30 yıllık konuda 30 cümlelik beklenti...
11 KASIM 2011
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu toplantısında yaptığı konuşmada demiş ki:
“Türkiye’de 63 siyasi parti var. Şu ana kadar üç partiyi dinleyebildik. Vakit geçiyor. Bu işin uzamaması için kim ne söyleyecekse bu sürede söylemeli. Zaman kısa deniyorsa, 30 yıllık konuda 30 cümlelik beklenti ortaya koyamıyorsak halen bu işin çok gerisindeyiz, demektir.”
Meclis’te üç komisyon Anayasa konusunda çalışıyormuş. 12 kişi haftada en az iki gün toplanıyormuş.
2012 yılı, bu ülkenin dünya üzerindeki duruşunu belirginleştirecek gelecek tasarımının önünü açabilecek ‘bize has bir yerli Anasaya’nın oluşturulduğu bir yıl olarak tarihe geçmeli. Bunun için herkesin ‘konuşması’ lazım. ‘30 cümlelik beklenti’lerle peynir gemisinin yürümeyeceği aşikâr. Siyasi partilerin, STK’ların, üniversitelerin vs. ortaya koyacakları ‘büyük fikirler’in ‘konu yönetimi’ yapılarak güçlü bir kamuoyu oluşturmaları gerekirken böyle kapsamlı bir sorumluluğun Meclis’teki üç komisyona ‘havale edilmesini’ ve onların hazırlayacağı taslak üzerinden bu sefer neyin olmayacağı muhabbetinin başlaması mukadder gibi gözüküyor.
Ne büyük talihsizlik!..
Dibine kadar pragmatistiz
Tartışmanın parçası olmak yerine, siyasi tercihlerini aşmayı beceremeyip tartışmanın ‘tarafı’ olmayı seçen siyasetçilerin beyanlarına bakarak “Acaba Türkiye yeni Anayasa’sına hazır değil mi?” diye umutsuzluğa kapılmak için herhalde erkendir. Böylesi karamsarlık anlarında realitemizi hatırlama açısından değerli tarihçimiz İlber Ortaylı’nın NPQ Türkiye dergisinde Nihal Kemaloğlu ile sohbetindeki şu tespitini akla getirmekte yarar var:
“Henüz siyaset ve hukuk kültürünün uzlaşma kurumları, kontrat kurumları oturmadı. Türklerin akit kurumları noter akitleriyle sınırlıdır. Hukuk kültürümüz o kadardır. Yine de demokratik hukuk sistemine bir şekilde geçilmiştir; ancak bunu zedeleme gayretleri vardır. Hukuk dışı ihlaller vardır. Bunun sarsıntısı daha devam eder. Önlemenin imkânı da yoktur.
Bazı toplumlar çok daha büyük sarsıntılarla ve çok daha büyük bedeller ödeyerek bu süreçleri aşıyorlar. Türkiye toplumu kabuk değişimini gayet pragmatist biçimde gerçekleştiriyor.” (NPQ Türkiye Cilt:8 Sayı:5)
İlber Hoca’nın ağzına sağlık. Şike kanunu da, üniversitelerde türbanın serbest bırakılması da, ÖSS’deki katsayı eşitlemesi de bu pragmatizmin ürünleridir. Aynı refleksi eğer taraflar katılım göstermezse, anlaşılan o ki AK Parti tek başına göstererek sonuca ulaşacaktır.
Benetton Chavez’i güldürdü
Bana sorarsanız her biri son derece itici ve insana makabr (ölümcül) bir duygu veren ve zaten elde edilmiş olan bilinirliği biraz daha artırma dışında ne işe yaradığı anlaşılmayan Benetton reklamlarının sonuncusu Chavez’i bir hayli güldürmüş.
Batı’nın içine düştüğü sefil durumlar karşısında keyfini esirgemeyen Chavez bu kez de Benetton’un, Papa 16. Benedikt ve Kahireli bir imamı öpüştürdüğü için Vatikan’ı öfkelendiren reklam fotoğrafları dizisinde yer alan Obama ile dudak dudağa getirildiği fotomontajlanmış reklam gösterildiğinde kahkahayı atarak “İyi bir şaka. Benetton’un yılbaşında bana bir hediye göndermesi gerekir” diye espri yapmış.
Benetton’u Allah korumuş. Demek ki Chavez onları Başkan Bush’tan daha çok seviyormuş. Çünkü bir keresinde televizyondan alenen birkaç kere “Sen bir eşeksin Mr. Bush” diye seslenip durmuştu…
“Türkler Almanya’da iktidara geldi”
Avrupa’da, özellikle de Almanya’da ne zaman başarılı bir Türk kökenli Alman bir yerlere gelse, bizimkilere bir haller oluyor. Zannediyorlar ki Türkler iktidara geldi. Alman Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) Genel Kurultayı'nda parti genel başkan yardımcılığına seçilen Aydan Özoğuz Hanımla ilgili şu sıra hallenmiş durumdayız: Türkler iktidara geldi…
Aynı aşağılık kompleksiyle Obama, başkan olduğunda da “Müslüman mazlum bir zenci, bizim Hüseyin başkan oldu. Dünyada Müslümanlar yırttı” diye sevinmişlerdi. “Ben Almanım” diye tepinen Mehmet Scholl’a da ille Türklük yakıştırmaya çalıştık durduk. Mesut gibi ve diğer Türk kökenli Alman futbolcular gibi…
Dün sabah CNN Türk’de Frau Özoğuz’la yapılan canlı bir söyleşiye tanık oldum. Kadıncağız aslanlar gibi Alman. Aksi de düşünülemez zaten.
Frank Sinatra, Dean Martin, Robert de Niro, Al Pacino ne kadar İtalyanlarsa, bu arkadaşlar da o kadar Türk.
“Türkiye’de 63 siyasi parti var. Şu ana kadar üç partiyi dinleyebildik. Vakit geçiyor. Bu işin uzamaması için kim ne söyleyecekse bu sürede söylemeli. Zaman kısa deniyorsa, 30 yıllık konuda 30 cümlelik beklenti ortaya koyamıyorsak halen bu işin çok gerisindeyiz, demektir.”
Meclis’te üç komisyon Anayasa konusunda çalışıyormuş. 12 kişi haftada en az iki gün toplanıyormuş.
2012 yılı, bu ülkenin dünya üzerindeki duruşunu belirginleştirecek gelecek tasarımının önünü açabilecek ‘bize has bir yerli Anasaya’nın oluşturulduğu bir yıl olarak tarihe geçmeli. Bunun için herkesin ‘konuşması’ lazım. ‘30 cümlelik beklenti’lerle peynir gemisinin yürümeyeceği aşikâr. Siyasi partilerin, STK’ların, üniversitelerin vs. ortaya koyacakları ‘büyük fikirler’in ‘konu yönetimi’ yapılarak güçlü bir kamuoyu oluşturmaları gerekirken böyle kapsamlı bir sorumluluğun Meclis’teki üç komisyona ‘havale edilmesini’ ve onların hazırlayacağı taslak üzerinden bu sefer neyin olmayacağı muhabbetinin başlaması mukadder gibi gözüküyor.
Ne büyük talihsizlik!..
Dibine kadar pragmatistiz
Tartışmanın parçası olmak yerine, siyasi tercihlerini aşmayı beceremeyip tartışmanın ‘tarafı’ olmayı seçen siyasetçilerin beyanlarına bakarak “Acaba Türkiye yeni Anayasa’sına hazır değil mi?” diye umutsuzluğa kapılmak için herhalde erkendir. Böylesi karamsarlık anlarında realitemizi hatırlama açısından değerli tarihçimiz İlber Ortaylı’nın NPQ Türkiye dergisinde Nihal Kemaloğlu ile sohbetindeki şu tespitini akla getirmekte yarar var:
“Henüz siyaset ve hukuk kültürünün uzlaşma kurumları, kontrat kurumları oturmadı. Türklerin akit kurumları noter akitleriyle sınırlıdır. Hukuk kültürümüz o kadardır. Yine de demokratik hukuk sistemine bir şekilde geçilmiştir; ancak bunu zedeleme gayretleri vardır. Hukuk dışı ihlaller vardır. Bunun sarsıntısı daha devam eder. Önlemenin imkânı da yoktur.
Bazı toplumlar çok daha büyük sarsıntılarla ve çok daha büyük bedeller ödeyerek bu süreçleri aşıyorlar. Türkiye toplumu kabuk değişimini gayet pragmatist biçimde gerçekleştiriyor.” (NPQ Türkiye Cilt:8 Sayı:5)
İlber Hoca’nın ağzına sağlık. Şike kanunu da, üniversitelerde türbanın serbest bırakılması da, ÖSS’deki katsayı eşitlemesi de bu pragmatizmin ürünleridir. Aynı refleksi eğer taraflar katılım göstermezse, anlaşılan o ki AK Parti tek başına göstererek sonuca ulaşacaktır.
Benetton Chavez’i güldürdü
Bana sorarsanız her biri son derece itici ve insana makabr (ölümcül) bir duygu veren ve zaten elde edilmiş olan bilinirliği biraz daha artırma dışında ne işe yaradığı anlaşılmayan Benetton reklamlarının sonuncusu Chavez’i bir hayli güldürmüş.
Batı’nın içine düştüğü sefil durumlar karşısında keyfini esirgemeyen Chavez bu kez de Benetton’un, Papa 16. Benedikt ve Kahireli bir imamı öpüştürdüğü için Vatikan’ı öfkelendiren reklam fotoğrafları dizisinde yer alan Obama ile dudak dudağa getirildiği fotomontajlanmış reklam gösterildiğinde kahkahayı atarak “İyi bir şaka. Benetton’un yılbaşında bana bir hediye göndermesi gerekir” diye espri yapmış.
Benetton’u Allah korumuş. Demek ki Chavez onları Başkan Bush’tan daha çok seviyormuş. Çünkü bir keresinde televizyondan alenen birkaç kere “Sen bir eşeksin Mr. Bush” diye seslenip durmuştu…
“Türkler Almanya’da iktidara geldi”
Avrupa’da, özellikle de Almanya’da ne zaman başarılı bir Türk kökenli Alman bir yerlere gelse, bizimkilere bir haller oluyor. Zannediyorlar ki Türkler iktidara geldi. Alman Sosyal Demokrat Parti'nin (SPD) Genel Kurultayı'nda parti genel başkan yardımcılığına seçilen Aydan Özoğuz Hanımla ilgili şu sıra hallenmiş durumdayız: Türkler iktidara geldi…
Aynı aşağılık kompleksiyle Obama, başkan olduğunda da “Müslüman mazlum bir zenci, bizim Hüseyin başkan oldu. Dünyada Müslümanlar yırttı” diye sevinmişlerdi. “Ben Almanım” diye tepinen Mehmet Scholl’a da ille Türklük yakıştırmaya çalıştık durduk. Mesut gibi ve diğer Türk kökenli Alman futbolcular gibi…
Dün sabah CNN Türk’de Frau Özoğuz’la yapılan canlı bir söyleşiye tanık oldum. Kadıncağız aslanlar gibi Alman. Aksi de düşünülemez zaten.
Frank Sinatra, Dean Martin, Robert de Niro, Al Pacino ne kadar İtalyanlarsa, bu arkadaşlar da o kadar Türk.