İletişim ancak bu kadar kötü yönetilir
24 Mart 2018 - Yeni Şafak
Çarşamba’dan bu yana Türkiye’de tartışılan olaylardan biri hiç şüphesiz Doğan Grubu’nun satılmasıdır…
Bence rahatlıkla üniversitelerde bir iletişim sürecinin nasıl bu kadar yanlış yönetilebileceğinin bir örneği olarak günlerce tartışılabilir. Bir satın alma ya da birleşme durumunda, uluslararası kavramı ile bir M&A sürecinde, iletişimin doğru yönetilip yönetilmediğinin ilk üç kriteri şöyle sıralanabilir:
Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, ticari açıdan başarılı bir operasyondur, ya da sürekli zarar eden bir ticari süreç söz konusudur, orasını net olarak bilemem; ancak Hürriyet gazetesi ve Doğan Grubu’nun pek çok markası, bugün Türkiye’de medya alanında ciddiye alınması gereken önemli girişimlerdir. Yüksek sayılacak bir rakama alıcı bulmuş olmaları da herhalde bu nedenledir…
Hürriyet’in ve diğer yayın organlarının çalışanlarının ve okurlarının, Grubun satılma süreci ile bilgi edinme hakları tartışılamaz. Bu alanda yaratılacak en küçük belirsizlik, hem markanın değerini düşürür hem de sonradan tamiri mümkün olmayan yaralar açabilir…
Bu bağlamda ne KAP’a yapılan bildirim tatmin edicidir, ne de Aydın Doğan beyin gazetede de yayınlanmış olan mektubu… Eğer bunlar tatmin edici olsaydı, bir dizi dedikodu, söylenti üremezdi. Hem çalışanları hem de okurları tedirgin eden, ve bu tedirginlik nedeniyle de, bir yayın grubu satın almak için yola çıkmış olan Demirören grubunu da, yanı sıra siyaset dünyasını da rahatsız etmesi gereken, hayli zengin içerikli bu ‘tevatürü’ engelleyebilmek, Türk medya tarihine geçecek önemdeki bir satışta, düzenli aralıklarla ve son derece tutarlı; mümkün olan en ayrıntılı bilgi akımının sağlanmasıyla mümkün olabilir.
Aksi takdirde kimsenin üretilen saçma sapan söylentilerden, yakıştırmalardan, imâlardan rahatsız olmaması gerekir… Hele de sorumlu olan kişilerin…
Göreceğiz bakalım, iyice elden kaçırılmış olan ipin ucunu tutan birileri çıkacak mı?
Bir zaafımıza ışık tutan bir kitap...
Bu hafta içinde yayınlanan bir kitaptan söz etmek istiyorum.
Kitabın adı, “Küresel Siyasette Psikolojik Savaş”… Fıtratımız gereği kültür ve değerlerimiz içinde pek de yer almayan bir haslete, illa ki öğrenmemiz, edinmemiz gereken bir reflekse ışık tutan bir konu…
İşaret Yayınları tarafından yayımlanmış. Yazarı ise yakından tanıma fırsatı bulduğum Sevda Güner hanım. Bu konulara bir miktar aşinalığımızdan olacak, kendileri lütfedip kitaba bir sunuş yazısı kaleme almamı rica ettiler.
İşte kitabın hemen başında, Altınbaş Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Çağrı Erhan beyin de bir başka sunuş yazısı ile katkıda bulunduğu kısımda yayınlanan kısa yazımızı bu sütunlara aktarmakla, içinden geçmekte olduğumuz dönemde ciddi ihtiyaç duyulan bu tür bir bilgilendirmeyi gündeme getirme şansını elde etmiş olan bu kitabın hak ettiği öneme de vurgu yapmış oluruz herhalde:
“Günümüzde ‘büyük devlet’ demek sadece ekonomik anlamda büyük olmak, gayrı safî yurtiçi hasılası yüksek olmak demek değildir. Büyük olmak demek, dünyanın dört bir köşesindeki algılamanızı gerektiği gibi, hedeflediğiniz gibi, hak ettiğiniz gibi, hakikate en yakın şekilde yönetebilmek demektir. En az ‘sert güç’ kadar ‘yumuşak güç’e de önem vermek demektir…
Bu ise ancak kültür ve değerlerin iletişimi ve bunun için kamu diplomasisi, stratejik iletişim, algılama yönetimi, psikolojik operasyonlar vs gibi konularda bilgi ve tecrübe sahibi olmak ile mümkündür.
Ülkemizde ne yazık ki, talihsiz bir yaklaşımla ‘algı operasyonu’ kavramı, ‘kara propaganda’nın yerine kullanılmış ve biraz da bu nedenle ‘Algılama Yönetimi’ ilke ve uygulamalarını anlama ve hayata geçirme yetimizin gelişmesi engellenmiştir. Bir şeyi reddediyorsanız, onu öğrenmeniz zordur. Oysa ülke, ürün ve hizmet ‘markalarının yönetiminde’ yapılan şey aslında tam da yukarıda sıraladığımız tüm kavramları içeren ‘Algılama Yönetimi’ ve ‘Stratejik İletişim’dir.
Türkiye’de bu alanda ciddî, yerli (kopyala yapıştır, ya da çeviri olmayan) başvuru kitabı o kadar azdır ki. Bu nedenle Sevda Güner Hanım’ın bu eseri çok önemlidir ve konuya bir nebze eğilmek isteyen her profesyonelin mutlaka incelemesi gereken bir kaynak olarak temayüz etmektedir. Öte yandan kitabın dili o kadar yalındır ki; stratejik iletişime meraklı herkese de okumaları rahatlıkla tavsiye edilir.
Elinize, aklınıza sağlık Sevda Güner Hanım…”
Bence rahatlıkla üniversitelerde bir iletişim sürecinin nasıl bu kadar yanlış yönetilebileceğinin bir örneği olarak günlerce tartışılabilir. Bir satın alma ya da birleşme durumunda, uluslararası kavramı ile bir M&A sürecinde, iletişimin doğru yönetilip yönetilmediğinin ilk üç kriteri şöyle sıralanabilir:
- Satan ve satın alan taraflara itibar ve marka değeri açısından ne oranda fayda, ya da hasar sağlamıştır?
- Her kafadan bir ses mi çıkmaktadır; yoksa herkes aynı bilgileri mi paylaşmaktadır?
- İç iletişim sonucu, kuruluş çalışanlarının algısı, istenilen yönde; gerçeklerin ışığına yakın düzeyde oluşmuş mudur?
Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz, ticari açıdan başarılı bir operasyondur, ya da sürekli zarar eden bir ticari süreç söz konusudur, orasını net olarak bilemem; ancak Hürriyet gazetesi ve Doğan Grubu’nun pek çok markası, bugün Türkiye’de medya alanında ciddiye alınması gereken önemli girişimlerdir. Yüksek sayılacak bir rakama alıcı bulmuş olmaları da herhalde bu nedenledir…
Hürriyet’in ve diğer yayın organlarının çalışanlarının ve okurlarının, Grubun satılma süreci ile bilgi edinme hakları tartışılamaz. Bu alanda yaratılacak en küçük belirsizlik, hem markanın değerini düşürür hem de sonradan tamiri mümkün olmayan yaralar açabilir…
Bu bağlamda ne KAP’a yapılan bildirim tatmin edicidir, ne de Aydın Doğan beyin gazetede de yayınlanmış olan mektubu… Eğer bunlar tatmin edici olsaydı, bir dizi dedikodu, söylenti üremezdi. Hem çalışanları hem de okurları tedirgin eden, ve bu tedirginlik nedeniyle de, bir yayın grubu satın almak için yola çıkmış olan Demirören grubunu da, yanı sıra siyaset dünyasını da rahatsız etmesi gereken, hayli zengin içerikli bu ‘tevatürü’ engelleyebilmek, Türk medya tarihine geçecek önemdeki bir satışta, düzenli aralıklarla ve son derece tutarlı; mümkün olan en ayrıntılı bilgi akımının sağlanmasıyla mümkün olabilir.
Aksi takdirde kimsenin üretilen saçma sapan söylentilerden, yakıştırmalardan, imâlardan rahatsız olmaması gerekir… Hele de sorumlu olan kişilerin…
Göreceğiz bakalım, iyice elden kaçırılmış olan ipin ucunu tutan birileri çıkacak mı?
Bir zaafımıza ışık tutan bir kitap...
Bu hafta içinde yayınlanan bir kitaptan söz etmek istiyorum.
Kitabın adı, “Küresel Siyasette Psikolojik Savaş”… Fıtratımız gereği kültür ve değerlerimiz içinde pek de yer almayan bir haslete, illa ki öğrenmemiz, edinmemiz gereken bir reflekse ışık tutan bir konu…
İşaret Yayınları tarafından yayımlanmış. Yazarı ise yakından tanıma fırsatı bulduğum Sevda Güner hanım. Bu konulara bir miktar aşinalığımızdan olacak, kendileri lütfedip kitaba bir sunuş yazısı kaleme almamı rica ettiler.
İşte kitabın hemen başında, Altınbaş Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Çağrı Erhan beyin de bir başka sunuş yazısı ile katkıda bulunduğu kısımda yayınlanan kısa yazımızı bu sütunlara aktarmakla, içinden geçmekte olduğumuz dönemde ciddi ihtiyaç duyulan bu tür bir bilgilendirmeyi gündeme getirme şansını elde etmiş olan bu kitabın hak ettiği öneme de vurgu yapmış oluruz herhalde:
“Günümüzde ‘büyük devlet’ demek sadece ekonomik anlamda büyük olmak, gayrı safî yurtiçi hasılası yüksek olmak demek değildir. Büyük olmak demek, dünyanın dört bir köşesindeki algılamanızı gerektiği gibi, hedeflediğiniz gibi, hak ettiğiniz gibi, hakikate en yakın şekilde yönetebilmek demektir. En az ‘sert güç’ kadar ‘yumuşak güç’e de önem vermek demektir…
Bu ise ancak kültür ve değerlerin iletişimi ve bunun için kamu diplomasisi, stratejik iletişim, algılama yönetimi, psikolojik operasyonlar vs gibi konularda bilgi ve tecrübe sahibi olmak ile mümkündür.
Ülkemizde ne yazık ki, talihsiz bir yaklaşımla ‘algı operasyonu’ kavramı, ‘kara propaganda’nın yerine kullanılmış ve biraz da bu nedenle ‘Algılama Yönetimi’ ilke ve uygulamalarını anlama ve hayata geçirme yetimizin gelişmesi engellenmiştir. Bir şeyi reddediyorsanız, onu öğrenmeniz zordur. Oysa ülke, ürün ve hizmet ‘markalarının yönetiminde’ yapılan şey aslında tam da yukarıda sıraladığımız tüm kavramları içeren ‘Algılama Yönetimi’ ve ‘Stratejik İletişim’dir.
Türkiye’de bu alanda ciddî, yerli (kopyala yapıştır, ya da çeviri olmayan) başvuru kitabı o kadar azdır ki. Bu nedenle Sevda Güner Hanım’ın bu eseri çok önemlidir ve konuya bir nebze eğilmek isteyen her profesyonelin mutlaka incelemesi gereken bir kaynak olarak temayüz etmektedir. Öte yandan kitabın dili o kadar yalındır ki; stratejik iletişime meraklı herkese de okumaları rahatlıkla tavsiye edilir.
Elinize, aklınıza sağlık Sevda Güner Hanım…”