İletişim, ‘değişim’ üretmek için yapılır
26 ARALIK 2010
Cumartesi günkü yazım tazeliğini hâlâ korurken iki ‘İstanbul kitabı’ gözüme ilişti. Biri Mario Levi’nin, “İçimdeki İstanbul Fotoğrafları”; diğeri ünlü gazeteci, rahmetli Hikmet Feridun Es’in “Kaybolan İstanbul’dan Hatıralar”ı...
Mario Levi, kitabını şöyle imzalamış: “Ali abi, nerden nereye geldik değil mi?” İki gün önce İstanbul’dan söz edip, çocukluk ve gençlik yıllarımın haşmetli binasının, İstanbul Erkek Lisesi’nin üst katlarında yattığı yerden Boğaz’ı seyretmiş biri olarak, Mario’nun beni alıp götüreceği, Sanat Olayı’nı (Ülkü Karaosmanoğlu, Attilâ İlhan), Gergedan’ı (Enis Batur, Ömer Madra), Argos’u (Selim İleri) yayımladığımız yıllara kolayca kayıp gidebilirim.
Süratli değişimin hayatımızı farkına varmasak da etkilediğini, bundan dolayı dile getirmeye çalıştığımız görüşlerin her zaman “tartışılmaya ve geliştirilmeye” açık olduğunu bilmek, değişime dirence inat, ne kadar önemli.
20 yıldır iletişim sektöründe kavramların pazarın değişimine göre yenilendiğine belirterek şu sözü dilime pelesenk etmişimdir: “İletişim, mutlaka bir ‘değişim’ üretmek için yapılır.”
Sevgili Mario,
“Nerden nereye geldik Ali abi?” diyen içtenlikli soruna, Hikmet Feridun Es’ten satırlarla boyut zenginliği getirmeye ne dersin?
“Biz, Türkiye’nin ‘ilk’ler kuşağıyız. Sanmıyorum ki, bizim kadar çok ‘ilk’ gören ve ‘ilkler’ yaşayan bir başka nesil olsun... Çocukluğumda, ilk otomobiller İstanbul sokaklarında çoktan dolaşmaya başlamıştı. (...) Daha büyüyünce Türkiye’de ilk lüks otomobiller, ilk otomobil yarışmaları, ilk kadın şoförler! (...) Elektrik öylesine yeni bir şeydi ki, İstanbul Erkek Lisesi’nde teneffüs zamanlarında çocukların en büyük eğlencesi şu idi: El ele tutuşurlardı, en uçtaki çocuk çıplak elektrik prizine elini değdirince hep birden ‘Tırrrrrrrrrr.....’ diye sallanmaya başlardık. (...) Türkiye’de ilk sesli film, renkli film, üç buutlu film... İlk gösterildikleri zaman yer yerinden oynamıştı. Roland Colman ve Vilma Banki’nin Şafak Sökerken’i, Anita Paje’in Broadway Melody’si hadise olmuştu.”
Bizim “ilk”lerimizin zamanı geldiğinde torunlarımızı gülümseteceğini bilmek, korkutucu ancak güzel bir duygu. Öyleyse “değişim”le alıp veremediğimiz nedir? Vilma Banki yerine Kate Winslet!
Dünya hızla değişiyor. Olumlu, olumsuz bu büyük anafora karşı beyindeki düşüncelerin “tartışılmaya ve geliştirilmeye” açık olduğunu ifade edenler, değişime direnç gösterenlerin hışmına uğramaktan kendini kurtaramıyor.
Ah İstanbul, İstanbul olalı...
Olsun, geçmişin “ilkler”ine torunlarımız gülecek ya!
Bir lüfer kaç ‘oy’ eder?..
Greenpeace hareketi küçük balıkların tüketilmemesi için ‘Sizinki kaç santim?’ sloganıyla bir kampanya başlatmıştı. Problem ancak halkın destek vermesi ve hükümetin yasak limitlerini değiştirmesiyle çözülecek gibiydi. Başbakanlık önemli bir adım atmış; soyu tükenme tehdidi altında olan lüfer balığı için talimat vermiş. Lüferin küçük boylarına av yasağı uygulanması, Su Ürünleri İstişare Kurulu’nun gündemine alınmış.
Bunun siyasi boyutu ne, demeyin. AK Parti’nin özellikle Başbakan’ın böyle ‘naif’ girişimlere çok ihtiyaçları var. Ne hikmetse 24 santim meselesini CHP pek önemli bulmadı… Oysa benim gibi kaç tane lüfer sevdalısı var...
İşte AK Parti için İstanbul’u etkileme şansı. Kurtar lüferi, al oyu…
Neresi demokratik neresi özerk!
İki dil meselesini, ‘demokratik özerklik’ konusunu (ne demekse), genel anlamda ‘etnik ayrımcılık’ başlığını halk (seçmen) arasında kaç kişi tartışıyor merak ediyorum doğrusu… (Yanılmıyorsam MetroPoll bu konuyu şu sıra araştırıyor.)
Bir zamanlar çok yaygın olup şimdi tek tük kalan yakın uzak çevremizdeki “Demokratik Halk Cumhuriyetleri” nitelemeli devletleri hatırlayalım. Bunlar ne ‘demokrattılar’, ne ‘halkla’ herhangi bir ilintileri vardı, ne de tam ‘cumhuriyettiler’… Aynı şey Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği için de geçerliydi. İyice bakıldığında içindeki ‘Sovyet’ kavramı belki biraz gerçeği yansıtıyordu…
‘Demokratik Özerklik’ gibi olayın yakın çevresinde tartışılan kavramları aynı duygularla izliyorum. Herkes biraz karnından konuşuyor sanki… ‘Karnından konuşma’nın bilimsel karşılığı İngilizcesiyle ‘Political Correctness’tir (Siyasi Doğruluk)…
Bunun son örneklerinden birini NTV’de Çiğdem Anad’ın programında izledik. BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak dört kişinin karşısına geçti, çatır çatır konuştu. Sorulara doğrudan yanıt vermeyerek; sadece kendi kilit mesajlarını ileterek… Bir iletişim dersi örneği…
Mario Levi, kitabını şöyle imzalamış: “Ali abi, nerden nereye geldik değil mi?” İki gün önce İstanbul’dan söz edip, çocukluk ve gençlik yıllarımın haşmetli binasının, İstanbul Erkek Lisesi’nin üst katlarında yattığı yerden Boğaz’ı seyretmiş biri olarak, Mario’nun beni alıp götüreceği, Sanat Olayı’nı (Ülkü Karaosmanoğlu, Attilâ İlhan), Gergedan’ı (Enis Batur, Ömer Madra), Argos’u (Selim İleri) yayımladığımız yıllara kolayca kayıp gidebilirim.
Süratli değişimin hayatımızı farkına varmasak da etkilediğini, bundan dolayı dile getirmeye çalıştığımız görüşlerin her zaman “tartışılmaya ve geliştirilmeye” açık olduğunu bilmek, değişime dirence inat, ne kadar önemli.
20 yıldır iletişim sektöründe kavramların pazarın değişimine göre yenilendiğine belirterek şu sözü dilime pelesenk etmişimdir: “İletişim, mutlaka bir ‘değişim’ üretmek için yapılır.”
Sevgili Mario,
“Nerden nereye geldik Ali abi?” diyen içtenlikli soruna, Hikmet Feridun Es’ten satırlarla boyut zenginliği getirmeye ne dersin?
“Biz, Türkiye’nin ‘ilk’ler kuşağıyız. Sanmıyorum ki, bizim kadar çok ‘ilk’ gören ve ‘ilkler’ yaşayan bir başka nesil olsun... Çocukluğumda, ilk otomobiller İstanbul sokaklarında çoktan dolaşmaya başlamıştı. (...) Daha büyüyünce Türkiye’de ilk lüks otomobiller, ilk otomobil yarışmaları, ilk kadın şoförler! (...) Elektrik öylesine yeni bir şeydi ki, İstanbul Erkek Lisesi’nde teneffüs zamanlarında çocukların en büyük eğlencesi şu idi: El ele tutuşurlardı, en uçtaki çocuk çıplak elektrik prizine elini değdirince hep birden ‘Tırrrrrrrrrr.....’ diye sallanmaya başlardık. (...) Türkiye’de ilk sesli film, renkli film, üç buutlu film... İlk gösterildikleri zaman yer yerinden oynamıştı. Roland Colman ve Vilma Banki’nin Şafak Sökerken’i, Anita Paje’in Broadway Melody’si hadise olmuştu.”
Bizim “ilk”lerimizin zamanı geldiğinde torunlarımızı gülümseteceğini bilmek, korkutucu ancak güzel bir duygu. Öyleyse “değişim”le alıp veremediğimiz nedir? Vilma Banki yerine Kate Winslet!
Dünya hızla değişiyor. Olumlu, olumsuz bu büyük anafora karşı beyindeki düşüncelerin “tartışılmaya ve geliştirilmeye” açık olduğunu ifade edenler, değişime direnç gösterenlerin hışmına uğramaktan kendini kurtaramıyor.
Ah İstanbul, İstanbul olalı...
Olsun, geçmişin “ilkler”ine torunlarımız gülecek ya!
Bir lüfer kaç ‘oy’ eder?..
Greenpeace hareketi küçük balıkların tüketilmemesi için ‘Sizinki kaç santim?’ sloganıyla bir kampanya başlatmıştı. Problem ancak halkın destek vermesi ve hükümetin yasak limitlerini değiştirmesiyle çözülecek gibiydi. Başbakanlık önemli bir adım atmış; soyu tükenme tehdidi altında olan lüfer balığı için talimat vermiş. Lüferin küçük boylarına av yasağı uygulanması, Su Ürünleri İstişare Kurulu’nun gündemine alınmış.
Bunun siyasi boyutu ne, demeyin. AK Parti’nin özellikle Başbakan’ın böyle ‘naif’ girişimlere çok ihtiyaçları var. Ne hikmetse 24 santim meselesini CHP pek önemli bulmadı… Oysa benim gibi kaç tane lüfer sevdalısı var...
İşte AK Parti için İstanbul’u etkileme şansı. Kurtar lüferi, al oyu…
Neresi demokratik neresi özerk!
İki dil meselesini, ‘demokratik özerklik’ konusunu (ne demekse), genel anlamda ‘etnik ayrımcılık’ başlığını halk (seçmen) arasında kaç kişi tartışıyor merak ediyorum doğrusu… (Yanılmıyorsam MetroPoll bu konuyu şu sıra araştırıyor.)
Bir zamanlar çok yaygın olup şimdi tek tük kalan yakın uzak çevremizdeki “Demokratik Halk Cumhuriyetleri” nitelemeli devletleri hatırlayalım. Bunlar ne ‘demokrattılar’, ne ‘halkla’ herhangi bir ilintileri vardı, ne de tam ‘cumhuriyettiler’… Aynı şey Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği için de geçerliydi. İyice bakıldığında içindeki ‘Sovyet’ kavramı belki biraz gerçeği yansıtıyordu…
‘Demokratik Özerklik’ gibi olayın yakın çevresinde tartışılan kavramları aynı duygularla izliyorum. Herkes biraz karnından konuşuyor sanki… ‘Karnından konuşma’nın bilimsel karşılığı İngilizcesiyle ‘Political Correctness’tir (Siyasi Doğruluk)…
Bunun son örneklerinden birini NTV’de Çiğdem Anad’ın programında izledik. BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak dört kişinin karşısına geçti, çatır çatır konuştu. Sorulara doğrudan yanıt vermeyerek; sadece kendi kilit mesajlarını ileterek… Bir iletişim dersi örneği…