2010'a biraz fren gerek
30 Kasım 2008 Akşam Gazetesi
Almanya'daki arkadaşlarla konuşuyoruz. İstanbul'la birlikte 2010 Avrupa Kültür Başkenti tayin edilmiş olan 580 bin nüfuslu Essen'de herkes olayı gayet serinkanlı bir şekilde yaşıyormuş... Konudan bihaber olanların sayısı Essen'de hayli çokmuş. Diğer Alman kentlerinde ise bu Avrupa Kültür Başkenti meselesine takılan hiç yokmuş zaten.
Biliyorsunuzdur belki bir de üçüncü başkent var: Mohaç zaferinden sonra bizim İmparatorluk sınırları içinde müstemlekemiz olarak yıllarca yaşamış olan Macaristan'ın Pécs kenti. Ülkenin üçüncü büyük yerleşim merkezi. Nüfusu 402.000... Türkiye'deki kardeş şehri hangisiymiş biliyor musunuz? Söyleyelim: Kütahya...
Bu durum bile dünyanın belli başlı merkezlerinden ve kültür hazinesi olan İstanbul'a bir tür aşağılamadır. Bir de bu iş abartılıp bir 'milli mücadele davası' haline getirilmiyor mu; şaşıp kalmamak elde değil.
Endişem şu: Bir zamanlar, TV'lere eğlence programı olsun diye düzenlenen ve hiçbir ticari boyutu olmayan Eurovision yarışmalarında yaptığımız gibi kendi kendimize işi abartıp, şişinip beklentileri yukarılara çekeceğiz. Sonra da birileri çıkıp 'Bu muydu kardeşim yapacağınız iş?' diye eleştirme hakkını kullandığında da kahrolup kalacağız.
Nuri Çolakoğlu başkanlığındaki ekibin 2010 için çırpınışlarını takdir ve sempati ile izlerken, alacakları ağır eleştirileri düşünüp üzülüyorum onlar adına. Şimdiden başladılar. Sahne Senin İstanbul afişleri de neymiş öyle. Türk'ün Türk'e propagandasıymış. Bütün simgeler sıradan bilinen şeylermiş. İstanbul'un marka vaadi bu muymuş?
Bu abuk eleştirilerin dozu giderek artacak. Onun için başta Çolakoğlu ve bütün Yürütme Kurulu üyelerine tavsiyem beklentiyi bir an önce aşağıya çekmeleri. Bu etkinliğe olduğundan ve hak ettiğinden daha fazla bir anlam yüklememeleri...
Zaten projelerini kurula kabul ettiremeyip devletten üç beş tırtıklayamayanlar yeterince tezvirat yapacaklardır, bir de siz çıtayı yukarı çekip agresyon dozunun artmasına neden olmayın...
Geçenlerde düzenlenen tanıtım toplantısında o abartılı hava sürmüş gitmiş... Toplam 12 sunum. Jennifer Lopez sunsa izlenmez. Uyur insan...
Bir tür sosyal paydaşlık yaklaşımıyla planlamışlar. Herkesi bir araya toplamak yerine, ilk gün kültür-sanat camiasına, ikinci gün iş dünyasına, üçüncü gün iletişim camiasına sunumlar yapmışlar. Basına ise genel bir davet geçilmiş, istedikleri toplantıyı gelip izleyebiliyorlarmış.
Kentsel dönüşüm projeleri, kültürel mirasa yönelik projeler, kültür-sanat projeleri... Yıkılıyor ortalık... Essen ve Pécs'in yaptıkları hava gazı... İstanbul sanki Avrupa'nın değil uzayın başkenti seçilmiş. Yaratılan algı bu. Çok tehlikeli...
Toplantıları yakınen izleyen bir arkadaşımızın bana yazdığı not aynen şöyle: 'Süreklilik arz eden ve bir o kadar da çaba, emek ve destek gerektiren devasa bir iş bu...'
Sevgili Çolakoğlu henüz vakit varken bu işin ayaklarını yere bastırın; mükemmel işler yapıyorsunuz. Yazık, gümbürtüye gitmesin...
//c
'Sıcak' için keyifli bir gece
İLETİŞİM ve ilişki yönetimi en kolay şu cümleyle tanımlanabilir: 'Gerçekte olduğumuz ve/veya algılanmak istediğimiz ile fiilen algılandığımız arasındaki uçurumu kapatmak için girişilen eylemlerin bütünüdür...'
Tilda ve Erol Tezman çiftinin Maçka'daki, dışarıdan mütevazı, içeriden iddialı apartman dairelerinde verdikleri hiç de mütevazı olmayan yemekte, bu yalın ancak önemli tanımı düşünürken yakaladım kendimi...
Yemek ortak dostumuz Abdullah Oğuz'un son filmi Sıcak'ı bitirmesi şerefine veriliyordu... Biz de onların kontenjanından dahil olmuştuk konuya...
İyi ki olmuşuz. Bir kere Radikal'deki yazılarından çok az bildiğimiz ve hakkında çok az şey duyduğumuz Tilda Hanım'ı yakından tanıma ve kafamızda oluşmuş derinliksiz önyargılardan arınma fırsatı bulduk... Jet-set algısının çok ötesinde bir burjuva kültür ve sanat bilgisiyle karşılaşmanın hazzını yaşadık bütün gece...
Gerçek ile algılanan arasında en büyük uçurumun yaşandığı kişilerin şampiyonu da oradaydı: Burhan Öçal... Sen tut 5 kez Montreux Caz Festivali'ne katıl; Marcus Miller ve benzeri caz dehalarıyla çal; Fazıl Say'la konser vermediğin yer kalmasın (en son bu hafta Japonya'da); Zürih Oda Orkestrası'yla 'Concerta Alla Turca'yı yap, içindeki dört besten pop klasikleri arasına girsin; Berlin, New York Flarmoni'lere akredite ol; eşlik etmediğin caz ustası kalmasın; sonra dön gel Türkiye'de 'darbukatör' olarak algılan...
Kimde sorun? Algılamayanda mı, algılatamayanda mı?...
Yemekte Başbakan ve ailesi olmadığı için korkulacak bir şey yoktu... Bu yüzden Hilal Özdemir'den 'Kimseye etmem şikayet'i, Burhan'ın piyanosu eşliğinde dinleme fırsatını bulduk. O ne etkileyici ses öyle?...
Sıcak'ın müziklerini de yapmış çok başarılı bir müzisyen olan Hazım Körmükçü'den rol aldığı film için bestelediği ana temayı dinledik. Sonra iki tepsi getirildi. Körmükçü ve Öçal inanılmaz bir gösteri yaptılar o tepsileri çalarak...
Bir ara Kubilay Tunçer minik bir sihirbazlık gösterisi bile sundu. Kimdi yardımcısı? Ev sahibi Erol Bey... İzleyicileri arasında kardeşi gibi duran oğulları Ralf Tezman ve Sanem Kardıçalı da vardı.
Filmin oyuncularından Cem Özer bütün gece esprileriyle kırdı geçirdi. Sahneye çıkmaması ne yazık... Leyla Alaton, Mehmet Günyeli, Viki Habif, Semra-Faruk Bayhan, Figen ve İlhan Küçük, Apo'nun iki oğlu İlker ve Evren, yine filmin oyucularından Gürgen Öz gecenin diğer konukları arasındaydı... Ve tabii ki filmin kadın yıldızı sevgili dostumuz Ebru Akel...
Uzun uzun neden yazdım bunları. Üç nedenden:
Birincisini yukarıda belirttim. Uçurum meselesi...
İkincisi, önyargılar konusunda biraz daha esnek olunması gereği... Apo olmasa hayatta böyle bir davete ne çağrılırdık, ne de çağırılsak giderdik. Oysa ne kadar keyifli ve çok şey öğrendiğimiz bir geceydi...
Üçüncüsü ise, yüz yüze iletişimin yerini hiçbir şeyin tutamayacağı; özellikle de sanal 'sosyalleşme' ortamlarının bir anlamı olmaması... O gecenin yerini internetteki hangi sosyal - sanal buluşma(lar) tutabilir ki?..
Almanya'daki arkadaşlarla konuşuyoruz. İstanbul'la birlikte 2010 Avrupa Kültür Başkenti tayin edilmiş olan 580 bin nüfuslu Essen'de herkes olayı gayet serinkanlı bir şekilde yaşıyormuş... Konudan bihaber olanların sayısı Essen'de hayli çokmuş. Diğer Alman kentlerinde ise bu Avrupa Kültür Başkenti meselesine takılan hiç yokmuş zaten.
Biliyorsunuzdur belki bir de üçüncü başkent var: Mohaç zaferinden sonra bizim İmparatorluk sınırları içinde müstemlekemiz olarak yıllarca yaşamış olan Macaristan'ın Pécs kenti. Ülkenin üçüncü büyük yerleşim merkezi. Nüfusu 402.000... Türkiye'deki kardeş şehri hangisiymiş biliyor musunuz? Söyleyelim: Kütahya...
Bu durum bile dünyanın belli başlı merkezlerinden ve kültür hazinesi olan İstanbul'a bir tür aşağılamadır. Bir de bu iş abartılıp bir 'milli mücadele davası' haline getirilmiyor mu; şaşıp kalmamak elde değil.
Endişem şu: Bir zamanlar, TV'lere eğlence programı olsun diye düzenlenen ve hiçbir ticari boyutu olmayan Eurovision yarışmalarında yaptığımız gibi kendi kendimize işi abartıp, şişinip beklentileri yukarılara çekeceğiz. Sonra da birileri çıkıp 'Bu muydu kardeşim yapacağınız iş?' diye eleştirme hakkını kullandığında da kahrolup kalacağız.
Nuri Çolakoğlu başkanlığındaki ekibin 2010 için çırpınışlarını takdir ve sempati ile izlerken, alacakları ağır eleştirileri düşünüp üzülüyorum onlar adına. Şimdiden başladılar. Sahne Senin İstanbul afişleri de neymiş öyle. Türk'ün Türk'e propagandasıymış. Bütün simgeler sıradan bilinen şeylermiş. İstanbul'un marka vaadi bu muymuş?
Bu abuk eleştirilerin dozu giderek artacak. Onun için başta Çolakoğlu ve bütün Yürütme Kurulu üyelerine tavsiyem beklentiyi bir an önce aşağıya çekmeleri. Bu etkinliğe olduğundan ve hak ettiğinden daha fazla bir anlam yüklememeleri...
Zaten projelerini kurula kabul ettiremeyip devletten üç beş tırtıklayamayanlar yeterince tezvirat yapacaklardır, bir de siz çıtayı yukarı çekip agresyon dozunun artmasına neden olmayın...
Geçenlerde düzenlenen tanıtım toplantısında o abartılı hava sürmüş gitmiş... Toplam 12 sunum. Jennifer Lopez sunsa izlenmez. Uyur insan...
Bir tür sosyal paydaşlık yaklaşımıyla planlamışlar. Herkesi bir araya toplamak yerine, ilk gün kültür-sanat camiasına, ikinci gün iş dünyasına, üçüncü gün iletişim camiasına sunumlar yapmışlar. Basına ise genel bir davet geçilmiş, istedikleri toplantıyı gelip izleyebiliyorlarmış.
Kentsel dönüşüm projeleri, kültürel mirasa yönelik projeler, kültür-sanat projeleri... Yıkılıyor ortalık... Essen ve Pécs'in yaptıkları hava gazı... İstanbul sanki Avrupa'nın değil uzayın başkenti seçilmiş. Yaratılan algı bu. Çok tehlikeli...
Toplantıları yakınen izleyen bir arkadaşımızın bana yazdığı not aynen şöyle: 'Süreklilik arz eden ve bir o kadar da çaba, emek ve destek gerektiren devasa bir iş bu...'
Sevgili Çolakoğlu henüz vakit varken bu işin ayaklarını yere bastırın; mükemmel işler yapıyorsunuz. Yazık, gümbürtüye gitmesin...
//c
'Sıcak' için keyifli bir gece
İLETİŞİM ve ilişki yönetimi en kolay şu cümleyle tanımlanabilir: 'Gerçekte olduğumuz ve/veya algılanmak istediğimiz ile fiilen algılandığımız arasındaki uçurumu kapatmak için girişilen eylemlerin bütünüdür...'
Tilda ve Erol Tezman çiftinin Maçka'daki, dışarıdan mütevazı, içeriden iddialı apartman dairelerinde verdikleri hiç de mütevazı olmayan yemekte, bu yalın ancak önemli tanımı düşünürken yakaladım kendimi...
Yemek ortak dostumuz Abdullah Oğuz'un son filmi Sıcak'ı bitirmesi şerefine veriliyordu... Biz de onların kontenjanından dahil olmuştuk konuya...
İyi ki olmuşuz. Bir kere Radikal'deki yazılarından çok az bildiğimiz ve hakkında çok az şey duyduğumuz Tilda Hanım'ı yakından tanıma ve kafamızda oluşmuş derinliksiz önyargılardan arınma fırsatı bulduk... Jet-set algısının çok ötesinde bir burjuva kültür ve sanat bilgisiyle karşılaşmanın hazzını yaşadık bütün gece...
Gerçek ile algılanan arasında en büyük uçurumun yaşandığı kişilerin şampiyonu da oradaydı: Burhan Öçal... Sen tut 5 kez Montreux Caz Festivali'ne katıl; Marcus Miller ve benzeri caz dehalarıyla çal; Fazıl Say'la konser vermediğin yer kalmasın (en son bu hafta Japonya'da); Zürih Oda Orkestrası'yla 'Concerta Alla Turca'yı yap, içindeki dört besten pop klasikleri arasına girsin; Berlin, New York Flarmoni'lere akredite ol; eşlik etmediğin caz ustası kalmasın; sonra dön gel Türkiye'de 'darbukatör' olarak algılan...
Kimde sorun? Algılamayanda mı, algılatamayanda mı?...
Yemekte Başbakan ve ailesi olmadığı için korkulacak bir şey yoktu... Bu yüzden Hilal Özdemir'den 'Kimseye etmem şikayet'i, Burhan'ın piyanosu eşliğinde dinleme fırsatını bulduk. O ne etkileyici ses öyle?...
Sıcak'ın müziklerini de yapmış çok başarılı bir müzisyen olan Hazım Körmükçü'den rol aldığı film için bestelediği ana temayı dinledik. Sonra iki tepsi getirildi. Körmükçü ve Öçal inanılmaz bir gösteri yaptılar o tepsileri çalarak...
Bir ara Kubilay Tunçer minik bir sihirbazlık gösterisi bile sundu. Kimdi yardımcısı? Ev sahibi Erol Bey... İzleyicileri arasında kardeşi gibi duran oğulları Ralf Tezman ve Sanem Kardıçalı da vardı.
Filmin oyuncularından Cem Özer bütün gece esprileriyle kırdı geçirdi. Sahneye çıkmaması ne yazık... Leyla Alaton, Mehmet Günyeli, Viki Habif, Semra-Faruk Bayhan, Figen ve İlhan Küçük, Apo'nun iki oğlu İlker ve Evren, yine filmin oyucularından Gürgen Öz gecenin diğer konukları arasındaydı... Ve tabii ki filmin kadın yıldızı sevgili dostumuz Ebru Akel...
Uzun uzun neden yazdım bunları. Üç nedenden:
Birincisini yukarıda belirttim. Uçurum meselesi...
İkincisi, önyargılar konusunda biraz daha esnek olunması gereği... Apo olmasa hayatta böyle bir davete ne çağrılırdık, ne de çağırılsak giderdik. Oysa ne kadar keyifli ve çok şey öğrendiğimiz bir geceydi...
Üçüncüsü ise, yüz yüze iletişimin yerini hiçbir şeyin tutamayacağı; özellikle de sanal 'sosyalleşme' ortamlarının bir anlamı olmaması... O gecenin yerini internetteki hangi sosyal - sanal buluşma(lar) tutabilir ki?..