İletişim ‘düşünebilenler’ içindir.
22 EKİM 2011
Sevgili dostum Dücane Cündioğlu, geçtiğimiz Pazar akşamı SkyTürk’te Gürkan Hacır’ın ‘Şimdiki Zaman’ programında müthiş tespitlerde bulundu yine. O zaman duygularımız henüz Çukurca’da yitirdiğimiz gençlerin acısıyla yanmamıştı. Hınç duygusu yoklayıp geçiyordu pek çoğumuz gibi bizleri de...
Cündioğlu, Alman filozof Max Scheler’in ‘Hınç’ (Ressentiment) kavramına yüklediği anlamdan söz ederken, birey için tatmin olamama durumu yaratan ‘arzu’ ile ‘ulaşamama’ arasındaki şiddetli gerilimin, bir tür ‘cinnet’ olduğunu ifade ediyordu.
Hınç’tan kaynağını alan cinnetin, duyguların zehirlenmiş hali olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Max Scheler’e göre, ‘Hıncın, ruha saldığı zehir son derece bulaşıcı’ ve ‘bu zehrin, incinerek ya da şiddetle bastırılmış bir dürtünün sonradan harekete geçerek kişiliği ekşittiği’ni (tahammuz) tespit ediyor.
İşte bu ‘ekşime’ duygusu ‘Menekşe mendilim düşe / Bizden size kim düşe?’ gibi safiyane çocuk oyunundaki o masum soruyu alıp, salyalı taraftarlardan birinin ağzından ‘Bizden size kim düşe?’ diye sorar hale getirir?
Bu ‘ekşime’ ya da giderek ‘nefret’leşen duygulardan her şeye rağmen uzak durmaya çalışan, derin acısını nefrete kurban etmek istemeyen, tasallut dünyasının amigolarından toplumu da kendisini de korumaya çabalayan insanlar yok mu? Bence var…
Türkiye’nin başına gelen bela ötesi ve akıl almaz cinayetlerin, içler yakan düzeylerdeki insana kıyma potansiyelinin tam karşısında, bu milletin mutabık olabileceği ‘zehirli bir hınç’ değil, tam tersine ‘araf’ta duran ve ruhu zehirlenmemiş bir halk var. İsterseniz ‘halklar’ deyin. İsterseniz, bu topraklar üzerinde yaşayan ‘tüm insanlar’ deyin. Zehirli hıncın, bu ‘ortak ruhi şekillenme’nin yanında esamisi mi okunur?
Düşünmek kolay bir eylem değildir. ‘Düşünebilen’ biri, fikri olan bir başkasına ‘yalaka’ diyebilir mi? Diyemez. Rahmetli Ömer Lütfü Mete’nin deyişiyle ‘beyni vaftizlenmemiş’ ya da sevgili Cündioğlu’nun çözümlediği ‘hınç’ kavramının gücüyle ‘ruhu zehirlenmemiş’ insanlar; ‘toplumsal mutabakat’ı salt iktidar savunuyor diye reddetmezler ve ‘ortak paydalar’ arayanları ‘yalaka’ diye yaftalamazlar.
Öte yandan zehirli ve yapışkan tasallut dünyası dışında kalmaya çabalayanlar da müfterilerin ‘yalaka’ salvosundan etkilenmezler...
İletişim, ‘konuşma’yı gerektirir çünkü.
Küfürleşmeyi değil.
İletişim, ‘düşünebilenler’ içindir.
Beğenmemekle başlar pek çok arıza...…
Geçenlerde aile dostumuz Pembe Candaner ile birlikteydik. Pembe, vizyonun iyi filmlerinden One Day’i izlerken yaşadığım ‘iç burukluğunu’ bir nebze unutturdu bana. ‘Beğenmekle sevmek arasındaki farkı fark etme meselesini yıllardır tartış dururken birden bir Hollywood filminde görmek, ne yapar ki insanı?..
Kendi buluşunuzu bir başkasının ürünü olarak görmek gibi bir şey... Pembe Candaner, tam da tersini yapmış. ‘İnsan Kıymetleri’ kavramını bana gönderme yaparak kullanmaya başlamış…
Pembe, ODTÜ’de çifte lisans yapmıştı: psikoloji ve sosyolojide. Ankara Üniversitesi’nde sanat tarihi mastırı, sonra ABD’de de İK başta olmak üzere iki alanda doktora… Tam eğitim süreci bitti, derken bir de duydum ki Mimar Sinan’da bu kez sanat tarihi doktorasına başlamış. Adecco’nun genel müdürlüğü gibi önemli görevlerde bulundu. Şu sıra da Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Boyu Eğitim Merkezi’nde İnsan Kıymetleri ve İK stratejileri dersleri veriyor...
Dedi ki: “Yıllardır insanın su, elektrik, para gibi tükenen bir kaynak olmadığını, kıymet olarak ele alınması gerektiğini anlatıp duruyorsun, ben de dersin adını ‘insan kıymetleri’ olarak değiştirdim. Öğrencilerime bu kavramın sana ait olduğunu söylüyorum. Hatta kendi aralarında kurdukları mail grubuna ‘Pembenin Kıymetleri’ adını vermişler”…
Bir sevindim, bir sevindim ki, sormayın…
Not: Benim modere ettiğim ‘Sinema Muhabbetleri 101’ Bersay İletişim Enstitüsü’nde geçen yıl 9 ay sürdü. Sonunda sınav vardı. 16 kişi 102’ye geçti. 102’ye yeni katılımcı kabul edilmiyor. Ancak yeni başlayanlar için 101 tekrar açılıyor. Şimdilik başlangıç tarihi 29 Ekim… “Hayatı okumak için sinemayı okuma refleksi elde etmek” isteyenlere şiddetle tavsiye olunur. 102’lilerin yorumları için bkz. www.bielog.com
Cündioğlu, Alman filozof Max Scheler’in ‘Hınç’ (Ressentiment) kavramına yüklediği anlamdan söz ederken, birey için tatmin olamama durumu yaratan ‘arzu’ ile ‘ulaşamama’ arasındaki şiddetli gerilimin, bir tür ‘cinnet’ olduğunu ifade ediyordu.
Hınç’tan kaynağını alan cinnetin, duyguların zehirlenmiş hali olduğunu da rahatlıkla söyleyebiliriz. Max Scheler’e göre, ‘Hıncın, ruha saldığı zehir son derece bulaşıcı’ ve ‘bu zehrin, incinerek ya da şiddetle bastırılmış bir dürtünün sonradan harekete geçerek kişiliği ekşittiği’ni (tahammuz) tespit ediyor.
İşte bu ‘ekşime’ duygusu ‘Menekşe mendilim düşe / Bizden size kim düşe?’ gibi safiyane çocuk oyunundaki o masum soruyu alıp, salyalı taraftarlardan birinin ağzından ‘Bizden size kim düşe?’ diye sorar hale getirir?
Bu ‘ekşime’ ya da giderek ‘nefret’leşen duygulardan her şeye rağmen uzak durmaya çalışan, derin acısını nefrete kurban etmek istemeyen, tasallut dünyasının amigolarından toplumu da kendisini de korumaya çabalayan insanlar yok mu? Bence var…
Türkiye’nin başına gelen bela ötesi ve akıl almaz cinayetlerin, içler yakan düzeylerdeki insana kıyma potansiyelinin tam karşısında, bu milletin mutabık olabileceği ‘zehirli bir hınç’ değil, tam tersine ‘araf’ta duran ve ruhu zehirlenmemiş bir halk var. İsterseniz ‘halklar’ deyin. İsterseniz, bu topraklar üzerinde yaşayan ‘tüm insanlar’ deyin. Zehirli hıncın, bu ‘ortak ruhi şekillenme’nin yanında esamisi mi okunur?
Düşünmek kolay bir eylem değildir. ‘Düşünebilen’ biri, fikri olan bir başkasına ‘yalaka’ diyebilir mi? Diyemez. Rahmetli Ömer Lütfü Mete’nin deyişiyle ‘beyni vaftizlenmemiş’ ya da sevgili Cündioğlu’nun çözümlediği ‘hınç’ kavramının gücüyle ‘ruhu zehirlenmemiş’ insanlar; ‘toplumsal mutabakat’ı salt iktidar savunuyor diye reddetmezler ve ‘ortak paydalar’ arayanları ‘yalaka’ diye yaftalamazlar.
Öte yandan zehirli ve yapışkan tasallut dünyası dışında kalmaya çabalayanlar da müfterilerin ‘yalaka’ salvosundan etkilenmezler...
İletişim, ‘konuşma’yı gerektirir çünkü.
Küfürleşmeyi değil.
İletişim, ‘düşünebilenler’ içindir.
Beğenmemekle başlar pek çok arıza...…
Geçenlerde aile dostumuz Pembe Candaner ile birlikteydik. Pembe, vizyonun iyi filmlerinden One Day’i izlerken yaşadığım ‘iç burukluğunu’ bir nebze unutturdu bana. ‘Beğenmekle sevmek arasındaki farkı fark etme meselesini yıllardır tartış dururken birden bir Hollywood filminde görmek, ne yapar ki insanı?..
Kendi buluşunuzu bir başkasının ürünü olarak görmek gibi bir şey... Pembe Candaner, tam da tersini yapmış. ‘İnsan Kıymetleri’ kavramını bana gönderme yaparak kullanmaya başlamış…
Pembe, ODTÜ’de çifte lisans yapmıştı: psikoloji ve sosyolojide. Ankara Üniversitesi’nde sanat tarihi mastırı, sonra ABD’de de İK başta olmak üzere iki alanda doktora… Tam eğitim süreci bitti, derken bir de duydum ki Mimar Sinan’da bu kez sanat tarihi doktorasına başlamış. Adecco’nun genel müdürlüğü gibi önemli görevlerde bulundu. Şu sıra da Boğaziçi Üniversitesi Yaşam Boyu Eğitim Merkezi’nde İnsan Kıymetleri ve İK stratejileri dersleri veriyor...
Dedi ki: “Yıllardır insanın su, elektrik, para gibi tükenen bir kaynak olmadığını, kıymet olarak ele alınması gerektiğini anlatıp duruyorsun, ben de dersin adını ‘insan kıymetleri’ olarak değiştirdim. Öğrencilerime bu kavramın sana ait olduğunu söylüyorum. Hatta kendi aralarında kurdukları mail grubuna ‘Pembenin Kıymetleri’ adını vermişler”…
Bir sevindim, bir sevindim ki, sormayın…
Not: Benim modere ettiğim ‘Sinema Muhabbetleri 101’ Bersay İletişim Enstitüsü’nde geçen yıl 9 ay sürdü. Sonunda sınav vardı. 16 kişi 102’ye geçti. 102’ye yeni katılımcı kabul edilmiyor. Ancak yeni başlayanlar için 101 tekrar açılıyor. Şimdilik başlangıç tarihi 29 Ekim… “Hayatı okumak için sinemayı okuma refleksi elde etmek” isteyenlere şiddetle tavsiye olunur. 102’lilerin yorumları için bkz. www.bielog.com