İletişim eğitiminde devrim!
01 Nisan 2009 - Marketing Türkiye
Sonunda birileri akıl etti. Bahçeşehir Üniversitesi işi hayata geçirdi. Üniversitenin Mütevelli Heyeti Başkanı Enver Yücel, ilan etti ve sonuna kadar arkasında duracağını söyledi ve Co-Op programının kalp atışları duyulmaya başladı…
Yıllardır yazdık ve söyledik. Özellikle uygulamalı bilim dallarındaki akademik eğitimin mutlaka içinde bulundukları ve ayrılmaz bir parçaları oldukları sektörle organik bağı olması lazım, dedik… “Kendisine üniversitede ders ayarlamaya çalışıyor” dediler…
Hastanesi olmayan tıp fakültesi; mahkemelerden, yasal uygulamalardan kopuk hukuk fakültesi olmayacağı gibi reklam ve halkla ilişkiler ajanslarından kopuk iletişim fakültesi de olmaz dedik; “Kuramı reddediyor” dediler…
“Sektörde iletişim mezunu sadece %10-15. Böyle şey olmaz. Biraz da abartarak sadece %15’i tıp mezunu bir sağlık sektörü olur mu?” dedik, “Kendisi üniversite diploması almamış; onun için fakülteleri eleştiriyor” dediler…
“Staj programları göstermelik. Bir ayda 25 iş günü var. 25 günde bir genç fotokopi çekip arşiv yapmaktan başka bir şey öğrenemez. Bizim sektörde kimse böyle bir elemana sorumluluk vermez! Gelin şunu uzatalım ve fakülteler adam gibi staj ve eğitim veren kuruluşları akredite etsinler” dedik, başlarına iş açacak diye karşı çıktılar, “Ona mı kalmış staj programını belirlemek; kendilerine ucuz eleman arıyorlar” dediler; stajyerin aslında bir şirket için ucuz elemandan çok ayak bağı olabileceğini görmezlikten gelerek…
Kimler dedi bunları?.. Adam gibi karşımıza çıkıp tartışabilecek kadar aklı ve ahlakı yerinde ve kavi olanlar değil… Sütre gerisinden internet ortamında kimliğini gizleyip müstear isimle oraya buraya saldıran, pislik atan sapık ruhlu e-şerefsizler… Bunları bir bir adalete teslim edip mahkum ettirdik ama işler düzelmemişti…
Aklı ve ahlakı olanların ne yapabilecekleri nihayet belli oldu… Şu web sitesine girip bir bakın: http://coop.bahcesehir.edu.tr
Üniversite - özel sektör iş birliği için çok iyi bir örnek. Temeli, okurken eğitimini aldığınız alana uygun bir işyerinde belli bir süre çalışmanıza dayanıyor. Üniversite bu konuda adanmışlık sergileyen ve programı uygulamayı kabul eden kuruluşlarla anlaşma yapıyor. Yani bunları akredite ediyor. Bu kuruluşlar da sözleşmede belirtilen kadar eleman/öğrenciyi istihdam etmeyi taahhüt ediyorlar…
Umarız Türk gibi başlayıp İsviçreli gibi bitirirler. Bu arada İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi ile Bilgi Üniversitesi İletişim’in de bu konuda girişimleri olduğunu biliyoruz… Her ne kadar iletişim konusunda olmasa da, Sabancı üniversitesi özel sektörle işbirliği programları oluşturuyor.
Marketing Türkiye’nin geçen sayısında Co-Op geniş şekilde anlatılmıştı. Oradan da ayrıntı edinmek mümkündür… Onlarca iletişim fakültesinin, bir gün “Yahu biz nereden yanlış yaptık?” diye hayıflanmaktansa, öğrencilerini bir an önce iş hayatına geçişe hazırlamak için gereken programları başlatmalarında yarar var.
Bu arada bizim yönetiminde bulunduğumuz kuruluşlar için şunu söyleyebilirim: Bundan 10 yıl önce şirketlerin bünyesinde çalışanların sadece %10’u iletişim fakültesi mezunuydu. Bugün bu oran %50’ye çıkmış durumda. Bu yüzde 50’nin bir ikisi hariç gerisi şu 4 üniversiteden geliyor: İstanbul, Marmara, Bahçeşehir, Bilgi…
İki ay staj yapmayı kabuk edeni staj programına alıyoruz… Erken bırakan staj belgesi verilmiyor. Hepsi bir danışmanın ‘koçluğunda’ çalışıyor, şirkette ders görüyorlar. Finalde bir proje yapıyorlar… Sigortalılar, ücret alıyorlar, şirket yemek ve yol paralarını veriyor…
Böyle davranan, stajyeri ucuz ya da bedava eleman olarak görmeyen; öğrenci yetiştirmeyi mesleki ve sosyal sorumluluğunun bir parçası olarak ele alan başka iletişim danışmanlığı şirketleri de var. Bunları İDA (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) bünyesinde bulmak mümkün. Yani sektör hazır. Üniversite hazır. Şimdi sıra öğrencilerde… Geleceğe bilinçle bakan öğrenciler için ciddi dizeyde rekabetçi avantaj sağlayacak dönem başlıyor… Anlayabilene, algılayabilene tabii…
AVM’ler ve kiracıları krizi nasıl atlatırlar?
Şu sıra perakende sektöründe en heyecan verici mücadele perakendecilerle alışveriş merkezi (AVM) sahiplerinin arasında geçiyor… Önceleri gül gibi geçinip gidiyorlardı. AVM’lerde yer bulmak için marka ve/veya mağaza sahipleri birbirlerini yiyorlardı. Krizin hani tamamı değil, ucu gözüktü, perakendeciler isyan bayrağını çektiler. Kiralar indirilmeliydi. Ya da satış üzerinden ödenmeliydi… Büyük kredi yükleri altına girmiş olan AVM’ler kendi aralarında bir dernek kurarak seslerini ayrıştırarak duyurmak istediler…
Bu arada bazıları azalan pastayı nasıl paylaşacağını tartışa dursun, bir AVM “Kiracılarımın gelirini nasıl artırırım” diye düşündü. Çok da etkili bir pazarlama iletişim aracını devreye soktu. Astoria’dan söz ediyoruz. Uçak çekilişini duymuşsunuzdur. Geçenlerde biraz da rastlantı sonucu hedef kitlesini neredeyse birebir simgeleyen bir çifte çıkan uçağı sahiplerine teslim etti… Sindrella hikâyesini herkes heyecanla okudu… Uçağın masrafı ağırdı. Ancak hikaye tutmuştu…
Şimdi hemen ikinci uçağı devreye almalı bir altı ay da onun iletişimini yapmalılar…
Kriz durumlarında ne yapılması gerektiğine bundan daha iyi örnek olur mu? Bir grup krizin ceremesini nasıl çekeceklerini tartışırken bir başka grup, AVM içindeki kiracıların gelirlerini artırmak için hangi ‘Marketing PR’ çalışmaları yürütmesi gerektiğine kafa yoruyor… Sizce hangisi doğru yolda?
Konu yerinde ancak iletişim eksik!
İletişim Danışmanlığı Şirketi N’PR son derece eli yüzü düzgün bir basın bülteni yollamış. Bültenin düzgün olmasının yanı sıra, dikkat çekmek üzere bir de stope eklemişler işe: Küçük bir pet şişe…
Başlık şu: “Electrolux Dünya Su gününü kutluyor. Avrupa’da her yıl Eyfel Kulesi’nin boyuna ulaşacak kadar plastik şişe çevreye yayılıyor”…
İlk okunduğunda hayli geniş kapsamlı bir sosyal sorumluluk kampanyası, izlenimi yaratan metnin tamamı okununca, meselenin arıtılmış musluk suyu sağlayarak plastik şişe tüketimini azaltacak 3 yeni buzdolabının, Dünya Su Günü vesilesiyle hatırlatılması olduğu anlaşılıyor… Source, Brita ve 4Springs adı verilmiş olan Electrolux buzdolapları, mikro filtre ve karbon filtre ile çevreye zarar vermeden sağlıklı su sunuyormuş…
Çevre ve Sürdürülebilirlikte Sorumlu Başkan Yardımcısı Henrik Sundström demiş ki: “Arıtılmış musluk suyu kullanımı desteklenmelidir”
Buraya kadar çok güzel. Peki nasıl destekleyeceğiz. Electrolux satın alarak… Nerede bunun sosyal sorumluluk yanı…
Aslında var tabii… AR-GE’ye yatırım, pazarlamaya yatırım… Böyle iddialar ciddi yatırım rakamları gerektirir… Fakat Electrolux’un bu hayırlı fikrini duuyrmak ve yaymak için biraz da iletişime yatırım yapması lazım. PR şirketleri bana o zarfı yollamasalardı, ben ve çevremde kimsenin haberi olmayacaktı. Oysa tartışmalı da olsa (proses su meselesi) ortada yakalanmış çok önemli bir ‘konu yönetimi’ var… Kriz dönemine millet varoluş savaşı verip satış odaklı işlerle uğraşırken, böyle bir konuya yönelmiş olmak gerçekten akıl ve cesaretin kesiştiği bir noktaya işaret ediyor… Ama ortada iletişim yok… 360 derecenin 45’i falan var ortada. Nerede 315 derecesi?..
İklim değişikliğine karşı Soyak kitabı!..
Geçen ay İstanbul’da düzenlenen 5’inci Dünya Su Forumu vesilesiyle suyla yatıp suyla kalktık. Su meselesine son yıllarda sosyal sorumluluk kapsamında yatırım yapmış olan firmaların akıllı olanları, bu vesile ile ciddi bir iletişim çalışmasına giriştiler. Soyak da bunlardan biri…
Soyak’ı 2007’de başlattıkları, “Geleceğe bir damla su” adını verdikleri proje ile hatırlayanınız vardır. Hani bir yılda İstanbul ve İzmir’de toplam 33 okulda yürütülen çalışmada 840 ton su tasarrufu sağladıklarını ölçtükleri proje… Hatırlamıyor musunuz? Üzülmeyin. Sizi suçunuz değil. Onlar da müthiş işler akıl edip iletişimine adam gibi bütçeler ayıramadıkları için hep mütevazı algılama noktalarına gelebilenlerden…
Bu kez de bir kitap çıkarmışlar… Gerçekten iyi iş…
Sürdürülebilir bir gelecek için özellikle konut sektöründe yapılan ve yapılabilecek uygulamaları içeren ve sektöründe ilk olma özelliği taşıyan “Sürdürülebilir Yaşam Raporu” adını verdikleri kitap bir başucu eseri. Kimlere nasıl dağıttıklarını bilmiyorum; ancak başta iletişim sektörü olmak üzere konuya ilgi duyan herkesin edinmesinde yarar olduğu kesin… Umarım Soyak iletişime de sürdürülebilirliği yakalar ve iletişim departmanına biraz daha olanak tanır…
Yıllardır yazdık ve söyledik. Özellikle uygulamalı bilim dallarındaki akademik eğitimin mutlaka içinde bulundukları ve ayrılmaz bir parçaları oldukları sektörle organik bağı olması lazım, dedik… “Kendisine üniversitede ders ayarlamaya çalışıyor” dediler…
Hastanesi olmayan tıp fakültesi; mahkemelerden, yasal uygulamalardan kopuk hukuk fakültesi olmayacağı gibi reklam ve halkla ilişkiler ajanslarından kopuk iletişim fakültesi de olmaz dedik; “Kuramı reddediyor” dediler…
“Sektörde iletişim mezunu sadece %10-15. Böyle şey olmaz. Biraz da abartarak sadece %15’i tıp mezunu bir sağlık sektörü olur mu?” dedik, “Kendisi üniversite diploması almamış; onun için fakülteleri eleştiriyor” dediler…
“Staj programları göstermelik. Bir ayda 25 iş günü var. 25 günde bir genç fotokopi çekip arşiv yapmaktan başka bir şey öğrenemez. Bizim sektörde kimse böyle bir elemana sorumluluk vermez! Gelin şunu uzatalım ve fakülteler adam gibi staj ve eğitim veren kuruluşları akredite etsinler” dedik, başlarına iş açacak diye karşı çıktılar, “Ona mı kalmış staj programını belirlemek; kendilerine ucuz eleman arıyorlar” dediler; stajyerin aslında bir şirket için ucuz elemandan çok ayak bağı olabileceğini görmezlikten gelerek…
Kimler dedi bunları?.. Adam gibi karşımıza çıkıp tartışabilecek kadar aklı ve ahlakı yerinde ve kavi olanlar değil… Sütre gerisinden internet ortamında kimliğini gizleyip müstear isimle oraya buraya saldıran, pislik atan sapık ruhlu e-şerefsizler… Bunları bir bir adalete teslim edip mahkum ettirdik ama işler düzelmemişti…
Aklı ve ahlakı olanların ne yapabilecekleri nihayet belli oldu… Şu web sitesine girip bir bakın: http://coop.bahcesehir.edu.tr
Üniversite - özel sektör iş birliği için çok iyi bir örnek. Temeli, okurken eğitimini aldığınız alana uygun bir işyerinde belli bir süre çalışmanıza dayanıyor. Üniversite bu konuda adanmışlık sergileyen ve programı uygulamayı kabul eden kuruluşlarla anlaşma yapıyor. Yani bunları akredite ediyor. Bu kuruluşlar da sözleşmede belirtilen kadar eleman/öğrenciyi istihdam etmeyi taahhüt ediyorlar…
Umarız Türk gibi başlayıp İsviçreli gibi bitirirler. Bu arada İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi ile Bilgi Üniversitesi İletişim’in de bu konuda girişimleri olduğunu biliyoruz… Her ne kadar iletişim konusunda olmasa da, Sabancı üniversitesi özel sektörle işbirliği programları oluşturuyor.
Marketing Türkiye’nin geçen sayısında Co-Op geniş şekilde anlatılmıştı. Oradan da ayrıntı edinmek mümkündür… Onlarca iletişim fakültesinin, bir gün “Yahu biz nereden yanlış yaptık?” diye hayıflanmaktansa, öğrencilerini bir an önce iş hayatına geçişe hazırlamak için gereken programları başlatmalarında yarar var.
Bu arada bizim yönetiminde bulunduğumuz kuruluşlar için şunu söyleyebilirim: Bundan 10 yıl önce şirketlerin bünyesinde çalışanların sadece %10’u iletişim fakültesi mezunuydu. Bugün bu oran %50’ye çıkmış durumda. Bu yüzde 50’nin bir ikisi hariç gerisi şu 4 üniversiteden geliyor: İstanbul, Marmara, Bahçeşehir, Bilgi…
İki ay staj yapmayı kabuk edeni staj programına alıyoruz… Erken bırakan staj belgesi verilmiyor. Hepsi bir danışmanın ‘koçluğunda’ çalışıyor, şirkette ders görüyorlar. Finalde bir proje yapıyorlar… Sigortalılar, ücret alıyorlar, şirket yemek ve yol paralarını veriyor…
Böyle davranan, stajyeri ucuz ya da bedava eleman olarak görmeyen; öğrenci yetiştirmeyi mesleki ve sosyal sorumluluğunun bir parçası olarak ele alan başka iletişim danışmanlığı şirketleri de var. Bunları İDA (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) bünyesinde bulmak mümkün. Yani sektör hazır. Üniversite hazır. Şimdi sıra öğrencilerde… Geleceğe bilinçle bakan öğrenciler için ciddi dizeyde rekabetçi avantaj sağlayacak dönem başlıyor… Anlayabilene, algılayabilene tabii…
AVM’ler ve kiracıları krizi nasıl atlatırlar?
Şu sıra perakende sektöründe en heyecan verici mücadele perakendecilerle alışveriş merkezi (AVM) sahiplerinin arasında geçiyor… Önceleri gül gibi geçinip gidiyorlardı. AVM’lerde yer bulmak için marka ve/veya mağaza sahipleri birbirlerini yiyorlardı. Krizin hani tamamı değil, ucu gözüktü, perakendeciler isyan bayrağını çektiler. Kiralar indirilmeliydi. Ya da satış üzerinden ödenmeliydi… Büyük kredi yükleri altına girmiş olan AVM’ler kendi aralarında bir dernek kurarak seslerini ayrıştırarak duyurmak istediler…
Bu arada bazıları azalan pastayı nasıl paylaşacağını tartışa dursun, bir AVM “Kiracılarımın gelirini nasıl artırırım” diye düşündü. Çok da etkili bir pazarlama iletişim aracını devreye soktu. Astoria’dan söz ediyoruz. Uçak çekilişini duymuşsunuzdur. Geçenlerde biraz da rastlantı sonucu hedef kitlesini neredeyse birebir simgeleyen bir çifte çıkan uçağı sahiplerine teslim etti… Sindrella hikâyesini herkes heyecanla okudu… Uçağın masrafı ağırdı. Ancak hikaye tutmuştu…
Şimdi hemen ikinci uçağı devreye almalı bir altı ay da onun iletişimini yapmalılar…
Kriz durumlarında ne yapılması gerektiğine bundan daha iyi örnek olur mu? Bir grup krizin ceremesini nasıl çekeceklerini tartışırken bir başka grup, AVM içindeki kiracıların gelirlerini artırmak için hangi ‘Marketing PR’ çalışmaları yürütmesi gerektiğine kafa yoruyor… Sizce hangisi doğru yolda?
Konu yerinde ancak iletişim eksik!
İletişim Danışmanlığı Şirketi N’PR son derece eli yüzü düzgün bir basın bülteni yollamış. Bültenin düzgün olmasının yanı sıra, dikkat çekmek üzere bir de stope eklemişler işe: Küçük bir pet şişe…
Başlık şu: “Electrolux Dünya Su gününü kutluyor. Avrupa’da her yıl Eyfel Kulesi’nin boyuna ulaşacak kadar plastik şişe çevreye yayılıyor”…
İlk okunduğunda hayli geniş kapsamlı bir sosyal sorumluluk kampanyası, izlenimi yaratan metnin tamamı okununca, meselenin arıtılmış musluk suyu sağlayarak plastik şişe tüketimini azaltacak 3 yeni buzdolabının, Dünya Su Günü vesilesiyle hatırlatılması olduğu anlaşılıyor… Source, Brita ve 4Springs adı verilmiş olan Electrolux buzdolapları, mikro filtre ve karbon filtre ile çevreye zarar vermeden sağlıklı su sunuyormuş…
Çevre ve Sürdürülebilirlikte Sorumlu Başkan Yardımcısı Henrik Sundström demiş ki: “Arıtılmış musluk suyu kullanımı desteklenmelidir”
Buraya kadar çok güzel. Peki nasıl destekleyeceğiz. Electrolux satın alarak… Nerede bunun sosyal sorumluluk yanı…
Aslında var tabii… AR-GE’ye yatırım, pazarlamaya yatırım… Böyle iddialar ciddi yatırım rakamları gerektirir… Fakat Electrolux’un bu hayırlı fikrini duuyrmak ve yaymak için biraz da iletişime yatırım yapması lazım. PR şirketleri bana o zarfı yollamasalardı, ben ve çevremde kimsenin haberi olmayacaktı. Oysa tartışmalı da olsa (proses su meselesi) ortada yakalanmış çok önemli bir ‘konu yönetimi’ var… Kriz dönemine millet varoluş savaşı verip satış odaklı işlerle uğraşırken, böyle bir konuya yönelmiş olmak gerçekten akıl ve cesaretin kesiştiği bir noktaya işaret ediyor… Ama ortada iletişim yok… 360 derecenin 45’i falan var ortada. Nerede 315 derecesi?..
İklim değişikliğine karşı Soyak kitabı!..
Geçen ay İstanbul’da düzenlenen 5’inci Dünya Su Forumu vesilesiyle suyla yatıp suyla kalktık. Su meselesine son yıllarda sosyal sorumluluk kapsamında yatırım yapmış olan firmaların akıllı olanları, bu vesile ile ciddi bir iletişim çalışmasına giriştiler. Soyak da bunlardan biri…
Soyak’ı 2007’de başlattıkları, “Geleceğe bir damla su” adını verdikleri proje ile hatırlayanınız vardır. Hani bir yılda İstanbul ve İzmir’de toplam 33 okulda yürütülen çalışmada 840 ton su tasarrufu sağladıklarını ölçtükleri proje… Hatırlamıyor musunuz? Üzülmeyin. Sizi suçunuz değil. Onlar da müthiş işler akıl edip iletişimine adam gibi bütçeler ayıramadıkları için hep mütevazı algılama noktalarına gelebilenlerden…
Bu kez de bir kitap çıkarmışlar… Gerçekten iyi iş…
Sürdürülebilir bir gelecek için özellikle konut sektöründe yapılan ve yapılabilecek uygulamaları içeren ve sektöründe ilk olma özelliği taşıyan “Sürdürülebilir Yaşam Raporu” adını verdikleri kitap bir başucu eseri. Kimlere nasıl dağıttıklarını bilmiyorum; ancak başta iletişim sektörü olmak üzere konuya ilgi duyan herkesin edinmesinde yarar olduğu kesin… Umarım Soyak iletişime de sürdürülebilirliği yakalar ve iletişim departmanına biraz daha olanak tanır…