%18’e dikkat!
21 ARALIK 2011
Pazartesi günü bizim gazetede siyasetbilimci ve aynı zamanda Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde görev yapan Prof. Dr. Serpil Sancar Hocamız, arkadaşımız Şenay Yıldız’a verdiği röportajda “Toplumu aile odaklı yönetmek imkânsız’” diyordu.
Erkeklerin bu yükü taşımakta güçlük çektiklerini ve aile odaklı politikaların değiştirilmesi gerektiğini söyleyen Serpil Hanım, “Kadına şiddet, aile içindeki sorunlar içinde gözle görülür olanıdır” tespitinde bulunuyordu. Serpil Hanım özetle, insanların ihtiyaçlarına destek olacak toplumsal kurumların oluşturulması, güçlendirilmesi gibi devletin görevi olarak bilinen çalışmaların ‘aile toplumun temelidir’ anlayışı ile ihmal edildiğini söylüyor.
***
Tam Serpil Hoca’ya hak vermek üzere iken Amerika’dan ‘evlilik oranları’na ilişkin taze taze gelen rakkamlarla durup, yendien düşünmek istedim.
1960 yılında evlilerin oranı %72 iken şimdi bu oran %51’e düşmüş. Bu rakkamlar, Washington’daki PEW Araştırma Merkezi’nin, 2010 Nüfus Sayımı’ndan yola çıkarak hazırladığı rapordan... 2009’a göre 2010’da evlenenlerin sayısında da %5’lik bir düşüş var. Bir yılda %5 düşüş elbette çok fazla! Her 10 Amerikalı’dan dördü evlilik kurumunu, ‘modası geçmiş’, olarak niteliyormuş. İlk evlilikleri boşanmayla sonuçlananların oranı %41. İkinci evlilikleri boşanmayla sonuçlananların oranı %60 ve üçüncü evlilikleri boşanmayla noktalananların oranı %73.
Aileyi başının tacı edip de, eğitim, sağlık, kültür alanlarında toplumsal kurumlarını güçlendirme açısından çok da kötü bir nota sahip olmadığını bildiğimiz ABD’de olup biten değerlerle ilgili sarsıntıya baktığımızda tüm dünya için şu soruları gündeme taşımak gerekmez mi?
Ekonomiler özellikle kriz tehdidi altında iken aileyi güçlü kılabilecek olan tek gücün üzerinde ‘In God We Trust’ (Tanrıya Güveniyoruz) yazan Dolar olmadığının daha net bir biçimde ortaya çıkıp çıkmadığının tartışılması, mesela... Toplumların manevi gücü, kültür ve değerlerine olan bağlılıkları, büyük finansal krizlerle baş edip edememelerini ne ölçüde etkiler?
Bundan yirmi yıl önce yoksulluktan kırılan Çin’i ayakta tutan kültür ve değerleri değil de neleridir? Çin’de her sokakta bir Mor Çatı yoktu değil mi?
Bizde de aileyi ‘modası geçmiş’ bir kurum olarak niteleyen çok sayıda ‘okumuş yazmış’ gencimiz olabilir tabii... Van’da kar kış kıyamet altında, çadır önünde vur patlasın çal oynasın davul zurna eşliğinde halay çekerek evlenenler de bizim gerçeklerimiz içindeki ilginç fotoğraflardan değil mi?
***
Çok taze bir araştırma da bizde yapıldı. TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nda şu gerçek ortaya çıktı: En yoksul %20 ile en zengin %20 arasındaki gelir farkı, 2009’da 8.5 kat iken 2010’da 8 kata gerilemiş. Nüfusun yüzde 16.9’u da yoksulluk sınırının altındaymış ve ‘sürekli yoksulluk riski’ altında bulunanların oranı da %18 olarak belirlenmiş. Aile içi şiddeti de daha çok bu yüzde 18 içinde aramak gerektiğini akıl etmek için müneccim olmaya gerek yok elbette.
Aile kurumu güçlü olmasaydı, bir ailenin başına gelen sorun yakın çevresi, hemşerileri, komşuları tarafından paylaşılmasaydı, kültür ve değerlere olan bağlılıkta ‘çözük’ bir toplum görüntüsü verseydik, siyaset bilimci hocalarımız yine benzer tespitleri yapmayacak mıydı? İşte bu her durum için geçerli ‘aynı tespitler’ yok mu; meselelerin sahiciliği ve sahiciliği ölçüsünde çarpıcılığını önemli ölçüde zedeleyen bu ‘artık yalama olmuş ezber tesbitler’den öncelikli olarak galiba siyasetçilerimizin kendisini kurtarması lazım.
Sosyal demokrat dünya görüşüne sahip olan CHP’nin de ortaya ‘büyük fikir’ koyamıyor oluşunda böylesi ‘ezberci yaklaşımlar’ın payı az mıdır?
‘Aile ölüyor’ demekle ‘Şu %18’e dikkat! Gelin bu rakamları doğru okuyalım’ demek arasında dağlar kadar fark vardır.
Not: Yarın Fransa Parlamentosu o tuhaf kararı alırsa, Fransa’ya ve Fransız kültürüne hizmeti ana kriter alan Légion d'honneur nişanı sahibi Türkler bakalım ne yapacaklar? En azından kendilerini nasıl hissedecekler? Siz merak etmiyor musunuz? Ben ediyorum…
Erkeklerin bu yükü taşımakta güçlük çektiklerini ve aile odaklı politikaların değiştirilmesi gerektiğini söyleyen Serpil Hanım, “Kadına şiddet, aile içindeki sorunlar içinde gözle görülür olanıdır” tespitinde bulunuyordu. Serpil Hanım özetle, insanların ihtiyaçlarına destek olacak toplumsal kurumların oluşturulması, güçlendirilmesi gibi devletin görevi olarak bilinen çalışmaların ‘aile toplumun temelidir’ anlayışı ile ihmal edildiğini söylüyor.
***
Tam Serpil Hoca’ya hak vermek üzere iken Amerika’dan ‘evlilik oranları’na ilişkin taze taze gelen rakkamlarla durup, yendien düşünmek istedim.
1960 yılında evlilerin oranı %72 iken şimdi bu oran %51’e düşmüş. Bu rakkamlar, Washington’daki PEW Araştırma Merkezi’nin, 2010 Nüfus Sayımı’ndan yola çıkarak hazırladığı rapordan... 2009’a göre 2010’da evlenenlerin sayısında da %5’lik bir düşüş var. Bir yılda %5 düşüş elbette çok fazla! Her 10 Amerikalı’dan dördü evlilik kurumunu, ‘modası geçmiş’, olarak niteliyormuş. İlk evlilikleri boşanmayla sonuçlananların oranı %41. İkinci evlilikleri boşanmayla sonuçlananların oranı %60 ve üçüncü evlilikleri boşanmayla noktalananların oranı %73.
Aileyi başının tacı edip de, eğitim, sağlık, kültür alanlarında toplumsal kurumlarını güçlendirme açısından çok da kötü bir nota sahip olmadığını bildiğimiz ABD’de olup biten değerlerle ilgili sarsıntıya baktığımızda tüm dünya için şu soruları gündeme taşımak gerekmez mi?
Ekonomiler özellikle kriz tehdidi altında iken aileyi güçlü kılabilecek olan tek gücün üzerinde ‘In God We Trust’ (Tanrıya Güveniyoruz) yazan Dolar olmadığının daha net bir biçimde ortaya çıkıp çıkmadığının tartışılması, mesela... Toplumların manevi gücü, kültür ve değerlerine olan bağlılıkları, büyük finansal krizlerle baş edip edememelerini ne ölçüde etkiler?
Bundan yirmi yıl önce yoksulluktan kırılan Çin’i ayakta tutan kültür ve değerleri değil de neleridir? Çin’de her sokakta bir Mor Çatı yoktu değil mi?
Bizde de aileyi ‘modası geçmiş’ bir kurum olarak niteleyen çok sayıda ‘okumuş yazmış’ gencimiz olabilir tabii... Van’da kar kış kıyamet altında, çadır önünde vur patlasın çal oynasın davul zurna eşliğinde halay çekerek evlenenler de bizim gerçeklerimiz içindeki ilginç fotoğraflardan değil mi?
***
Çok taze bir araştırma da bizde yapıldı. TÜİK’in (Türkiye İstatistik Kurumu) Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nda şu gerçek ortaya çıktı: En yoksul %20 ile en zengin %20 arasındaki gelir farkı, 2009’da 8.5 kat iken 2010’da 8 kata gerilemiş. Nüfusun yüzde 16.9’u da yoksulluk sınırının altındaymış ve ‘sürekli yoksulluk riski’ altında bulunanların oranı da %18 olarak belirlenmiş. Aile içi şiddeti de daha çok bu yüzde 18 içinde aramak gerektiğini akıl etmek için müneccim olmaya gerek yok elbette.
Aile kurumu güçlü olmasaydı, bir ailenin başına gelen sorun yakın çevresi, hemşerileri, komşuları tarafından paylaşılmasaydı, kültür ve değerlere olan bağlılıkta ‘çözük’ bir toplum görüntüsü verseydik, siyaset bilimci hocalarımız yine benzer tespitleri yapmayacak mıydı? İşte bu her durum için geçerli ‘aynı tespitler’ yok mu; meselelerin sahiciliği ve sahiciliği ölçüsünde çarpıcılığını önemli ölçüde zedeleyen bu ‘artık yalama olmuş ezber tesbitler’den öncelikli olarak galiba siyasetçilerimizin kendisini kurtarması lazım.
Sosyal demokrat dünya görüşüne sahip olan CHP’nin de ortaya ‘büyük fikir’ koyamıyor oluşunda böylesi ‘ezberci yaklaşımlar’ın payı az mıdır?
‘Aile ölüyor’ demekle ‘Şu %18’e dikkat! Gelin bu rakamları doğru okuyalım’ demek arasında dağlar kadar fark vardır.
Not: Yarın Fransa Parlamentosu o tuhaf kararı alırsa, Fransa’ya ve Fransız kültürüne hizmeti ana kriter alan Légion d'honneur nişanı sahibi Türkler bakalım ne yapacaklar? En azından kendilerini nasıl hissedecekler? Siz merak etmiyor musunuz? Ben ediyorum…