğrafa biraz daha yakından baktığınızda kitabın adı seçiliyor: “The Fall of Constantinople”…
Bizim için ‘fetih’ onlar için ‘düşüş’… Filmin Hıristiyan âleminde tutmayacağı gerçeğini bu örnek yeterince anlatıyor sanırım.
Bu filme, sanırım şöyle bir tanım çok yakışırdı: “Yüksek teknolojinin bol kullanıldığı, şiddetin her türlüsünün şiirinin yazıldığı 300 Ispartalı, Troy, Gladiator tadında, çizgi roman – foto roman – klip kıvamında, ‘tinerci olmak isteyemeyen gençleri’ odaklayan görsel – işitsel bir şölen”.
Bu milletin tarih bilincini besleyecek, toplumsal kimliğini güçlendirecek, özgüvenini artıracak, ‘hamaset’ (yiğitlik, kahramanlık, cesaret) yüklü, popüler sanat eseri o kadar az ki… Bu alanda o kadar çok Hıristiyan Batı’nın ürünleri ile ‘vaftizlenip’ durmuşuz ki, 1453 Fetih kuraklıktan çatır çatır çatlamış bir toprağa düşmüş birkaç damla su etkisi yapacaktır… İyi yapılmış film imiş, kötü yapılmış film imiş, kimin umurunda!...
İtibar odaklı iki örnek proje
Geçtiğimiz hafta ülke adına iki gurur verici olay yaşandı. Negatif duygu yaratmadıkları, içinde boğazlanan, öldürülen insanlara rastlanmadığı için yazılı basının ilk sayfalarında, TV’lerin birinci haberlerinde pek fazla yer bulamamış olan bu iki büyük girişim şöyleydi: Özyeğin Üniversitesi ve Deloitte Eğtim Vakfı bir araya gelip ikişer milyon dolar koyarak Deloitte Liderlik Enstitüsü’nü kurdular. Enstitü Eylül ayında eğitime başlayacak.
Özyeğin Üniversitesi’nin (Bahçeşehir ve Bilgi’de de uygulanan) akademik eğitimi özel sektörün tecrübesiyle bütünleştirme ilke ve çabası çok ciddi bir model olarak incelemeye değer. Bana ABD’deki bazı yüksek öğrenim kurumlarını çağrıştırdı. Buralarda öğretim üyeleri, örneğin piyasadan iletişim projelerine talip olarak, hem kendilerine, hem de öğrencilerine ve kurumlarına ciddi gelirler sağlıyor ve büyük pratik tecrübeler ediniyorlar…
Deloitte ise eğitime kuruluşundan beri büyük önem veriyor. Gerek Deloitte Akademi çerçevesinde gerekse bünyesinde önceleri çalışmış ve geliştikten sonra sektöre kazandırılmış elemanlarıyla sosyal paydaşlık ilişkisini sürdürdüğü (Alumni) bir tür Mezunlar İlişkisi sistematiği içinde geliştirdiği refleksleri, bu kez Deloitte Liderlik Enstitüsü’nde üniversite kültürüyle buluşturacak… Sağlam atılmış, akıllı bir adım…
Pek çok projede (Örneğin Emek sineması) görebildiğimiz bir başka akıllı adımı ise Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Sabancı Topluluğu (Vakfı) birlikte atmışlar. Sabancı 30 milyon TL katılım payı ile Atatürk Kültür Merkezi’nin tüm iç yapısının yenilenmesini sağlamış… Karşılığında Bakanlık Sabancı’ya büyük salona Sabancı adını verme yetkisini sunmuş… Bu itibar, anlaşmanın her iki tarafına da uzun yıllar yeter…