İletişim kanalları ve kanalizasyonları
29 Şubat 2020 - Yeni Şafak
Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib’de rejim güçlerinin saldırısı sonunda 33 askerimizin şehit edilmesi hepimize çok şey düşündürdü… Çok şey hissettirdi…
Haberi aldığımızda bir an için askerlik yaptığım zamanları hatırladım. Çok talim yaptık ama hiçbir zaman şahadet mertebesini bu kadar yakınımızda hissetmemiştik…
Şehitlerimize Allah’tan rahmet, tüm milletimize başsağlığı diliyoruz…
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan bu yana en ciddi ve en önemli kırılma noktalarından birini yaşıyoruz.
Bu durumun, ucuz retorik ve siyasi tartışmalara alet edilmediğini ve sorumlu davrananların çoğunlukta olduğunu görmek içimize bir nebze olsun su serpiyor…
Muhalefet konumundaki İYİ Parti ve CHP’nin, bu zor ve çelişkinin sivrildiği dönemde hangi değerlerin yanında duracağını bilmesi ve milletimizin beraberlik hissine katkıda bulunmaları sevindirici…
Meseleyi iletişim boyutunda mercek altına aldığımızda iki konu daha öne çıkıyor.
İlki, bunun gibi kritik ve hassas günlerde bilgilendirmenin nasıl yapılacağı, yani iletişimin nasıl yönetileceği…
Öncelikle süreç ciddi, güvenli, vakur, stratejik, kılı kırk yaran bir anlayışla yönetilmeli. Tıpkı Suriye meselesinin siyasi ve askeri boyutta yönetildiği gibi…
Bir de şu üç maddenin benzer kritik süreçler için uygulanmasının hayati olduğuna inanıyoruz:
1. Hızlı reaksiyon
2. Sıcak dönemde saat başı bilgilendirme
3. Bilgilendirmenin birinci elden yapılması
Süreç böyle yönetilmezse ne olur peki?
Sizin yönetmediğiniz süreci başkası yönetir. Sizin yapmadığınız iletişimi başkası yapar… Gri alanları kendi meşrebine ve çıkarına göre doldurur… İnsanların aklında da hakikatler değil, bunların ortaya koyduğu kaos ve inşa ettiği algılar kalır… İdlib’deki zafer değil, iletişimi yapanın sözü akıllarda kalır ve kamu vicdanını keyfince yönlendirebileceğini düşünenler mesafe alır…
İki gündür yürütülen iletişimin devlet ciddiyetine yakışır biçimde yapıldığını görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun’un ilk anda yaptığı açıklama son derece kritik ve yerindeydi.
Bu gibi durumlarda, zihinlerimizdeki ‘hız’ mefhumunu ‘en doğru bilginin aktarılacağı hız’ olarak güncellemekte fayda var…
Devletin yeni yetme muhabirler gibi teyit edilmemiş bilgileri paylaşmasını beklemek doğru olmayacağı gibi sonuçları da felaket olabilir… O nedenle biraz gecikmeli de olsa sükûnetle resmî açıklamaları beklemek gerekir.
İdlib’den gelen saldırı haberiyle ilgili de devlet ciddiyetine yakışır biçimde bilgilendirme yapıldı… Fakat burada eksik kalan, bu bilgilendirmenin, yani konunun sözcülüğünü yapan kanalın bir tane olması gerekliliği idi… Düzenli biçimde gelişmeleri aktarmanın, konu özelinde, dün Sayın Hulusi Akar’ın yaptığı gibi Millî Savunma Bakanlığı’nın üstleneceği bir görev olduğunu düşünüyoruz…
Buraya kadar bahsettiğimiz iki hususun sarsılmaz biçimde kurulması, bu mekanizmanın güvenli ve teklemez biçimde işlemesi son derece önemli…
İdlib meselesinin iletişiminde öne çıkan diğer bir konu ise tabii ki sosyal medya çukuru…
Her türlü yalanın, kışkırtıcı, korku salıcı, itham edici yazışmanın yapıldığı bu mecra, son iki gündür kanaldan çok kanalizasyona döndü… Sınırsız-sorumsuz kullanıcıların ve maksatlı kötülük yapmak isteyenlerin birleştiği bu yerden, ‘haber almak’ söz konusu bile değil…
O nedenle bu hassas dönemde, sosyal medyaya erişimin geçici olarak kısıtlanmasını anlamak mümkün… Devlet böyle durumlarda meczupların, hainlerin, istihbarat servislerinin milletin birlik ve bütünlüğünü bozacak dezenformasyon ve yönlendirmelerine müsaade edemez…
Her kim ki ülkenin özel konumunu ve zamanın ruhunu, millet ortak ruhî şekillenmesini değil, evrensel olduğu iddia edilen bir takım kavramların arkasına sığınarak, sınırsız-sorumsuz özgürlüğü savunur, bilin ki orada maskelenmiş art niyet vardır.
Haberi aldığımızda bir an için askerlik yaptığım zamanları hatırladım. Çok talim yaptık ama hiçbir zaman şahadet mertebesini bu kadar yakınımızda hissetmemiştik…
Şehitlerimize Allah’tan rahmet, tüm milletimize başsağlığı diliyoruz…
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan bu yana en ciddi ve en önemli kırılma noktalarından birini yaşıyoruz.
Bu durumun, ucuz retorik ve siyasi tartışmalara alet edilmediğini ve sorumlu davrananların çoğunlukta olduğunu görmek içimize bir nebze olsun su serpiyor…
Muhalefet konumundaki İYİ Parti ve CHP’nin, bu zor ve çelişkinin sivrildiği dönemde hangi değerlerin yanında duracağını bilmesi ve milletimizin beraberlik hissine katkıda bulunmaları sevindirici…
Meseleyi iletişim boyutunda mercek altına aldığımızda iki konu daha öne çıkıyor.
İlki, bunun gibi kritik ve hassas günlerde bilgilendirmenin nasıl yapılacağı, yani iletişimin nasıl yönetileceği…
Öncelikle süreç ciddi, güvenli, vakur, stratejik, kılı kırk yaran bir anlayışla yönetilmeli. Tıpkı Suriye meselesinin siyasi ve askeri boyutta yönetildiği gibi…
Bir de şu üç maddenin benzer kritik süreçler için uygulanmasının hayati olduğuna inanıyoruz:
1. Hızlı reaksiyon
2. Sıcak dönemde saat başı bilgilendirme
3. Bilgilendirmenin birinci elden yapılması
Süreç böyle yönetilmezse ne olur peki?
Sizin yönetmediğiniz süreci başkası yönetir. Sizin yapmadığınız iletişimi başkası yapar… Gri alanları kendi meşrebine ve çıkarına göre doldurur… İnsanların aklında da hakikatler değil, bunların ortaya koyduğu kaos ve inşa ettiği algılar kalır… İdlib’deki zafer değil, iletişimi yapanın sözü akıllarda kalır ve kamu vicdanını keyfince yönlendirebileceğini düşünenler mesafe alır…
İki gündür yürütülen iletişimin devlet ciddiyetine yakışır biçimde yapıldığını görüyoruz. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Prof. Dr. Fahrettin Altun’un ilk anda yaptığı açıklama son derece kritik ve yerindeydi.
Bu gibi durumlarda, zihinlerimizdeki ‘hız’ mefhumunu ‘en doğru bilginin aktarılacağı hız’ olarak güncellemekte fayda var…
Devletin yeni yetme muhabirler gibi teyit edilmemiş bilgileri paylaşmasını beklemek doğru olmayacağı gibi sonuçları da felaket olabilir… O nedenle biraz gecikmeli de olsa sükûnetle resmî açıklamaları beklemek gerekir.
İdlib’den gelen saldırı haberiyle ilgili de devlet ciddiyetine yakışır biçimde bilgilendirme yapıldı… Fakat burada eksik kalan, bu bilgilendirmenin, yani konunun sözcülüğünü yapan kanalın bir tane olması gerekliliği idi… Düzenli biçimde gelişmeleri aktarmanın, konu özelinde, dün Sayın Hulusi Akar’ın yaptığı gibi Millî Savunma Bakanlığı’nın üstleneceği bir görev olduğunu düşünüyoruz…
Buraya kadar bahsettiğimiz iki hususun sarsılmaz biçimde kurulması, bu mekanizmanın güvenli ve teklemez biçimde işlemesi son derece önemli…
İdlib meselesinin iletişiminde öne çıkan diğer bir konu ise tabii ki sosyal medya çukuru…
Her türlü yalanın, kışkırtıcı, korku salıcı, itham edici yazışmanın yapıldığı bu mecra, son iki gündür kanaldan çok kanalizasyona döndü… Sınırsız-sorumsuz kullanıcıların ve maksatlı kötülük yapmak isteyenlerin birleştiği bu yerden, ‘haber almak’ söz konusu bile değil…
O nedenle bu hassas dönemde, sosyal medyaya erişimin geçici olarak kısıtlanmasını anlamak mümkün… Devlet böyle durumlarda meczupların, hainlerin, istihbarat servislerinin milletin birlik ve bütünlüğünü bozacak dezenformasyon ve yönlendirmelerine müsaade edemez…
Her kim ki ülkenin özel konumunu ve zamanın ruhunu, millet ortak ruhî şekillenmesini değil, evrensel olduğu iddia edilen bir takım kavramların arkasına sığınarak, sınırsız-sorumsuz özgürlüğü savunur, bilin ki orada maskelenmiş art niyet vardır.