İçimizdeki Fransızlar…
25 OCAK 2012
“Karpuz gibi ortadan ikiye bölünme sendromu” yine gündemde. Halkta değil… TV kanallarında. Frankofon ve Anglosakson (ecnebi) aydınlarımız ile tasallut cenderesindeki milliyetçi tayfası, Fransa’nın kabul ettiği yasa üzerine ahkâm kesiyorlar…
İki tarafı da dinlerken bazen kulaklarıma inanamıyorum. Bir Asala militanı çıkıp bozuk plak gibi düşüncelerini tekrarlasa ancak bu kadar sabır sınırlarını zorlayabilir. Yasayı Fransa meclisine getiren hanımefendi bile bizim Frankofonlar gibi ajitasyon – propaganda yapmıyordu…
Pazartesi akşamı AK Parti Urfa Milletvekili Doç. Dr. Zeynep K. Uslu hanımın Suada’da verdiği bir davet vardı. Akdeniz İçin Birlik Parlamenter Asamblesi çerçevesinde Türkiye’nin evsahipliğinde buluşan Ekonomik ve Mali Konular, Sosyal İşler ve Eğitim Komitesi, Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerden ve AB’den 30’a yakın milletvekilini bir araya getirmişti. Yemekte solumda Bulgar, karşısında Ürdünlü, onun yanında Avusturyalı benim yanımda da Litvanyalı parlamenterler vardı. Tabii ki konu Fransa’nın kararına da geldi. Bu arkadaşların tamamı bizdeki Fransızlardan daha az Fransız bir tavır sergiliyorlardı. En azından o kadar ateşli bir şekilde sadece Türkiye’nin yaptığı hatalar üzerinde durmuyorlardı.
Meseleyi götürüp sadece Türkiye’nin iletişim konusundaki eksikliklerine bağlamak, ya da Türk’ün Türk’ten başka hiçbir dostunun olmadığından dem vurmak sadece bizim ortadan yine ikiye bölünmüş aydın takımımızın işi…
Yaşadığımız bölgede güçlü ve sorunlarını çözmüş bir Türkiye’nin kimin işine gelip kimin gelmediğini masaya yatıran bir tartışma programına ne yazık ki rastlamak kısmet olmadı…
Yeni Anayasa’ya en çok kimlerin ihtiyacı var?...
Genel Yayın Yönetmenimiz İsmail Küçükkaya’nın Pazartesi günkü ‘Yeni Anayasa mümkün mü? İşte Başbakan’ın stratejisi’ başlıklı yazısı, şu belirsizlik ortamında kafalara ‘netlik ayarı’ yapabilecek bir bakış açısı getirmesi açısından yeniden yeniden okunmalı. Malum, 2012 Anayasası’nın mümkün olup olmadığı sorusuna ‘elbette mümkündür’ şeklinde net bir yanıt verebilecek tek bir Allah’ın kulu yok.
İsmail Küçükkaya, Başbakan’ın, ardarda gelecek seçimler öncesinde, halkın ‘oyunbozanın kim olduğunu’ görmesine zemin hazırlayacak biçimde bir siyaset stratejisi oluşturacağını ifade ediyor.
Seçilmiş ama yine de tutukluluğu süren, Meclis’e girememiş milletvekillerimizin partilerine bir bakın. Sanki onlara engel teşkil eden yasalar umurlarında değilmiş gibi bir tutum içinde değiller mi? Yeni Anayasa’ya hiç mi hiç ihtiyaçları yok gibi...
‘Aşktan anlayanar’ için PR...
Bir romanın tanıtımı, eserin özünü ‘temsili olarak’ sahnede canlandırarak yapılabilir mi? Yazar Fatih Bayhan, Atatürk ile Latife Hanım’ın 2.5 yıl boyunca çok büyük bir aşk yaşadığı iddiası ile yazdığı romanını, 29 Ocak’ta Uşakizade Köşkü’ndeki bir kokteylle ve temsili bir nikah sahnesi ile tanıtacakmış. Muhtemel tepkileri göğüslemek için de ‘Ancak aşktan anlamayanlar kızar’ demiş.
Demek ki hedef kitlesini ‘aşktan anlayanlar’ oluşturuyor.
‘Doğru bir PR çalışması’ ancak ve ancak ‘iletişim değeri’ olan bir ürün ya da hizmet için yapılabilir. Medyada görünürlüğün (publicity) her şey olduğunu sananlar, kötü iletişimin gazabıyla er ya da geç ama mutlaka burun buruna gelebileceklerini yaşayarak öğreniyorlar.
Diğer yandan tarihe mal olmuş büyük aşklar elbette popüler kültürün temel konularından biridir. Bir tek koşulla: Romanın ya da filmin bir ‘kurgu’ olduğunu unutmadan. ‘Atatürk’ün Aşkı Latife’ kitabının yazarı ise, romanını tarihe bir belge sunarmışcasına lanse ediyor: “Aralarındaki aşkın 89 yıl sonra ölümsüzleştirilmesini sağlamış olacağız.’
Elif Şafak, Mevlana’yı ya da Meral Okay, Kanuni’yi yazarken ‘aşkı ölümsüzleştirme iddiası’nda bulunmuşlar mıydı? Bulunsalardı ne kadar ciddiye alınırlardı?
İki tarafı da dinlerken bazen kulaklarıma inanamıyorum. Bir Asala militanı çıkıp bozuk plak gibi düşüncelerini tekrarlasa ancak bu kadar sabır sınırlarını zorlayabilir. Yasayı Fransa meclisine getiren hanımefendi bile bizim Frankofonlar gibi ajitasyon – propaganda yapmıyordu…
Pazartesi akşamı AK Parti Urfa Milletvekili Doç. Dr. Zeynep K. Uslu hanımın Suada’da verdiği bir davet vardı. Akdeniz İçin Birlik Parlamenter Asamblesi çerçevesinde Türkiye’nin evsahipliğinde buluşan Ekonomik ve Mali Konular, Sosyal İşler ve Eğitim Komitesi, Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerden ve AB’den 30’a yakın milletvekilini bir araya getirmişti. Yemekte solumda Bulgar, karşısında Ürdünlü, onun yanında Avusturyalı benim yanımda da Litvanyalı parlamenterler vardı. Tabii ki konu Fransa’nın kararına da geldi. Bu arkadaşların tamamı bizdeki Fransızlardan daha az Fransız bir tavır sergiliyorlardı. En azından o kadar ateşli bir şekilde sadece Türkiye’nin yaptığı hatalar üzerinde durmuyorlardı.
Meseleyi götürüp sadece Türkiye’nin iletişim konusundaki eksikliklerine bağlamak, ya da Türk’ün Türk’ten başka hiçbir dostunun olmadığından dem vurmak sadece bizim ortadan yine ikiye bölünmüş aydın takımımızın işi…
Yaşadığımız bölgede güçlü ve sorunlarını çözmüş bir Türkiye’nin kimin işine gelip kimin gelmediğini masaya yatıran bir tartışma programına ne yazık ki rastlamak kısmet olmadı…
Yeni Anayasa’ya en çok kimlerin ihtiyacı var?...
Genel Yayın Yönetmenimiz İsmail Küçükkaya’nın Pazartesi günkü ‘Yeni Anayasa mümkün mü? İşte Başbakan’ın stratejisi’ başlıklı yazısı, şu belirsizlik ortamında kafalara ‘netlik ayarı’ yapabilecek bir bakış açısı getirmesi açısından yeniden yeniden okunmalı. Malum, 2012 Anayasası’nın mümkün olup olmadığı sorusuna ‘elbette mümkündür’ şeklinde net bir yanıt verebilecek tek bir Allah’ın kulu yok.
İsmail Küçükkaya, Başbakan’ın, ardarda gelecek seçimler öncesinde, halkın ‘oyunbozanın kim olduğunu’ görmesine zemin hazırlayacak biçimde bir siyaset stratejisi oluşturacağını ifade ediyor.
Seçilmiş ama yine de tutukluluğu süren, Meclis’e girememiş milletvekillerimizin partilerine bir bakın. Sanki onlara engel teşkil eden yasalar umurlarında değilmiş gibi bir tutum içinde değiller mi? Yeni Anayasa’ya hiç mi hiç ihtiyaçları yok gibi...
‘Aşktan anlayanar’ için PR...
Bir romanın tanıtımı, eserin özünü ‘temsili olarak’ sahnede canlandırarak yapılabilir mi? Yazar Fatih Bayhan, Atatürk ile Latife Hanım’ın 2.5 yıl boyunca çok büyük bir aşk yaşadığı iddiası ile yazdığı romanını, 29 Ocak’ta Uşakizade Köşkü’ndeki bir kokteylle ve temsili bir nikah sahnesi ile tanıtacakmış. Muhtemel tepkileri göğüslemek için de ‘Ancak aşktan anlamayanlar kızar’ demiş.
Demek ki hedef kitlesini ‘aşktan anlayanlar’ oluşturuyor.
‘Doğru bir PR çalışması’ ancak ve ancak ‘iletişim değeri’ olan bir ürün ya da hizmet için yapılabilir. Medyada görünürlüğün (publicity) her şey olduğunu sananlar, kötü iletişimin gazabıyla er ya da geç ama mutlaka burun buruna gelebileceklerini yaşayarak öğreniyorlar.
Diğer yandan tarihe mal olmuş büyük aşklar elbette popüler kültürün temel konularından biridir. Bir tek koşulla: Romanın ya da filmin bir ‘kurgu’ olduğunu unutmadan. ‘Atatürk’ün Aşkı Latife’ kitabının yazarı ise, romanını tarihe bir belge sunarmışcasına lanse ediyor: “Aralarındaki aşkın 89 yıl sonra ölümsüzleştirilmesini sağlamış olacağız.’
Elif Şafak, Mevlana’yı ya da Meral Okay, Kanuni’yi yazarken ‘aşkı ölümsüzleştirme iddiası’nda bulunmuşlar mıydı? Bulunsalardı ne kadar ciddiye alınırlardı?