İletişim sektörü kaç yıl geri, dersiniz?..
01 EKİM 2014
Aynı konuyu ısrarla tekrar tekrar yazmanın faydası var mı? Var… Kavrama, ya da dilerseniz ‘usa varma’ diyelim, ancak ‘tekrarla’ (perseverasyon) mümkün olabiliyor…
Sıtkım sıyrılmasa bu konuya değinecek değildim yine de… Ama artık sıkıldım aynı filmi defalarca görmekten…
24 yıl içinde pazar değişti, strateji kavramı değişti, SİP (Stratejik İletişim Planı) demode hale geldi, PR anlayışı değişti, şirketlerin PR’a bakışı ve ondan beklentileri değişti; hizmet alan şirketlerin kadroları değişti; “Her haberini çıkarırım abi, sizi diğer ağabeylerle bir araya getirip iş yapmanızı sağlarız” türden atraksiyonlar yememeye başladı; ‘PR Kızları’ kavramı yavaş yavaş anlamını yitirirken, diğer yandan müşteri PR’ı üç kuruş beş para verip ‘haberlerinin çıkması’nı sağlayan ‘fırdöndü PR’cı’ (Spin Doctor) olarak görmeye meyilli oldu; ‘PR yapmak’, ‘Reklam kokan hareketlerde bulunmak’ gibi kavramlarla özellikle siyasilerin getirdiği ‘alay eder’ gibi sektör aşağılayan söylemlere kimse sesini çıkarmadı; bütün bunlar değişti… Bazı şeyler, tezvirat, ve şeamet telalları değişmedi…
Sektörün oksijenini azaltan bu kadar çok olumsuzluğun ortasında kitapların temiz havasına kapıldığımız bir hafta sonunda doktora tezinden yola çıkarak ikinci kitabını yayına hazırlayan eşim ve Bersay Ajans Başkanı Dr. Arın Saydam’ın “Sürdürülebilir İletişim”e odaklanan çalışmasına göz attım. Bir küçücük bölümü buraya alma konusunda kendisinden izin istedim. Bana hayli ilginç gelen bir bilgi şöyle:
2003 yılında yani 11 yıl önce ABD’nin ciddi meslek kuruluşlarından PRSA Counsellors Academy üyeleri arasında yapılan bir araştırmada “Gelecek 10 Yıla Damgasını Vuracak 5 Önemli Halkla İlişkiler Sorunu” belirlenmiş.
2002 yılında üyeler arasında yapılan oylamanın ardından bir atölye çalışması ile bulgular tespit edilmiş. Bulgular şöyleymiş:
- Stratejik planlamanın geliştirilmesi için iletişim önemlidir.
- Yönetim, hukuk ve finans danışmanlarının halkla ilişkiler alanına el atmaları sorun yaratmakta ve dolayısıyla halkla ilişkilerin güvenilirliği hakkında kuşkular doğmaktadır.
- Halkla ilişkilerin stratejik iletişim ya da itibar yönetiminden ziyade “göz boyama sanatı” olarak algılanması bir sorun olarak devam etmektedir.
- Halkla ilişkiler tanımının tekrar yapılması gerekmektedir.
- Halkla ilişkiler yanlış anlaşılmış bir uzmanlık alanıdır.
Tüm bu sorunların çözümü için ise öneriler; değerlendirme ve uzun vadeli etkinliğin ölçümüne vurgu yapılması, kalifiye elemanların sektöre çekilmesi, üniversite öğrencilerini sektöre çekecek teşvik konularının yönetilmesi olarak belirlenmiş…
Sonra bunlara 5 madde daha eklenmiş:
1. Halkla ilişkiler eğitim ve müfredatının geliştirilmesi;
2. İş ahlâkına duyulan güvenin yeniden inşası;
3. Ekonomik sorunlar ve müşterinin hizmet bedellerini düşürmesi karşısında stratejik yaklaşım konusunda direnilmesi;
4. Ajansların mesleki standartlarının yükseltilmesi;
5. Halkla ilişkilerin topluma sağladığı faydaların vurgulanması.”
Şimdi kendimize soralım. Benzer bir çalışmayı bizimkiler yapsa?.. Halkla İlişklerin gelecek 10 yılda çözülmesi gereken sorunlarını saptamaya çalışsalar; yukarıdakilerden hangisi olmazdı o listede acaba?..
Dünya dönüyor… Pazar değişiyor… Müşterilerin ihtiyaç ve talepleri değişiyor… Teknoloji değişiyor… Türkiye’ye gelen yabancı firmalar iletişim hizmeti alma konusunda karşılarında büyük bir zenginlik bulamıyorlar… Hizmet alan şirketlerin yönetici ve iletişimcileri, onlara hizmet vermesi söz konusu olan ajans çalışanlarının entelektüel ve mesleki birikimlerinin fersah fersah önüne geçmiş durumdalar… Tatminsizlik diz boyu…
Doğal sonuç: Fee’ler (hizmet bedelleri) düşüyor; ücretler düşüyor; kurumsal vatandaşlık ilkeleri dahil kurumsallaşmanın hiçbir gereği gündeme gelemiyor; bunun sonucu olarak çalışanlar kültür, değerler, gelecek tasarımına göre değil üç kuruş beş kazanç karşılığında iş değiştirmeye yatkın hale geliyorlar…
Yazık…
İşe girerken ilk soru: Nerede Oturacağım?
Şu ‘oturma’ meselesi bizim kültürümüzün değişmez parçalarından biridir. İstediğiniz kadar şu tespit asabınızı bozsun ama unutmayın ki biz, ‘oturan’ bir milletiz…
Bir işe girerken “Ben nereden çalışacağım?” diyen birine rastlamadım bugüne kadar. İlle de “Nerede oturacağım?”…
Çocukken babam komşumuz Salim Rıza Bey (Kırkpınar) amcalara yollardı. Soru klasikti: “Müsaitseniz, babamlar size oturmaya gelmek istiyorlar…” Yani, “Sohbete, muhabbete” falan değil.. “Oturmaya”… “Nerede yaşıyorsunuz?” diye de sormayız… İlle de “Nerede oturuyorsunuz?”… Toplantılarımızın adı bile o fiille ilgilidir: “Oturum!”…
Protestomuzu bile “oturarak” yaparız…
Tam da bu konulara takılmışken Temuçin Tüzecan dostum 8 Eylül’de Washington Post’ta yayınlanmış mükemmel bir araştırma göndermiş. Başlık şöyle: “Take a seat. You may be able to reverse the damage to your health.”
Yazının ilk giriş cümlesi de şöyle: “Günde 8 saat veya daha fazla süre oturmak, ölümcül olabilir”…
Indiana Üniversitesi tarafından yapılmış araştırmada 5’er dakikalık yürüyüş araları vermediğiniz takdirde, ciddi kan dolaşımı sorunları yaşamanızın kaçınılmaz olduğu belirtiliyor.
Araştırmaya göre bir saat oturduğunuz anda kan dolaşımınız %50 oranında sorun yaşamaya başlıyormuş.
Ernest Hemingway romanlarını ayakta yazarmış.. Victor Hugo’nun da romanlarını ayakta yazdığı söylenir…
ABD’de bazı iş yerlerinde şimdiden ayakta çalışma ortamları sağlanmış… (http://goo.gl/YJ9yic ) Darısı başımıza….
Bizim sektörde de ‘oturmak’ ciddi hastalıktır…
Bir ‘Halkla İlişkiler Müzesi’ne sahip olabilmek…
Shelley Spector, uzun yıllardır Halkla İlişkiler yöneticisi olarak çalışmış bir iletişim uzmanı. En önemli özelliği bir Halkla İlişkiler Müzesi kurulmasında öncü rol oynaması. New York Times’a verdiği röportajdan öğrendiğimize göre bu müzede 20 yıl süreyle sektörün geçmişini yıllar içinde birikmiş belge değeri taşıyacak çeşitli nesneleri, video söyleşileri, kitapları, fotoğrafları biraraya toplamış. Müze, Ekim ayının başında Manhattan’daki Baruch College’de açılıyormuş.
Müzenin temel taşını, halkla ilişkilerin babası olarak bilinen Edward L. Bernays’in eserleri oluşturuyormuş. Ms. Spector, “İnsanlara halkla ilişkilerin uygulamasının ne demek olduğunu anlatmamız ve Bernays’in neden halkla ilişkilere üst düzeyde bir statü kazandırmak istediğinden söz etmemiz lazım.” diyor.
Gel de kıskanma! Türkiye’de acaba bir Halkla İlişkiler Müzesi ne zaman kurulabilecek dersiniz? Bu işin başını Türkiye’de çekebilecek sadece iki kişi vardı:
Prof. Dr. Alâeddin Asna ve sevgili Betül Mardin ablamız…
Onlardan sonra gelen kuşağın ve yine onların yönetiminde ve desteğinde, Türkiye’nin halkla ilişkiler tarihini belgeleyecek ve bunu iş dünyası, eğitim dünyası ve sektör çalışanlarıyla paylaşarak halkla ilişkilerin hak ettiği itibar noktasını yakalamaya çalışmaları gerekirdi.
Belki o zaman, Manisa Milletvekili Özgür Özer Bey’in, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ı “Soma’da PR yaptı” diye aşağılamaya kalktığı, sektör ve akademi dünyasının da sessiz kaldığı örneğe benzer yüzlerce hicap veren ifadelerle meslek itilip kakılmazdı.
Sıtkım sıyrılmasa bu konuya değinecek değildim yine de… Ama artık sıkıldım aynı filmi defalarca görmekten…
24 yıl içinde pazar değişti, strateji kavramı değişti, SİP (Stratejik İletişim Planı) demode hale geldi, PR anlayışı değişti, şirketlerin PR’a bakışı ve ondan beklentileri değişti; hizmet alan şirketlerin kadroları değişti; “Her haberini çıkarırım abi, sizi diğer ağabeylerle bir araya getirip iş yapmanızı sağlarız” türden atraksiyonlar yememeye başladı; ‘PR Kızları’ kavramı yavaş yavaş anlamını yitirirken, diğer yandan müşteri PR’ı üç kuruş beş para verip ‘haberlerinin çıkması’nı sağlayan ‘fırdöndü PR’cı’ (Spin Doctor) olarak görmeye meyilli oldu; ‘PR yapmak’, ‘Reklam kokan hareketlerde bulunmak’ gibi kavramlarla özellikle siyasilerin getirdiği ‘alay eder’ gibi sektör aşağılayan söylemlere kimse sesini çıkarmadı; bütün bunlar değişti… Bazı şeyler, tezvirat, ve şeamet telalları değişmedi…
Sektörün oksijenini azaltan bu kadar çok olumsuzluğun ortasında kitapların temiz havasına kapıldığımız bir hafta sonunda doktora tezinden yola çıkarak ikinci kitabını yayına hazırlayan eşim ve Bersay Ajans Başkanı Dr. Arın Saydam’ın “Sürdürülebilir İletişim”e odaklanan çalışmasına göz attım. Bir küçücük bölümü buraya alma konusunda kendisinden izin istedim. Bana hayli ilginç gelen bir bilgi şöyle:
2003 yılında yani 11 yıl önce ABD’nin ciddi meslek kuruluşlarından PRSA Counsellors Academy üyeleri arasında yapılan bir araştırmada “Gelecek 10 Yıla Damgasını Vuracak 5 Önemli Halkla İlişkiler Sorunu” belirlenmiş.
2002 yılında üyeler arasında yapılan oylamanın ardından bir atölye çalışması ile bulgular tespit edilmiş. Bulgular şöyleymiş:
- Stratejik planlamanın geliştirilmesi için iletişim önemlidir.
- Yönetim, hukuk ve finans danışmanlarının halkla ilişkiler alanına el atmaları sorun yaratmakta ve dolayısıyla halkla ilişkilerin güvenilirliği hakkında kuşkular doğmaktadır.
- Halkla ilişkilerin stratejik iletişim ya da itibar yönetiminden ziyade “göz boyama sanatı” olarak algılanması bir sorun olarak devam etmektedir.
- Halkla ilişkiler tanımının tekrar yapılması gerekmektedir.
- Halkla ilişkiler yanlış anlaşılmış bir uzmanlık alanıdır.
Tüm bu sorunların çözümü için ise öneriler; değerlendirme ve uzun vadeli etkinliğin ölçümüne vurgu yapılması, kalifiye elemanların sektöre çekilmesi, üniversite öğrencilerini sektöre çekecek teşvik konularının yönetilmesi olarak belirlenmiş…
Sonra bunlara 5 madde daha eklenmiş:
1. Halkla ilişkiler eğitim ve müfredatının geliştirilmesi;
2. İş ahlâkına duyulan güvenin yeniden inşası;
3. Ekonomik sorunlar ve müşterinin hizmet bedellerini düşürmesi karşısında stratejik yaklaşım konusunda direnilmesi;
4. Ajansların mesleki standartlarının yükseltilmesi;
5. Halkla ilişkilerin topluma sağladığı faydaların vurgulanması.”
Şimdi kendimize soralım. Benzer bir çalışmayı bizimkiler yapsa?.. Halkla İlişklerin gelecek 10 yılda çözülmesi gereken sorunlarını saptamaya çalışsalar; yukarıdakilerden hangisi olmazdı o listede acaba?..
Dünya dönüyor… Pazar değişiyor… Müşterilerin ihtiyaç ve talepleri değişiyor… Teknoloji değişiyor… Türkiye’ye gelen yabancı firmalar iletişim hizmeti alma konusunda karşılarında büyük bir zenginlik bulamıyorlar… Hizmet alan şirketlerin yönetici ve iletişimcileri, onlara hizmet vermesi söz konusu olan ajans çalışanlarının entelektüel ve mesleki birikimlerinin fersah fersah önüne geçmiş durumdalar… Tatminsizlik diz boyu…
Doğal sonuç: Fee’ler (hizmet bedelleri) düşüyor; ücretler düşüyor; kurumsal vatandaşlık ilkeleri dahil kurumsallaşmanın hiçbir gereği gündeme gelemiyor; bunun sonucu olarak çalışanlar kültür, değerler, gelecek tasarımına göre değil üç kuruş beş kazanç karşılığında iş değiştirmeye yatkın hale geliyorlar…
Yazık…
İşe girerken ilk soru: Nerede Oturacağım?
Şu ‘oturma’ meselesi bizim kültürümüzün değişmez parçalarından biridir. İstediğiniz kadar şu tespit asabınızı bozsun ama unutmayın ki biz, ‘oturan’ bir milletiz…
Bir işe girerken “Ben nereden çalışacağım?” diyen birine rastlamadım bugüne kadar. İlle de “Nerede oturacağım?”…
Çocukken babam komşumuz Salim Rıza Bey (Kırkpınar) amcalara yollardı. Soru klasikti: “Müsaitseniz, babamlar size oturmaya gelmek istiyorlar…” Yani, “Sohbete, muhabbete” falan değil.. “Oturmaya”… “Nerede yaşıyorsunuz?” diye de sormayız… İlle de “Nerede oturuyorsunuz?”… Toplantılarımızın adı bile o fiille ilgilidir: “Oturum!”…
Protestomuzu bile “oturarak” yaparız…
Tam da bu konulara takılmışken Temuçin Tüzecan dostum 8 Eylül’de Washington Post’ta yayınlanmış mükemmel bir araştırma göndermiş. Başlık şöyle: “Take a seat. You may be able to reverse the damage to your health.”
Yazının ilk giriş cümlesi de şöyle: “Günde 8 saat veya daha fazla süre oturmak, ölümcül olabilir”…
Indiana Üniversitesi tarafından yapılmış araştırmada 5’er dakikalık yürüyüş araları vermediğiniz takdirde, ciddi kan dolaşımı sorunları yaşamanızın kaçınılmaz olduğu belirtiliyor.
Araştırmaya göre bir saat oturduğunuz anda kan dolaşımınız %50 oranında sorun yaşamaya başlıyormuş.
Ernest Hemingway romanlarını ayakta yazarmış.. Victor Hugo’nun da romanlarını ayakta yazdığı söylenir…
ABD’de bazı iş yerlerinde şimdiden ayakta çalışma ortamları sağlanmış… (http://goo.gl/YJ9yic ) Darısı başımıza….
Bizim sektörde de ‘oturmak’ ciddi hastalıktır…
Bir ‘Halkla İlişkiler Müzesi’ne sahip olabilmek…
Shelley Spector, uzun yıllardır Halkla İlişkiler yöneticisi olarak çalışmış bir iletişim uzmanı. En önemli özelliği bir Halkla İlişkiler Müzesi kurulmasında öncü rol oynaması. New York Times’a verdiği röportajdan öğrendiğimize göre bu müzede 20 yıl süreyle sektörün geçmişini yıllar içinde birikmiş belge değeri taşıyacak çeşitli nesneleri, video söyleşileri, kitapları, fotoğrafları biraraya toplamış. Müze, Ekim ayının başında Manhattan’daki Baruch College’de açılıyormuş.
Müzenin temel taşını, halkla ilişkilerin babası olarak bilinen Edward L. Bernays’in eserleri oluşturuyormuş. Ms. Spector, “İnsanlara halkla ilişkilerin uygulamasının ne demek olduğunu anlatmamız ve Bernays’in neden halkla ilişkilere üst düzeyde bir statü kazandırmak istediğinden söz etmemiz lazım.” diyor.
Gel de kıskanma! Türkiye’de acaba bir Halkla İlişkiler Müzesi ne zaman kurulabilecek dersiniz? Bu işin başını Türkiye’de çekebilecek sadece iki kişi vardı:
Prof. Dr. Alâeddin Asna ve sevgili Betül Mardin ablamız…
Onlardan sonra gelen kuşağın ve yine onların yönetiminde ve desteğinde, Türkiye’nin halkla ilişkiler tarihini belgeleyecek ve bunu iş dünyası, eğitim dünyası ve sektör çalışanlarıyla paylaşarak halkla ilişkilerin hak ettiği itibar noktasını yakalamaya çalışmaları gerekirdi.
Belki o zaman, Manisa Milletvekili Özgür Özer Bey’in, Enerji Bakanı Taner Yıldız’ı “Soma’da PR yaptı” diye aşağılamaya kalktığı, sektör ve akademi dünyasının da sessiz kaldığı örneğe benzer yüzlerce hicap veren ifadelerle meslek itilip kakılmazdı.