İki yüzlülüğün daniskası
03 Mart 2020 - Yeni Şafak
İki yüzlülük, Batı’nın fıtratının bir parçasıdır sanki. Batı kültürüyle yetişmiş biri olarak bunu hissederdim ama, aldığı boyutları bana Jürgen Todenhöfer’in “Die Grosse Heuchelei” adlı kitabını okurken dehşetler içinde kavrama fırsatı buldum. Kitabın adı bu: “Büyük İki yüzlülük”… Ne yazık ki henüz Türkçesi yayınlanmamış…
Oysa hem Batı’ya hem de ülkemizdeki Batıcılara ayna tutma özelliği had safhada… Mesela milattan sonra 500’den 1500’e kadar pislik içinde yüzen ve bu nedenle pek çok salgın hastalığa ve kitlesel ölümlere maruz kalan Batı, ne hikmetse sonradan kalkıp Doğu’ya temizlik dersi verir oldu…
‘Köle ticareti’ ya da ‘sömürgecilik’ nedeniyle milyonlarca Afrikalıyı, bir o kadar da Latin Amerikalıyı katleden Batı, dönüp Doğu’ya insan hakları ve adalet derslerine başladı…
Mülteci politikaları, küresel ısınma ve iklim değişikliği politikaları vekâlet savaşları gibi pek çok konuda dünyaya yapmadık kötülük bırakmayan Batı’nın, aynı konularda sahip olmaya çalıştığı duyarlılığı bir ‘öğreti’ hâline getirerek ortaya koydukları iki yüzlülük, kitapta yüzlerce örnekle teker teker anlatılıyor…
Bütün bunlar sadece kitabı okuduğum için takılmadı aklıma… Aslında Avrupa Birliği ve Yunanistan’ın mülteciler konusunda ortaya koydukları çifte standart ve iki yüzlülük nedeniyle bunları tekrar düşünür oldum…
Bir sorun karşısında üç maymunu oynayınca, kendilerine sorumluluk doğmayacağını düşünmeleri bu ülkelerin en büyük özelliği herhâlde…
Türkiye, tam dokuz yıldır savaştan kaçarak ülkemize sığınan 4 milyon kişiye ev sahipliği yapıyor… Kolay değil… Neredeyse bazı Avrupa ülkelerinin nüfusunun tamamına yakın…
Beslenme, barınma, eğitim, sağlık, güvenlik, entegrasyon, demografinin değişmemesi, kültürel ihtiyaçların sağlanması gibi say say bitmeyen ihtiyaçlar da beraberinde geliyor…
İnsanın canı kutsaldır. Biz bu konuda yıllarca şartlarımızı zorlayarak da olsa elimizden geleni yaptık, kendimize çizdiğimiz insani ilkeler ışında bize sığınanlar konusunda sorumluluklarımızı yerine getirdik.
Ancak, ülkemizi taşeronları gibi kullanabileceklerini zanneden Batılı ülkelerin bir yerde kendilerine getirilmeleri de şart oldu. Sınır güvenliğimiz, göçmenler ve Suriye’deki insanlık dramı konusunda yıllarca uyarılarımızı, taleplerimizi doğru düzgün dinlemedikten, yerine getirmedikten sonra ortaya çıkan bu durum, artık bir zorunluluktur.
Türkiye de madem Batı kendi sorumluluğunu bilmiyor, o zaman biz hatırlatalım dedi ve açık kapı politikası uygulamaya başladı…
Yani kimseyi ülkemizden kovmadık ama gitmek isteyene de mâni olmayacağız dedik…
Sonuç: Batı’nın iki yüzlülüğün tescili… İşine geldiği zaman Platon’un, Sokrates’in anavatanı, demokrasinin beşiği olan Yunanistan, kucağında bebekleri, yanlarında neredeyse tek bir eşya olmadan sınırdan geçmeye çalışan insanları gazla, tazyikli suyla karşılaşıyor… Cep telefonlarına “No one can cross the Greek borders” (“Yunan sınırını kimse geçemez”) diye mesajlar gönderiyor…
Avrupa Birliği’nden bir ülke de kalkıp siz ne yapıyorsunuz, bizim ilkelerimiz, bizim kurallarımız nereye gitti demiyor… Peki, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin bu sırada ne yaptığını, ne düşündüğünü bilen var mı?
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan açıkladı: “Aylar önce ben bir açıklama yaptım, ‘Eğer bir yük paylaşımına Batı girmezse kapıları açarız’ dedim ama bunlar bu işi hafife aldılar. Dediler ki ‘herhalde blöf yapıyor’. Şimdi kapıları açınca telefon telefon üstüne gelmeye başladı, ‘Kapıları kapatın’. 'Bitti o iş, artık kapılar açılmıştır. Şu anda sizler bu yükten nasibinizi alacaksınız' dedik. Dün itibarıyla rakam ciddi manada yükseldi ve yükselmeye de devam ediyor.”
Ne yazık ki bazen zor, oyunu bozuyor…
Oysa hem Batı’ya hem de ülkemizdeki Batıcılara ayna tutma özelliği had safhada… Mesela milattan sonra 500’den 1500’e kadar pislik içinde yüzen ve bu nedenle pek çok salgın hastalığa ve kitlesel ölümlere maruz kalan Batı, ne hikmetse sonradan kalkıp Doğu’ya temizlik dersi verir oldu…
‘Köle ticareti’ ya da ‘sömürgecilik’ nedeniyle milyonlarca Afrikalıyı, bir o kadar da Latin Amerikalıyı katleden Batı, dönüp Doğu’ya insan hakları ve adalet derslerine başladı…
Mülteci politikaları, küresel ısınma ve iklim değişikliği politikaları vekâlet savaşları gibi pek çok konuda dünyaya yapmadık kötülük bırakmayan Batı’nın, aynı konularda sahip olmaya çalıştığı duyarlılığı bir ‘öğreti’ hâline getirerek ortaya koydukları iki yüzlülük, kitapta yüzlerce örnekle teker teker anlatılıyor…
Bütün bunlar sadece kitabı okuduğum için takılmadı aklıma… Aslında Avrupa Birliği ve Yunanistan’ın mülteciler konusunda ortaya koydukları çifte standart ve iki yüzlülük nedeniyle bunları tekrar düşünür oldum…
Bir sorun karşısında üç maymunu oynayınca, kendilerine sorumluluk doğmayacağını düşünmeleri bu ülkelerin en büyük özelliği herhâlde…
Türkiye, tam dokuz yıldır savaştan kaçarak ülkemize sığınan 4 milyon kişiye ev sahipliği yapıyor… Kolay değil… Neredeyse bazı Avrupa ülkelerinin nüfusunun tamamına yakın…
Beslenme, barınma, eğitim, sağlık, güvenlik, entegrasyon, demografinin değişmemesi, kültürel ihtiyaçların sağlanması gibi say say bitmeyen ihtiyaçlar da beraberinde geliyor…
İnsanın canı kutsaldır. Biz bu konuda yıllarca şartlarımızı zorlayarak da olsa elimizden geleni yaptık, kendimize çizdiğimiz insani ilkeler ışında bize sığınanlar konusunda sorumluluklarımızı yerine getirdik.
Ancak, ülkemizi taşeronları gibi kullanabileceklerini zanneden Batılı ülkelerin bir yerde kendilerine getirilmeleri de şart oldu. Sınır güvenliğimiz, göçmenler ve Suriye’deki insanlık dramı konusunda yıllarca uyarılarımızı, taleplerimizi doğru düzgün dinlemedikten, yerine getirmedikten sonra ortaya çıkan bu durum, artık bir zorunluluktur.
Türkiye de madem Batı kendi sorumluluğunu bilmiyor, o zaman biz hatırlatalım dedi ve açık kapı politikası uygulamaya başladı…
Yani kimseyi ülkemizden kovmadık ama gitmek isteyene de mâni olmayacağız dedik…
Sonuç: Batı’nın iki yüzlülüğün tescili… İşine geldiği zaman Platon’un, Sokrates’in anavatanı, demokrasinin beşiği olan Yunanistan, kucağında bebekleri, yanlarında neredeyse tek bir eşya olmadan sınırdan geçmeye çalışan insanları gazla, tazyikli suyla karşılaşıyor… Cep telefonlarına “No one can cross the Greek borders” (“Yunan sınırını kimse geçemez”) diye mesajlar gönderiyor…
Avrupa Birliği’nden bir ülke de kalkıp siz ne yapıyorsunuz, bizim ilkelerimiz, bizim kurallarımız nereye gitti demiyor… Peki, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin bu sırada ne yaptığını, ne düşündüğünü bilen var mı?
Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan açıkladı: “Aylar önce ben bir açıklama yaptım, ‘Eğer bir yük paylaşımına Batı girmezse kapıları açarız’ dedim ama bunlar bu işi hafife aldılar. Dediler ki ‘herhalde blöf yapıyor’. Şimdi kapıları açınca telefon telefon üstüne gelmeye başladı, ‘Kapıları kapatın’. 'Bitti o iş, artık kapılar açılmıştır. Şu anda sizler bu yükten nasibinizi alacaksınız' dedik. Dün itibarıyla rakam ciddi manada yükseldi ve yükselmeye de devam ediyor.”
Ne yazık ki bazen zor, oyunu bozuyor…