İşte İnsan! işte reklam!
22 ŞUBAT 2004
Ne zaman Sabah’ın reklamlarından, yaptığı olumlu işlerden burada övgüyle söz etsem, bir tür rahatsızlık hissine kapılıyorum. “Misafirin yanında insan kendi çocuğunu sevmez, ondan övgüyle söz etmez” kültürü ile yetişmişiz bir kere... Bırakın misafiri, aile büyüklerinin yanında bile anne babadan muhabbet görmek mümkün değildi. Bu nedenle kendi çocuklarını öven konukların yanında haksızlığa uğradığımı düşünür dururdum.
Sabah’ın çalışan ve iş dünyasına yönelik Pazar gazetesi İşte İnsan’ın reklamları üzerine iki kelam etmezsem, kendi arkadaşlarımıza çok ciddi haksızlık etmiş olacağımızı düşünüyorum.
Türk TV’lerinin şu sıra en iyi dizisi “Bir İstanbul Masalı”. Dizide Arhan’ların iki oğlunu canlandıran Mehmet Aslantuğ ve Ozan Güven biraz avam bir deyişle “cuk” oturmuşlar reklam filmine. En az onlar kadar yönetici sekreteri de başarılı. Kilit mesajı mükemmel taşıyorlar. Şöhret kullanmanın tüm dezavantajları ustalıkla aşılmış. Yani ürünün önüne geçip onu ezmeleri engellenmiş. Hemen yanında duruyorlar. Belki de dizideki kimlikleriyle oynamış oldukları için. Belki de filmde yakalanmış olan yüksek ritm nedeniyle. Hem iletişimden biraz anlayan biri olarak hem de seyirci gözüyle işe hayranlık duyarak izliyorum. Sabah Prodüksiyon ekibi ve yaratıcı direktörleri Özkan Binol’u, yönetmenleri Işıl R. Karaman’ı yürekten kutluyorum. Fikir kime aitse onu da...
Bildiğim kadarıyla İşte İnsan, sadece İstanbul’da değil, Sakarya, Bursa, İzmit, Tekirdağ, Bolu, Eskişehir, Zonguldak gibi iş dünyasının yoğun olduğu kesimlerde de dağıtıma giriyor. Türkiye’nin İsanbul’dan ibaret olmadığını fark eden Anadolu Sigorta, İş Bankası, Kiler, Tansaş, Vakko gibi irili ufaklı 150’ye yakın kuruluş, iş teklifleriyle ilk sayıda yer almışlar. Umarız 16 sayfa ile başlayan yayın, gelişmiş ülkelerdeki benzerleri gibi yüzlerce sayfaya ulaşır.
Benzer övgüleri Altan Erkekli’nin rol aldığı genel reklam filmi için dile getiremeyeceğim. O filmde mesajı iyi taşıyor ama, ağızda buruk bir lezzet bırakarak... Dizide Arhanların şoförünü canlandıran Erkekli, bu kez ailesi ile birlikte rol alıyormuş gibi yapıyor(!). Yani bir aile var reklamda ama o aile, dizideki aile değil. Benzeri... Herhalde tasarruf nedeniyle diğer oyuncular alınamamış, ama olmamış. Bu sayfayı izleyenler çok iyi bilir. Dünyada ‘mış’ gibi yapma dönemi biteli yıllar oldu. İmaj yaratma, yönetme işi, atlı tramvaylar kadar demode... Bu gibi durumlarda insanlar ayaklarının altından halı çekiliyormuş gibi hissediyorlarmış.
Bu arada bir küçük uyarı da İşte İnsan’ı hazırlayan arkadaşlara: Reklam filmi çıtayı o kadar yukarılara koydu ki, hepimizin beklentisi o yayınla ilgili çok yüksek. Vaad ve güven düşman kardeşler gibidir. Güven vaadin hemen yanında durmazsa birbirlerini yiyiverirler. Özellikle iletişim ve iş dünyasını çok yakından ilgilendirme ve etkileme potansiyeline sahip olan İşte İnsan’ı heyecanla bekliyor ve başarılar diliyorum.
Cem, ahlak bekçiliği değil, işini yapmalı
Son günlerin en şirin ve başarılı reklamlarını yapan, Cem Yılmaz’ın gerek oyunculuğu gerekse PR çalışmalarıyla büyük katma değer getirdiği Doritos Alaturka’yı bir tehlike bekliyor...
İlk izlediğimde yazmıştım: Cem Yılmaz ürünün önüne geçmeden mesajı mükemmel veriyor! Benden mi duydu kullandı, kendisi mi buldu, bilemem. Cem, aynı lafları reklamda da kullandı sonra. Buraya kadar iyi. Şimdi gelelim tehlikeye...
Geçenlerde Cem Yılmaz bir TV programında, gıda sektöründe sağlıksız ve kaçak iş yapanların bu reklam filminde kendisinin duruşu nedeniyle şirin gösterildiğini; bunu gelecek bölümlerde, örneğin karakolda düzelteceklerini söyledi. İşte tehlike burada.
Çünkü Cem’in canlandırdığı hiç bir kişilik seyirci tarafından olumsuz algılanmaz. “Her şey çok güzel olacak” filmini hatırlayın. Cem’in canlandırdığı tipin neresi olumluydu. Ama biz onu çok sevdik. Cem’in ve Doritos yöneticilerinin hemen bu kompleksi üstlerinden atmaları gerek. Ahlak bekçiliğ değil, işlerini yapmalılar.
Cem’i yıllardır tanırım ve izlerim. Yaptığı işin hem içinde hem dışında olmayı başaran ender sanatçılardan biridir o. Özel hayatından da öyledir. Sıradan günlük davranışlarında bile bu ikilemden bir mizah çıkarmayı başarır. İlle de benzetmek gerekirse, Charlie Chaplin ustalığında becerir bu işi.
Şimdi etraftan bir iki eleştiri geldi diye ders vermeye kalkarsa, yapay olur; kendine de ürüne de zarar verir...
Külot mu, orkid mi, pet mi?
Şu sıra TV’lerde pet reklamlarından geçilmiyor. Ben de kıyasla yapma keyfini sonuna kadar çıkarıyorum.
Geçenlerde TV’de izlediğim bir iki dizi arasında (Bir İstanbul Masalı, Kurtlar Sofrası, Ekmek Teknesi, Kurşun Yarası, 24) küçük bir oyun oynayayım dedim. Bizim evde iki bayan var: Eşim ve kızım. Ekranda Alldays reklamı dönüyor. Hani bir yerinde bayanların gün içinde iç çamaşırlarını da değiştirmeleri gerektiğinden söz eden reklam. Zaten bir yerinde de Alldays paketinin içine giren külotlar gösteriliyor.
Reklam bitti. Dedim ki, “Ne hoş bir külot reklamı!”... Kızım ve eşim hemen atladılar: “O külot reklamı değil. Orkid reklamı!”...
Baktım ki tuttu. Şirketteki kız arkadaşlara aynı numarayı yaptım. Sonuç %50... Yani yarısı, “Bu külot değil orkid reklamı” diyor...
Buyurun cenaze namazına... Ciddi bir iletişim kazası. Bunda suç tabii ki Orkid’in değil, Alldays’in... Jacobs reklamı yapıp, Nescafe diye ; ya da Wilkinson reklamı yapıp Gillette diye algılatmak gibi bir şey. Yani tehlikeli. Alldays diye bağırıp durursunuz, Orkid’i sattırıverirsiniz. İlgili arkadaşların ‘Algılama yönetiminin 9 kuralı’na bir kez daha göz atmalarında yarar var...
Dönüşü muhteşem oldu
Ya ben uzun zamandır konsere gitmiyorum ya da bu gerçekten muhteşem bir şeydi. Sadece çok iyi tasarlanmış şovu değil hepsi hit olmaya namzet yeni parçalarıyla binlerce kişiyi büyüledi Gülben Ergen.
Kıyafet değişimi için verilen aralar biraz uzundu. Arada çıkan dansçılar biraz amatördü. Sponsorlar yeterince gösterilmedi vs. Eleştirmek isteyen bazı ayrıntılara takılıp kalabilir. Bizi ilgilendiren üç eksen var: Birincisi bu gösterinin önceden yapılmış reklam ve PR’ı; ikincisi Maydonoz Showland’e toplanan insan kalite ve sayısı; üçüncüsü konserden sonra insanların ağızlarında kalan lezzet ve algılama düzeyi.
Bizi ilgilendiren bu üç alanda geçer not aldı Gülben Hanım. Konsere ve yeni CD’sine adını verdiği “Uçacaksın”ın yanısıra “Ayrılamam”, “Kandıramazsın”, “Yasa” gibi parçalar, Maydonoz’un devasa salonunu tıklım tıklım dolduran binlerce kişinin daha o akşam ağzına takılıp kaldı.
Güçlü bir iletişim ekibiyle çalıştığını bildiğimiz Ergen, bu süreçte hiç mi hata yapmadı? Yaptı tabii. Üreten insan hata yapar. Neydi onlar: 1. Tanıtımı sadece raket reklamlarla ve verdiği üç tane röprotajla yaptı. Medyaya reklam girmedi. Salonu doldurdu ama yetmez. CocaCola en çok bilinen ve satan marka. Reklamı durduruyor mu? Medyaya reklam girseydi, medyanın da ona duyarlılığı artardı. 2. CD’nin piyasaya çıkış takvimini ayarlayamadı. İletişim var. Ürün yok. Bugün sordum. Bu hafta gelecek, diyorlar. Olmaz. Belki konseri ertelemesi bile yerinde olurdu. Aymar’ın başına da böyle bir iş gelmişti geçmişte. Biraz daha gecikirlerse, tüm emek boşa gider. 3. Yeni CD’den bazı parçalardan tadımlık bir demeti, prodüksiyon firması bir TV reklamı içinde son bir hafta bombardıman halinde dönmeliydi...
Bütün bunlar için hâlâ geç değil. Çünkü Gülben Ergen’in bu son CD’si her türlü övgüyü fazlasıyla hak ediyor.
Dünya markası böyle olunur
Neyse ki, şu ‘dünya markası’ kompleksinden kurtulmuş Beko! Pırıl pırıl, sevecen, içten bir reklam filmi yapmış. Bizimle alakası olamayan uzaylılardan bıkkınlık gelmişti. Metrodaki o iki genç o tüm teknolojik ifade biçimlerine rağmen o kadar sahici ki... Bu nedenle de iletilmek istenen mesaj hiç bir değer kaybetmeden yerine ulaşıyor.
Önlerinde duran, birbirlerinin fotoğraflarını çektikleri diz üstü bilgisayar son derece tahrik edici.
Yaratılan algılama, hem evrensel hem bizden. Hem teknolojik gelişime yönelik hem beşeri sıcak ilişkiye dayalı. Hem merak uyandırıcı, hem tanıdık.
Dünya markası gerçeği işte böyle anlatılır hedef kitleye. Uzayda bulaşık çamaşır yıkayıp, takla atarak ve ben ‘dünya markasıyım’ diye bağırarak değil.
Sabah’ın çalışan ve iş dünyasına yönelik Pazar gazetesi İşte İnsan’ın reklamları üzerine iki kelam etmezsem, kendi arkadaşlarımıza çok ciddi haksızlık etmiş olacağımızı düşünüyorum.
Türk TV’lerinin şu sıra en iyi dizisi “Bir İstanbul Masalı”. Dizide Arhan’ların iki oğlunu canlandıran Mehmet Aslantuğ ve Ozan Güven biraz avam bir deyişle “cuk” oturmuşlar reklam filmine. En az onlar kadar yönetici sekreteri de başarılı. Kilit mesajı mükemmel taşıyorlar. Şöhret kullanmanın tüm dezavantajları ustalıkla aşılmış. Yani ürünün önüne geçip onu ezmeleri engellenmiş. Hemen yanında duruyorlar. Belki de dizideki kimlikleriyle oynamış oldukları için. Belki de filmde yakalanmış olan yüksek ritm nedeniyle. Hem iletişimden biraz anlayan biri olarak hem de seyirci gözüyle işe hayranlık duyarak izliyorum. Sabah Prodüksiyon ekibi ve yaratıcı direktörleri Özkan Binol’u, yönetmenleri Işıl R. Karaman’ı yürekten kutluyorum. Fikir kime aitse onu da...
Bildiğim kadarıyla İşte İnsan, sadece İstanbul’da değil, Sakarya, Bursa, İzmit, Tekirdağ, Bolu, Eskişehir, Zonguldak gibi iş dünyasının yoğun olduğu kesimlerde de dağıtıma giriyor. Türkiye’nin İsanbul’dan ibaret olmadığını fark eden Anadolu Sigorta, İş Bankası, Kiler, Tansaş, Vakko gibi irili ufaklı 150’ye yakın kuruluş, iş teklifleriyle ilk sayıda yer almışlar. Umarız 16 sayfa ile başlayan yayın, gelişmiş ülkelerdeki benzerleri gibi yüzlerce sayfaya ulaşır.
Benzer övgüleri Altan Erkekli’nin rol aldığı genel reklam filmi için dile getiremeyeceğim. O filmde mesajı iyi taşıyor ama, ağızda buruk bir lezzet bırakarak... Dizide Arhanların şoförünü canlandıran Erkekli, bu kez ailesi ile birlikte rol alıyormuş gibi yapıyor(!). Yani bir aile var reklamda ama o aile, dizideki aile değil. Benzeri... Herhalde tasarruf nedeniyle diğer oyuncular alınamamış, ama olmamış. Bu sayfayı izleyenler çok iyi bilir. Dünyada ‘mış’ gibi yapma dönemi biteli yıllar oldu. İmaj yaratma, yönetme işi, atlı tramvaylar kadar demode... Bu gibi durumlarda insanlar ayaklarının altından halı çekiliyormuş gibi hissediyorlarmış.
Bu arada bir küçük uyarı da İşte İnsan’ı hazırlayan arkadaşlara: Reklam filmi çıtayı o kadar yukarılara koydu ki, hepimizin beklentisi o yayınla ilgili çok yüksek. Vaad ve güven düşman kardeşler gibidir. Güven vaadin hemen yanında durmazsa birbirlerini yiyiverirler. Özellikle iletişim ve iş dünyasını çok yakından ilgilendirme ve etkileme potansiyeline sahip olan İşte İnsan’ı heyecanla bekliyor ve başarılar diliyorum.
Cem, ahlak bekçiliği değil, işini yapmalı
Son günlerin en şirin ve başarılı reklamlarını yapan, Cem Yılmaz’ın gerek oyunculuğu gerekse PR çalışmalarıyla büyük katma değer getirdiği Doritos Alaturka’yı bir tehlike bekliyor...
İlk izlediğimde yazmıştım: Cem Yılmaz ürünün önüne geçmeden mesajı mükemmel veriyor! Benden mi duydu kullandı, kendisi mi buldu, bilemem. Cem, aynı lafları reklamda da kullandı sonra. Buraya kadar iyi. Şimdi gelelim tehlikeye...
Geçenlerde Cem Yılmaz bir TV programında, gıda sektöründe sağlıksız ve kaçak iş yapanların bu reklam filminde kendisinin duruşu nedeniyle şirin gösterildiğini; bunu gelecek bölümlerde, örneğin karakolda düzelteceklerini söyledi. İşte tehlike burada.
Çünkü Cem’in canlandırdığı hiç bir kişilik seyirci tarafından olumsuz algılanmaz. “Her şey çok güzel olacak” filmini hatırlayın. Cem’in canlandırdığı tipin neresi olumluydu. Ama biz onu çok sevdik. Cem’in ve Doritos yöneticilerinin hemen bu kompleksi üstlerinden atmaları gerek. Ahlak bekçiliğ değil, işlerini yapmalılar.
Cem’i yıllardır tanırım ve izlerim. Yaptığı işin hem içinde hem dışında olmayı başaran ender sanatçılardan biridir o. Özel hayatından da öyledir. Sıradan günlük davranışlarında bile bu ikilemden bir mizah çıkarmayı başarır. İlle de benzetmek gerekirse, Charlie Chaplin ustalığında becerir bu işi.
Şimdi etraftan bir iki eleştiri geldi diye ders vermeye kalkarsa, yapay olur; kendine de ürüne de zarar verir...
Külot mu, orkid mi, pet mi?
Şu sıra TV’lerde pet reklamlarından geçilmiyor. Ben de kıyasla yapma keyfini sonuna kadar çıkarıyorum.
Geçenlerde TV’de izlediğim bir iki dizi arasında (Bir İstanbul Masalı, Kurtlar Sofrası, Ekmek Teknesi, Kurşun Yarası, 24) küçük bir oyun oynayayım dedim. Bizim evde iki bayan var: Eşim ve kızım. Ekranda Alldays reklamı dönüyor. Hani bir yerinde bayanların gün içinde iç çamaşırlarını da değiştirmeleri gerektiğinden söz eden reklam. Zaten bir yerinde de Alldays paketinin içine giren külotlar gösteriliyor.
Reklam bitti. Dedim ki, “Ne hoş bir külot reklamı!”... Kızım ve eşim hemen atladılar: “O külot reklamı değil. Orkid reklamı!”...
Baktım ki tuttu. Şirketteki kız arkadaşlara aynı numarayı yaptım. Sonuç %50... Yani yarısı, “Bu külot değil orkid reklamı” diyor...
Buyurun cenaze namazına... Ciddi bir iletişim kazası. Bunda suç tabii ki Orkid’in değil, Alldays’in... Jacobs reklamı yapıp, Nescafe diye ; ya da Wilkinson reklamı yapıp Gillette diye algılatmak gibi bir şey. Yani tehlikeli. Alldays diye bağırıp durursunuz, Orkid’i sattırıverirsiniz. İlgili arkadaşların ‘Algılama yönetiminin 9 kuralı’na bir kez daha göz atmalarında yarar var...
Dönüşü muhteşem oldu
Ya ben uzun zamandır konsere gitmiyorum ya da bu gerçekten muhteşem bir şeydi. Sadece çok iyi tasarlanmış şovu değil hepsi hit olmaya namzet yeni parçalarıyla binlerce kişiyi büyüledi Gülben Ergen.
Kıyafet değişimi için verilen aralar biraz uzundu. Arada çıkan dansçılar biraz amatördü. Sponsorlar yeterince gösterilmedi vs. Eleştirmek isteyen bazı ayrıntılara takılıp kalabilir. Bizi ilgilendiren üç eksen var: Birincisi bu gösterinin önceden yapılmış reklam ve PR’ı; ikincisi Maydonoz Showland’e toplanan insan kalite ve sayısı; üçüncüsü konserden sonra insanların ağızlarında kalan lezzet ve algılama düzeyi.
Bizi ilgilendiren bu üç alanda geçer not aldı Gülben Hanım. Konsere ve yeni CD’sine adını verdiği “Uçacaksın”ın yanısıra “Ayrılamam”, “Kandıramazsın”, “Yasa” gibi parçalar, Maydonoz’un devasa salonunu tıklım tıklım dolduran binlerce kişinin daha o akşam ağzına takılıp kaldı.
Güçlü bir iletişim ekibiyle çalıştığını bildiğimiz Ergen, bu süreçte hiç mi hata yapmadı? Yaptı tabii. Üreten insan hata yapar. Neydi onlar: 1. Tanıtımı sadece raket reklamlarla ve verdiği üç tane röprotajla yaptı. Medyaya reklam girmedi. Salonu doldurdu ama yetmez. CocaCola en çok bilinen ve satan marka. Reklamı durduruyor mu? Medyaya reklam girseydi, medyanın da ona duyarlılığı artardı. 2. CD’nin piyasaya çıkış takvimini ayarlayamadı. İletişim var. Ürün yok. Bugün sordum. Bu hafta gelecek, diyorlar. Olmaz. Belki konseri ertelemesi bile yerinde olurdu. Aymar’ın başına da böyle bir iş gelmişti geçmişte. Biraz daha gecikirlerse, tüm emek boşa gider. 3. Yeni CD’den bazı parçalardan tadımlık bir demeti, prodüksiyon firması bir TV reklamı içinde son bir hafta bombardıman halinde dönmeliydi...
Bütün bunlar için hâlâ geç değil. Çünkü Gülben Ergen’in bu son CD’si her türlü övgüyü fazlasıyla hak ediyor.
Dünya markası böyle olunur
Neyse ki, şu ‘dünya markası’ kompleksinden kurtulmuş Beko! Pırıl pırıl, sevecen, içten bir reklam filmi yapmış. Bizimle alakası olamayan uzaylılardan bıkkınlık gelmişti. Metrodaki o iki genç o tüm teknolojik ifade biçimlerine rağmen o kadar sahici ki... Bu nedenle de iletilmek istenen mesaj hiç bir değer kaybetmeden yerine ulaşıyor.
Önlerinde duran, birbirlerinin fotoğraflarını çektikleri diz üstü bilgisayar son derece tahrik edici.
Yaratılan algılama, hem evrensel hem bizden. Hem teknolojik gelişime yönelik hem beşeri sıcak ilişkiye dayalı. Hem merak uyandırıcı, hem tanıdık.
Dünya markası gerçeği işte böyle anlatılır hedef kitleye. Uzayda bulaşık çamaşır yıkayıp, takla atarak ve ben ‘dünya markasıyım’ diye bağırarak değil.