İktidar sahibi lider gaza gelmez!
22 AĞUSTOS 2007
Uğur Dündar’ın geçen akşam söyleşiden çok ‘danışıklı sorgulama’ tadındaki programının tarzı, büyüklerimizin ‘istintak’ dediği yaklaşımı andırıyordu...
Başbakan Erdoğan son derece serinkanlı ve hazırlıklıydı. Beni bir tek noktaya kadar hiç şaşırtmadı. Bu iyi bir şey mi? Evet iyi bir şey. Beğenmeseniz de doğru profesyonel davranış bu...
Her soru geldiğinde, ‘Şimdi şöyle diyecek’, ‘Şimdi de böyle bir yanıt verecek’ diye geçirdim içimden. Neredeyse her tahminim doğru çıktı...
Her tahminim mi? Ne yazık ki hayır... O bir tek noktada yine sinirlendi Başbakan... Hiç gereği yokken hem de...
Ne zaman seçilmiş davranış sergilemese, içinden geldiği gibi konuşsa kriz yaratıyor. Ondan sonra danışmanları arkasını toplamaya çalışıyorlar. “Öyle demedi, demek istemedi, amacını aşan şekilde anlaşıldı!” vs...
Dündar, konuyu Abdullah Gül’e getirdiğinde Sayın Başbakan yine yaptı yapacağını:”Benim cumhurbaşkanım olamaz diyen, edep adap bilmeyenler var. Bunu diyenin Türkiye vatandaşlığından çıkması lazım. Bunu söylemek de benim hakkım. O senin cumhurbaşkanın değilse, kim senin cumhurbaşkanınsa oraya git, orada yaşa. Burada yaşıyorsan, bu ülke vatandaşıysan ben seni tanımıyorum diyemezsin.”
İktidarda bu kadar sağlam oturan bir lider böyle gaza (provokasyona) gelmez... Çok daha fazla hoşgörü sergiler. Tehdit yoktur çünkü ortada... Bırakın, bir köşe yazarı ne diyorsa desin. Siz işinize bakın...
Bu arada iki çift lafım da Sayın Abdullah Gül ve eşine... Konu yönetimi üzerine bir-iki makale okumalarında yarar var... Hayrünissa Hanım’ın başörtüsü mesele ediliyorsa -ki, ne yazık ki ediliyor-; o zaman bu konuyu konuşmaktan kaçınmak; konuyu soğutmak gerekir. Bunun için de Hanımefendi’nin bambaşka bir konuyu gündeme taşıyıp yönetmesi iyi olurdu... Herhangi bir toplumsal sorumluluk meselesi gibi...
Oysa Gül ailesi tam tersini yapıyor. Modacı Atıl Kutoğlu devreye giriyor... Cır cır 10 gündür gündem aynı. Soğutulacağına durmadan ısıtılıyor konu... Şapka mı olsun, Sophia Loren tarzı türban mı olsun?.. Her kafadan bir ses çıkıyor...
İki basit taktiği uygulamak çok mu zor?
Bir: İşine gelmeyen değil gelen konuları konuştur!
İki: İktidarsan ve lidersen sinirlenme, provokasyona gelme, sakin ol; hoşgörü marjlarını genişlet!
Korkmayın, kimse sizin ‘delikanlılığınızı’ sorgulamaz!
Ya siz düzeltin, ya da sizi düzeltecekler!
Ben Eşref Kolçak ağabeyin yerinde olsam bir şeyler yaparım... Yoksa Pakpen’cilerin duracakları yok...
Daha önce de yazmıştık. Eşref Kolçak’ın Halit Akçatepe ile birlikte rol aldıkları bir reklam filmi vardı. Akçatepe, Kolçak’a yaş günü esprisi yapıyor. “Bir asırlık oldun!” diye tek mum yakıp bir pasta hediye ediyor; sonra da kafasına bir kukuleta takıyor...
“Öbür tarafa daha hızlı gidersin!” diyerek verdiği baston ise işin zirvesi... Kolçak “Hiç niyetim yok” deyip evini nasıl Pakpen ürünleriyle donattığını anlatıyor. Tabii kafasında kukuleta ile...
Şimdi sen kalk bu filmin Halit Akçatepeli diyalogların bulunduğu baş tarafını at. Geriye kukuletalı Kolçak kalsın... Algı şu: Bir deli var ortalıkta; kafasına durduk yerde yılbaşı ve yaş günü partilerinde takılan, huni şeklinde tuhaf kırmızı bir kukuleta takmış... Dolanıp dururken Pakpen’i övüyor...
“Az tamah çok ziyan getirir” arkadaşlar... Birinci film ne kadar anlamlı idiyse sonrası o kadar absürd! Üç kuruş tasarruf edeceğim diye, kendinizi de Eşref Kolçak’ı da harcamayın! Bir an önce düzeltmelisiniz; yoksa hedef kitleniz ürünlerinizi sempatik bulmayarak sizi düzeltecek...
Reklam filmi ‘belgesel’ değildir
Geçen Cumartesi günü Turkcell’in reklamını ve de özellikle kadının tehlikeli bir şekilde vapura atladığı sahneyi tartışmıştık. Okurumuz Yaman Öğüt demişti ki: “Bu yasak ve tehlikeli biniş özendirilmiş olmuyor mu? Dahası Şehir Hatları vapurlarını işleten firma bu sahnenin çekilmesine nasıl izin verdi anlayamadım.” Biz de özetle, “Dünyadaki güzellik hataları o kadar çok ki, bu hoş reklama da gülünüp geçilebilir” demişiz... Üstelik dünkü gazetelerde yer alan talihsiz kazayı düşününce gerçek hayatta önemli ve dikkat edilmesi gereken bir unsurken, reklam filminde hoşgörüyü hak edecek bir sempatiklik olduğunu fark edebilirsiniz.
Bu tartışma süreceğe benziyor. İstanbul İletişim’den öğrencimiz Serkan Ünlü sazı eline almış bu kez:
“Ben bayanın vapura atlama sahnesini hatalı buldum... Gerçekte, son yolcu salondan ayrılıp kapı kapanıp görevli düdüğüyle bunu kaptana haber vermeden araç iskeleden ayrılmıyor, halatlar çözülmüyor. Yani reklamdaki sahnenin yaşanması mümkün değil. Bu konuda İDO görevlileri oldukça hassas ve iyi ki de hassas. Benim asıl takıldığım, reklamın otoparkta geçen kısmı. Burada iki araba bir park yerine yaklaşıyor. Bir aile, diğer aracın girmek üzere olduğu yere adeta atlıyor ve zafer çığlıkları atıyor. Oysa teamül, park yerini ilk kim gördü ise, orayı o şahsa bırakmaktır. Hatta eski adetlerimiz gereği insanlar, kendi haklarını nezaket gereği hiç tanımadıkları insanlara seve seve bırakırlardı.”
Sevgili Serkan; reklam filminden söz ediyoruz, belgeselden değil. Her şeyin gerçekle uyumlu olma zorunluluğu yok. Turkcell, reklamda kilit mesajını etkili, yani sonuç alıcı, hedefine ulaşıcı şekilde vermiş mi vermemiş mi, daha çok ona bakılır... Sinemada hiçbir şey gerçek değildir... “Gerçeğin yeniden üretimidir” derler sinema filmi için. Reklam filmi için ise, ‘gerçeğin iş hedefine uygun yeniden üretimidir’, diyebiliriz...
Başbakan Erdoğan son derece serinkanlı ve hazırlıklıydı. Beni bir tek noktaya kadar hiç şaşırtmadı. Bu iyi bir şey mi? Evet iyi bir şey. Beğenmeseniz de doğru profesyonel davranış bu...
Her soru geldiğinde, ‘Şimdi şöyle diyecek’, ‘Şimdi de böyle bir yanıt verecek’ diye geçirdim içimden. Neredeyse her tahminim doğru çıktı...
Her tahminim mi? Ne yazık ki hayır... O bir tek noktada yine sinirlendi Başbakan... Hiç gereği yokken hem de...
Ne zaman seçilmiş davranış sergilemese, içinden geldiği gibi konuşsa kriz yaratıyor. Ondan sonra danışmanları arkasını toplamaya çalışıyorlar. “Öyle demedi, demek istemedi, amacını aşan şekilde anlaşıldı!” vs...
Dündar, konuyu Abdullah Gül’e getirdiğinde Sayın Başbakan yine yaptı yapacağını:”Benim cumhurbaşkanım olamaz diyen, edep adap bilmeyenler var. Bunu diyenin Türkiye vatandaşlığından çıkması lazım. Bunu söylemek de benim hakkım. O senin cumhurbaşkanın değilse, kim senin cumhurbaşkanınsa oraya git, orada yaşa. Burada yaşıyorsan, bu ülke vatandaşıysan ben seni tanımıyorum diyemezsin.”
İktidarda bu kadar sağlam oturan bir lider böyle gaza (provokasyona) gelmez... Çok daha fazla hoşgörü sergiler. Tehdit yoktur çünkü ortada... Bırakın, bir köşe yazarı ne diyorsa desin. Siz işinize bakın...
Bu arada iki çift lafım da Sayın Abdullah Gül ve eşine... Konu yönetimi üzerine bir-iki makale okumalarında yarar var... Hayrünissa Hanım’ın başörtüsü mesele ediliyorsa -ki, ne yazık ki ediliyor-; o zaman bu konuyu konuşmaktan kaçınmak; konuyu soğutmak gerekir. Bunun için de Hanımefendi’nin bambaşka bir konuyu gündeme taşıyıp yönetmesi iyi olurdu... Herhangi bir toplumsal sorumluluk meselesi gibi...
Oysa Gül ailesi tam tersini yapıyor. Modacı Atıl Kutoğlu devreye giriyor... Cır cır 10 gündür gündem aynı. Soğutulacağına durmadan ısıtılıyor konu... Şapka mı olsun, Sophia Loren tarzı türban mı olsun?.. Her kafadan bir ses çıkıyor...
İki basit taktiği uygulamak çok mu zor?
Bir: İşine gelmeyen değil gelen konuları konuştur!
İki: İktidarsan ve lidersen sinirlenme, provokasyona gelme, sakin ol; hoşgörü marjlarını genişlet!
Korkmayın, kimse sizin ‘delikanlılığınızı’ sorgulamaz!
Ya siz düzeltin, ya da sizi düzeltecekler!
Ben Eşref Kolçak ağabeyin yerinde olsam bir şeyler yaparım... Yoksa Pakpen’cilerin duracakları yok...
Daha önce de yazmıştık. Eşref Kolçak’ın Halit Akçatepe ile birlikte rol aldıkları bir reklam filmi vardı. Akçatepe, Kolçak’a yaş günü esprisi yapıyor. “Bir asırlık oldun!” diye tek mum yakıp bir pasta hediye ediyor; sonra da kafasına bir kukuleta takıyor...
“Öbür tarafa daha hızlı gidersin!” diyerek verdiği baston ise işin zirvesi... Kolçak “Hiç niyetim yok” deyip evini nasıl Pakpen ürünleriyle donattığını anlatıyor. Tabii kafasında kukuleta ile...
Şimdi sen kalk bu filmin Halit Akçatepeli diyalogların bulunduğu baş tarafını at. Geriye kukuletalı Kolçak kalsın... Algı şu: Bir deli var ortalıkta; kafasına durduk yerde yılbaşı ve yaş günü partilerinde takılan, huni şeklinde tuhaf kırmızı bir kukuleta takmış... Dolanıp dururken Pakpen’i övüyor...
“Az tamah çok ziyan getirir” arkadaşlar... Birinci film ne kadar anlamlı idiyse sonrası o kadar absürd! Üç kuruş tasarruf edeceğim diye, kendinizi de Eşref Kolçak’ı da harcamayın! Bir an önce düzeltmelisiniz; yoksa hedef kitleniz ürünlerinizi sempatik bulmayarak sizi düzeltecek...
Reklam filmi ‘belgesel’ değildir
Geçen Cumartesi günü Turkcell’in reklamını ve de özellikle kadının tehlikeli bir şekilde vapura atladığı sahneyi tartışmıştık. Okurumuz Yaman Öğüt demişti ki: “Bu yasak ve tehlikeli biniş özendirilmiş olmuyor mu? Dahası Şehir Hatları vapurlarını işleten firma bu sahnenin çekilmesine nasıl izin verdi anlayamadım.” Biz de özetle, “Dünyadaki güzellik hataları o kadar çok ki, bu hoş reklama da gülünüp geçilebilir” demişiz... Üstelik dünkü gazetelerde yer alan talihsiz kazayı düşününce gerçek hayatta önemli ve dikkat edilmesi gereken bir unsurken, reklam filminde hoşgörüyü hak edecek bir sempatiklik olduğunu fark edebilirsiniz.
Bu tartışma süreceğe benziyor. İstanbul İletişim’den öğrencimiz Serkan Ünlü sazı eline almış bu kez:
“Ben bayanın vapura atlama sahnesini hatalı buldum... Gerçekte, son yolcu salondan ayrılıp kapı kapanıp görevli düdüğüyle bunu kaptana haber vermeden araç iskeleden ayrılmıyor, halatlar çözülmüyor. Yani reklamdaki sahnenin yaşanması mümkün değil. Bu konuda İDO görevlileri oldukça hassas ve iyi ki de hassas. Benim asıl takıldığım, reklamın otoparkta geçen kısmı. Burada iki araba bir park yerine yaklaşıyor. Bir aile, diğer aracın girmek üzere olduğu yere adeta atlıyor ve zafer çığlıkları atıyor. Oysa teamül, park yerini ilk kim gördü ise, orayı o şahsa bırakmaktır. Hatta eski adetlerimiz gereği insanlar, kendi haklarını nezaket gereği hiç tanımadıkları insanlara seve seve bırakırlardı.”
Sevgili Serkan; reklam filminden söz ediyoruz, belgeselden değil. Her şeyin gerçekle uyumlu olma zorunluluğu yok. Turkcell, reklamda kilit mesajını etkili, yani sonuç alıcı, hedefine ulaşıcı şekilde vermiş mi vermemiş mi, daha çok ona bakılır... Sinemada hiçbir şey gerçek değildir... “Gerçeğin yeniden üretimidir” derler sinema filmi için. Reklam filmi için ise, ‘gerçeğin iş hedefine uygun yeniden üretimidir’, diyebiliriz...