İlginç zamanlar...
16 EYLÜL 2011
"Eski bir Çin bedduasına göre, kötülüğü istenen kişiye "İnşallah ilginç zamanlarda yaşayasın!" denilirmiş. Çok ağır bir ilenç bu, gerçekten. İlginç zamanlar, acımasızca savurur çünkü insanları ve adalet ilginç zamanlarda sapar yoldan. Sonra gerçeklerin üstü kolayca örtülüverir ilginç zamanlarda ve kanunun gücü yerine gücün kanunu hüküm sürmeye başlar."
İskender Pala'nın, okumakta geç kaldığım “İki Darbe Arasında: İlginç Zamanlar” başlıklı kitabındaki bu müthiş tespitine katılmamak mümkün değil. İlginç zamanlar... Dünyamız, bu türden bir Çin bedduasına uygun zamanlarda, en hafifinden en koyusuna her tondan ve soydan müteşekkil acıların neredeyse resmigeçidini yaşamıyor mu?
***
Gezegenimiz üzerindeki sayısız “ilginç zaman” örneği mağdurlarından kura yöntemiyle iki isim çektiğimizi varsayalım. Diyelim, biri Fransa’dan diğeri bizden olsun. Hayalhanemizdeki görsel gücü artırabileceği düşüncesiyle örneğin Wajda'nın filmi Danton'da, beyazperdede gözümüzün önünde belirip de giyotinde canverenleri ve yine örneğin İstiklal Mahkemeleri’nde idam edilen yüzlerce insanın dramını hatırlayalım. İzmir Suikastı Davası'ndaki karar hükmünce idam edilen ittihatçı Doktor Nazım'ın ya da mesela Danton’un, Robespierre’in birey olarak yaşadıkları insanlık durumlarından yola çıkarak o insanların yaşadığı "ilginç zamanlar"ın ne kadarını tahayyül edebiliriz ki? Hadi gelişmiş bir hayal gücümüz olsun ve onların duygu dünyalarını anladığımızı varsayalım. “Anlayabilme” noktasında derinleşmek, "hakikate" yakınlaştığımızın göstergesi midir? Bu iki örneğe ait fotoğrafları, yüzlerce "ilginç zaman" mağdurlarıyla birlikte çarpıp çoğaltarak masanın üzerine serelim ve “çeşitli siyasi bakış açıları”nda saf tutmuş olanların yüzlerindeki anlamı okumaya çalışalım.
***
Tarih boyunca gelmiş geçmiş iktidarlardaki siyasi erklerin, muhaliflerine yaşattığı acıların hikayeleştirilmiş olanlarını saymaya kalksak işin içinden çıkamayız. Ancak “iktidarların gücü” üzerine yüzlerce tarihi salınım örneklerine bakıldığında ortak olan noktayı keşfetmek mümkün: İskender Pala’nın kitabında ve bölüm başlıklarında yer alan aforizmalardan biri; o muhteşem Rum atasözü, bu “ortak nokta”nın birebir ifadesidir: “Taş da yumurtanın üstüne düşse, yumurta da taşın üstüne düşse olan yine yumurtaya olur.” Unutulmasın, iktidar, iktidar olduğu sürece her daim taş’tır.
Uzaklara gitmeye gerek yok... Güneydoğu'da evlatlarını yitiren annelerin acılarının tarifini yapamazken, onlara eklenen nice dram, mahkemeler, faili meçhullerin uzak işaretlerini çakan hazin ipuçları.... Siyasi dramlar yanıbaşımızda. Soru şu: Bu sahici acılarla kurduğumuz duygudaşlık, bizi hakikate yakınlaştırıyor mu, uzaklaştırıyor mu? Bu soruyu, “hakikati arama arzusundan uzak” bir bakış açısıyla çözümün bulunamayacağı yolundaki inancım üzerine soruyorum.
***
“İlginç zamanlar”ı, dünya görüşlerinin savaşı belirliyorsa herkesi ortak paydada buluşturacak olan tek bir kavram akla geliyor: Demokrasi. Oysa biliyoruz ki, demokrasi, bir yanıyla tüm dünya görüşlerinin kıyasıya savaşmasına imkân hazırlayan “şok düşünceler”i de doğası gereği korumak ve kollamak durumundadır. Bu kadar hassas bir “koruma-kollama” çabası, çok sağlam bir gelenek zeminine dayanmıyorsa o şok düşüncelerin yaratabileceği tahribatı kontrol edebilmenin de kolay bir iş olmadığını kabullenmek gerek. Çin bedduasıyla uyarıldığımız “İlginç zamanlar”dan bizi koruyacak olan asıl kavramın adı acaba her şeye rağmen “insaf duygusu” olabilir mi?.
Ne diyordu Cemil Meriç: “İnsafını kaybedenler hiçbir hakikati bütünüyle kavrayamazlar.”
***
Bozcaada’daki “çalışma tatili”mizi bitirip şehrimize döndük. “İlginç zamanlar” tatillerde okunur ama yaşamak için şehir atmosferini soluyor olmak lazım. İstanbul’un da insaf duygusuna ihtiyacı var.
İskender Pala'nın, okumakta geç kaldığım “İki Darbe Arasında: İlginç Zamanlar” başlıklı kitabındaki bu müthiş tespitine katılmamak mümkün değil. İlginç zamanlar... Dünyamız, bu türden bir Çin bedduasına uygun zamanlarda, en hafifinden en koyusuna her tondan ve soydan müteşekkil acıların neredeyse resmigeçidini yaşamıyor mu?
***
Gezegenimiz üzerindeki sayısız “ilginç zaman” örneği mağdurlarından kura yöntemiyle iki isim çektiğimizi varsayalım. Diyelim, biri Fransa’dan diğeri bizden olsun. Hayalhanemizdeki görsel gücü artırabileceği düşüncesiyle örneğin Wajda'nın filmi Danton'da, beyazperdede gözümüzün önünde belirip de giyotinde canverenleri ve yine örneğin İstiklal Mahkemeleri’nde idam edilen yüzlerce insanın dramını hatırlayalım. İzmir Suikastı Davası'ndaki karar hükmünce idam edilen ittihatçı Doktor Nazım'ın ya da mesela Danton’un, Robespierre’in birey olarak yaşadıkları insanlık durumlarından yola çıkarak o insanların yaşadığı "ilginç zamanlar"ın ne kadarını tahayyül edebiliriz ki? Hadi gelişmiş bir hayal gücümüz olsun ve onların duygu dünyalarını anladığımızı varsayalım. “Anlayabilme” noktasında derinleşmek, "hakikate" yakınlaştığımızın göstergesi midir? Bu iki örneğe ait fotoğrafları, yüzlerce "ilginç zaman" mağdurlarıyla birlikte çarpıp çoğaltarak masanın üzerine serelim ve “çeşitli siyasi bakış açıları”nda saf tutmuş olanların yüzlerindeki anlamı okumaya çalışalım.
***
Tarih boyunca gelmiş geçmiş iktidarlardaki siyasi erklerin, muhaliflerine yaşattığı acıların hikayeleştirilmiş olanlarını saymaya kalksak işin içinden çıkamayız. Ancak “iktidarların gücü” üzerine yüzlerce tarihi salınım örneklerine bakıldığında ortak olan noktayı keşfetmek mümkün: İskender Pala’nın kitabında ve bölüm başlıklarında yer alan aforizmalardan biri; o muhteşem Rum atasözü, bu “ortak nokta”nın birebir ifadesidir: “Taş da yumurtanın üstüne düşse, yumurta da taşın üstüne düşse olan yine yumurtaya olur.” Unutulmasın, iktidar, iktidar olduğu sürece her daim taş’tır.
Uzaklara gitmeye gerek yok... Güneydoğu'da evlatlarını yitiren annelerin acılarının tarifini yapamazken, onlara eklenen nice dram, mahkemeler, faili meçhullerin uzak işaretlerini çakan hazin ipuçları.... Siyasi dramlar yanıbaşımızda. Soru şu: Bu sahici acılarla kurduğumuz duygudaşlık, bizi hakikate yakınlaştırıyor mu, uzaklaştırıyor mu? Bu soruyu, “hakikati arama arzusundan uzak” bir bakış açısıyla çözümün bulunamayacağı yolundaki inancım üzerine soruyorum.
***
“İlginç zamanlar”ı, dünya görüşlerinin savaşı belirliyorsa herkesi ortak paydada buluşturacak olan tek bir kavram akla geliyor: Demokrasi. Oysa biliyoruz ki, demokrasi, bir yanıyla tüm dünya görüşlerinin kıyasıya savaşmasına imkân hazırlayan “şok düşünceler”i de doğası gereği korumak ve kollamak durumundadır. Bu kadar hassas bir “koruma-kollama” çabası, çok sağlam bir gelenek zeminine dayanmıyorsa o şok düşüncelerin yaratabileceği tahribatı kontrol edebilmenin de kolay bir iş olmadığını kabullenmek gerek. Çin bedduasıyla uyarıldığımız “İlginç zamanlar”dan bizi koruyacak olan asıl kavramın adı acaba her şeye rağmen “insaf duygusu” olabilir mi?.
Ne diyordu Cemil Meriç: “İnsafını kaybedenler hiçbir hakikati bütünüyle kavrayamazlar.”
***
Bozcaada’daki “çalışma tatili”mizi bitirip şehrimize döndük. “İlginç zamanlar” tatillerde okunur ama yaşamak için şehir atmosferini soluyor olmak lazım. İstanbul’un da insaf duygusuna ihtiyacı var.