İçimde bir buruk sevinç...
13 EKİM 2006
Neden doğru dürüst sevinemiyorum acaba... Oysa sevinmeyi, bu hafta sonu arkadaşlarla oturup sabahlara kadar dünya edebiyatı içinde Türk edebiyatının yerini tartışmayı ne kadar çok isterdim... Bir Türk’ün Nobel’i alması sevinilecek bir şey değil mi?.. Oysa sevinememe nedenim zaten bu cümle içinde gizli herhalde... Orhan Pamuk’un kendini ne kadar Türk olarak konumladığında, ne kadar Türk kültürünü yansıttığında, ona sahip çıktığında...
Orhan Pamuk’un eserlerini yayınlayan İletişim Yayınlarının editörü Prof. Dr. Ahmet İnsel dün NTV’de altını çiziyordu: “Nobel Türk edebiyatına değil, Orhan Pamuk’a verildi. Bu arada Pamuk, şahsında Türk edebiyatının da gereken payı aldığını düşünüyor!”...
Böyle bir pay mı var? Yoksa Batı Pamuk’u, Pamuk Türk değil Batı tezlerinin savunuculuğunu neredeyse onlardan iyi yaptı diye mi bu ödüle layık gördü?
Edebi yetenek tartışmasını kimse yapmıyor. Bizim de haddimize değil. Edebi yetenek zaten ‘default’ (fabrika çıkışı) olarak kabul ediliyor ve aynı kalitede binlerce yazar olduğu söyleniyor. Peki, ipi kim göğüslüyor? Batı’nın bizatihi kendisi Nobel’in verilişinin arkasında kesinlikle edebiden çok politik kaygılarla hareket edildiğini iddia ediyor... Son 30 yılda verilmiş Nobel ödüllerini alt alta yazmışlar. Ortaya çıkan manzara işin siyasi boyutunun ne kadar belirgin olduğunun altını çiziyor. İsveç Akademisi’nin son ödül için gerekçesi de şöyle:“Kendi şehrinin melankolik ruhunun arayışında Pamuk, kültürlerin çatışması ve birbirine karışması için yeni semboller keşfetti.”
İşte budur!.. Mükemmel gerekçe!.. Ve ben bu gerekçeye üzülüyor olabilirim; herhalde içim onun için buruktur... Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen dün TV’lere yaptığı açıklamada dedi ki: “Diğer konularda yaptığı konuşmalar beni ilgilendirmez; bu bence Türkçe’nin aldığı ödüldür...” İşte ben bu tespitle de mutabık değilim. Ödül Türk diline verilmemiştir. Belki de içim biraz da bu yüzden buruk...
Nihayet, Pamuk’a verilen ödülle, Fransa’nın ‘Ermeni soykırımı yoktur’ diyenlere ceza uygulamasını ön gören yasanın aynı gün, yaklaşık aynı saatlerde kamu oyuna duyurulmaları da buruk hissetmeme sebep olabilir. Hani Pamuk da PKK ve Ermeni tezleri konusunda ‘onlar’ gibi düşündüğünü defalarca açıklamıştı ya...
Tüm içimin burukluğuna rağmen kutluyorum Orhan Pamuk’u... Yine de seviniyorum. Ne de olsa romanlarını Türkçe yazmıştı; fikirleri Türkçe olmasa da...
Tek kurtuluş yolu: İnzivaya çekilmek
İletişimde en kritik nokta, marka vaadi ile fiili durum arasında fark olduğu zaman ortaya çıkar. Cüppeli Ahmet Hoca'nın son durumunu da bu çerçevede ele almak gerekir. Her iş adamı ya da ünlü kendisi ve/veya başkasının markasını yönetmek durumunda olan herkesin çıkaracağı dersler var bu olayda. Cüppeli Ahmet Hoca verdiği vaazlarda Malta'da yaşadıklarını radikal bir şekilde reddetmese başına bunlar gelmeyecekti. Peki başına bunlar geldi; ikinci hata devreye giriyor; Cüppeli Ahmet Bey başlıyor kıvırmaya... Yok müridi ısrar etmiş. Aslında şeker hastası olduğu için gözleri plajdaki cinsi latifleri görmemişmiş vb. İnanç dünyasının örgütlü temsilcileri pek çok şeyi bilmiyorlar; tamam da, iletişimi hiç bilmiyorlar. Çömlek patladığında; yakalandığında; kaçış noktası kalmadığında tek yapılacak şeyin gerçekle, gerçeğin tamamıyla yüzleşmek ve gereken tüm bedelleri ödemek olduğunu bilmiyorlar. Cüppeli Ahmet Efendi bilseydi; sadece bir çuval inciri berbat etmekle kalırdı; bütün bir ambarı batırmazdı... Bundan sonra onu iletişimciler bile kurtaramaz; uzunca bir süre, şöyle 15-20 yıl inzivaya çekilmeyi tavsiye ederiz kendisine. Böylece hem kendisini kurtarmış olur; hem de çevresindekileri
Amma iddia ha!..
Nestle’nin Coffee-mate reklamında çok ilginç bir sahne var. Ünlü balet Tan Sağtürk bir iki figür yaptıktan sonra kameralara dönüp diyor ki: “Ben dans ederim; müzik bana eşlik eder!”
Müthiş laf! Nestle’nin marka vaadi ile bu kadar uyum içinde olan başka hangi kelam olabilirdi. Eğer bu laf doğrudan Sağtürk’e aitse ona; yoksa bu lafı bulan inovatif metin yazarına kocaman bir Bravo!
Sözün klasik doğrusunun “Ben müziğe göre dans ederim” türünden bir şey olması gerektiğini; burada sanatlı bir çarpıtma, son derece bireysel bir duruş olduğunu insan belki reklamı izlerken ‘okuyamaz’... Ama bilinçaltı kurgu dedikleri yapı içinde “Ben dans ederim; müzik bana uyar!” gibi orijinal, bireysel, farklılık yaratan bir iddianın; marka karakteri ve vaadiyle birleşip; bu karakter özelliğine sahip insanlarda doğrudan satın alma kararını etkileyecek bir faktör olarak ortaya çıkacağını iddia etmek hiç de yanlış olmaz...
Kim düşündüyse aklına sağlık...
Orhan Pamuk’un eserlerini yayınlayan İletişim Yayınlarının editörü Prof. Dr. Ahmet İnsel dün NTV’de altını çiziyordu: “Nobel Türk edebiyatına değil, Orhan Pamuk’a verildi. Bu arada Pamuk, şahsında Türk edebiyatının da gereken payı aldığını düşünüyor!”...
Böyle bir pay mı var? Yoksa Batı Pamuk’u, Pamuk Türk değil Batı tezlerinin savunuculuğunu neredeyse onlardan iyi yaptı diye mi bu ödüle layık gördü?
Edebi yetenek tartışmasını kimse yapmıyor. Bizim de haddimize değil. Edebi yetenek zaten ‘default’ (fabrika çıkışı) olarak kabul ediliyor ve aynı kalitede binlerce yazar olduğu söyleniyor. Peki, ipi kim göğüslüyor? Batı’nın bizatihi kendisi Nobel’in verilişinin arkasında kesinlikle edebiden çok politik kaygılarla hareket edildiğini iddia ediyor... Son 30 yılda verilmiş Nobel ödüllerini alt alta yazmışlar. Ortaya çıkan manzara işin siyasi boyutunun ne kadar belirgin olduğunun altını çiziyor. İsveç Akademisi’nin son ödül için gerekçesi de şöyle:“Kendi şehrinin melankolik ruhunun arayışında Pamuk, kültürlerin çatışması ve birbirine karışması için yeni semboller keşfetti.”
İşte budur!.. Mükemmel gerekçe!.. Ve ben bu gerekçeye üzülüyor olabilirim; herhalde içim onun için buruktur... Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Mustafa İsen dün TV’lere yaptığı açıklamada dedi ki: “Diğer konularda yaptığı konuşmalar beni ilgilendirmez; bu bence Türkçe’nin aldığı ödüldür...” İşte ben bu tespitle de mutabık değilim. Ödül Türk diline verilmemiştir. Belki de içim biraz da bu yüzden buruk...
Nihayet, Pamuk’a verilen ödülle, Fransa’nın ‘Ermeni soykırımı yoktur’ diyenlere ceza uygulamasını ön gören yasanın aynı gün, yaklaşık aynı saatlerde kamu oyuna duyurulmaları da buruk hissetmeme sebep olabilir. Hani Pamuk da PKK ve Ermeni tezleri konusunda ‘onlar’ gibi düşündüğünü defalarca açıklamıştı ya...
Tüm içimin burukluğuna rağmen kutluyorum Orhan Pamuk’u... Yine de seviniyorum. Ne de olsa romanlarını Türkçe yazmıştı; fikirleri Türkçe olmasa da...
Tek kurtuluş yolu: İnzivaya çekilmek
İletişimde en kritik nokta, marka vaadi ile fiili durum arasında fark olduğu zaman ortaya çıkar. Cüppeli Ahmet Hoca'nın son durumunu da bu çerçevede ele almak gerekir. Her iş adamı ya da ünlü kendisi ve/veya başkasının markasını yönetmek durumunda olan herkesin çıkaracağı dersler var bu olayda. Cüppeli Ahmet Hoca verdiği vaazlarda Malta'da yaşadıklarını radikal bir şekilde reddetmese başına bunlar gelmeyecekti. Peki başına bunlar geldi; ikinci hata devreye giriyor; Cüppeli Ahmet Bey başlıyor kıvırmaya... Yok müridi ısrar etmiş. Aslında şeker hastası olduğu için gözleri plajdaki cinsi latifleri görmemişmiş vb. İnanç dünyasının örgütlü temsilcileri pek çok şeyi bilmiyorlar; tamam da, iletişimi hiç bilmiyorlar. Çömlek patladığında; yakalandığında; kaçış noktası kalmadığında tek yapılacak şeyin gerçekle, gerçeğin tamamıyla yüzleşmek ve gereken tüm bedelleri ödemek olduğunu bilmiyorlar. Cüppeli Ahmet Efendi bilseydi; sadece bir çuval inciri berbat etmekle kalırdı; bütün bir ambarı batırmazdı... Bundan sonra onu iletişimciler bile kurtaramaz; uzunca bir süre, şöyle 15-20 yıl inzivaya çekilmeyi tavsiye ederiz kendisine. Böylece hem kendisini kurtarmış olur; hem de çevresindekileri
Amma iddia ha!..
Nestle’nin Coffee-mate reklamında çok ilginç bir sahne var. Ünlü balet Tan Sağtürk bir iki figür yaptıktan sonra kameralara dönüp diyor ki: “Ben dans ederim; müzik bana eşlik eder!”
Müthiş laf! Nestle’nin marka vaadi ile bu kadar uyum içinde olan başka hangi kelam olabilirdi. Eğer bu laf doğrudan Sağtürk’e aitse ona; yoksa bu lafı bulan inovatif metin yazarına kocaman bir Bravo!
Sözün klasik doğrusunun “Ben müziğe göre dans ederim” türünden bir şey olması gerektiğini; burada sanatlı bir çarpıtma, son derece bireysel bir duruş olduğunu insan belki reklamı izlerken ‘okuyamaz’... Ama bilinçaltı kurgu dedikleri yapı içinde “Ben dans ederim; müzik bana uyar!” gibi orijinal, bireysel, farklılık yaratan bir iddianın; marka karakteri ve vaadiyle birleşip; bu karakter özelliğine sahip insanlarda doğrudan satın alma kararını etkileyecek bir faktör olarak ortaya çıkacağını iddia etmek hiç de yanlış olmaz...
Kim düşündüyse aklına sağlık...