İlişkide köle efendi oyunu...
01 ŞUBAT 2012
Hem kitaplarımızda hem de yazılarımızda sıkça kullandığımız iki söz vardır. Birincisi şöyle: “Her söylediğin doğru olsun her doğruyu söyleme!”… İkincisi ise Platon’a gönderme yaparak kullandığımız bir aforizma: “Korkanlar köle olur, korkmayanlar efendi!”…
Bu iki sözle ilgili arkadaşlarımız katma değer getirme konusunda müthiş bir titizlik göstermişler… Ülkü Karaosmanoğlu Hanım küçük bir araştırma yapmış. Diyor ki: “Immanuel Kant'ın bir ‘çelişkili durumla ilgili olarak’ kurduğu şu cümlesini, 1925 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'nca yayınlanan bir Kant tercümesinden aldık: ‘Bu tehdit üzerine fikrimi geri almak bir adiliktir. Fakat böyle bir vaziyet karşısında tebanın sükûtu ihtiyar eylemesi vazifesidir. İnsanın her söylediği hakikat olmalıdır. Fakat her hakikatin umuma karşı söylenmesi mecburi değildir.’
Bu sözün benim tarafımdan icat edilmemiş olduğunu bir kez de benim ağzımdan iletmek istedim…
İkinci cümle ile ilgili sevgili ve kadim dostumuz Prof. Gülper Refiğ Hanım bizi uyarmış benzer bir tespitin Hegel’de olabileceğini söylemişti. Arkadaşlarımız Hegel'de ‘Efendi-Köle Diyalektiği’ adlı ‘bahis’e dikkat çektiler. Yalnız orada Hegel ‘Herrschaft und Knechtschaft’ kavramlarını kullanmıştı. Oysa Knecht köle değil ‘Uşak’ demekti…
Araştırmayı yapan arkadaşlarımız, Almanya Essen Üniversitesi kaynaklı "Die Gaste" adı verilmiş bir internet gazetesinden ilginç bir alıntı yollamışlar. Koral Okan imzalı bir kurgu söyleşide (www.diegaste.de/gaste/diegaste-sayi1412.html), Okan, Platon'un ‘köle’ ruhuna biçtiği değeri gösteren çok iyi bir özet yapmış. Meraklısı için ilginç olabilir:
"Platon’da yönetme kapasitesi zihinsel etkinliğin düzeyine ve niteliğine bağlıdır. Bütün insanların karar vermede payları vardır, ama ‘kanaat getirme’ anlamına gelen ‘karar verme’ kavramı, tanrılar ve pek az kişiye nasip olur.
Devleti yönetmeye sadece rasyonel açıklama gücüne (logos) sahip olanlar uygundur, logos sahibi olmayan çokluğun bir kısmı (askerler) yönetime yardımcı olurlar ve geri kalanlar (çalışanlar) yönetilirler. Devlet sanatını bilen logos sahipleri (filozoflar ve tamamen aydınlanmış aristokratlar) tüm nüfus içinde çok küçük bir azınlık oluştururlar. Platon köleliği bir muhakeme yetersizliği durumu olarak düşünür. Farkında olup da akıl yürüterek kanıtlayamamak hali köleye yakışacak bir durumdur. Dolayısıyla Platon için, köle hakikate sahip olamayacağı için yönlendirilmeye açık biri olarak belirir. Fakat logos yoksunluğu ve daha özel olarak da kendini yönetme kapasitesi yetersizliği özgür yurttaşların çokluğu (çalışanlar sınıfı) için de geçerlidir.
Öteki: Burada, Platon’un özgün terminolojisinde bir farksızlık görüyorum...
Biri: Evet, sonuç olarak, Platon insanlar arasında ‘doğal’ ayrımlar yapsa da, köleliği ‘doğal’ temelde tanımlasa da, gerçek köleleri çalışan özgür yurttaşlardan ayıracak doğal bir fark söylememiş olur. Dolayısıyla köleliği doğal temelde meşrulaştıracak yeterli bir teori kurmaz. Anlamlı bir ayrım bulamaz ve/veya buna ihtiyaç duymaz. Önerdiği yasalarda ve öğütlerinde gözlenebileceği gibi, Platon efendi ile köle arasındaki ayrımı çok daha geniş bir çerçevede korumak ve hatta Atina’da geçerli olan ayrımı daha da genişletmek kaygısı güder.
Örneğin özgür-köle ayrımının hane içinde soy düzeyinde bozulmamasını ister. Bunun için, özgür bir yurttaşın kölesinin başka özgür yurttaşlarla ilişkisinden doğacak çocuğun efendiye ait olmasını, erkek veya kadın özgür yurttaş ile kölesi arasındaki ilişkiden doğan çocuğun köle anne veya köle babası ile ülkeden çıkarılmasını önerir. Yani öncelikle mülkiyet hakkını korumak ister, ikinci olarak kişinin kendi kölesinden çocuk sahibi olmasını istemez, nihayet doğacak çocuğun biri özgür biri köle bir anne-baba tarafından aynı evde (veya ülkede) büyütülmesini engellemek ister.”
Bu iki sözle ilgili arkadaşlarımız katma değer getirme konusunda müthiş bir titizlik göstermişler… Ülkü Karaosmanoğlu Hanım küçük bir araştırma yapmış. Diyor ki: “Immanuel Kant'ın bir ‘çelişkili durumla ilgili olarak’ kurduğu şu cümlesini, 1925 yılında Milli Eğitim Bakanlığı'nca yayınlanan bir Kant tercümesinden aldık: ‘Bu tehdit üzerine fikrimi geri almak bir adiliktir. Fakat böyle bir vaziyet karşısında tebanın sükûtu ihtiyar eylemesi vazifesidir. İnsanın her söylediği hakikat olmalıdır. Fakat her hakikatin umuma karşı söylenmesi mecburi değildir.’
Bu sözün benim tarafımdan icat edilmemiş olduğunu bir kez de benim ağzımdan iletmek istedim…
İkinci cümle ile ilgili sevgili ve kadim dostumuz Prof. Gülper Refiğ Hanım bizi uyarmış benzer bir tespitin Hegel’de olabileceğini söylemişti. Arkadaşlarımız Hegel'de ‘Efendi-Köle Diyalektiği’ adlı ‘bahis’e dikkat çektiler. Yalnız orada Hegel ‘Herrschaft und Knechtschaft’ kavramlarını kullanmıştı. Oysa Knecht köle değil ‘Uşak’ demekti…
Araştırmayı yapan arkadaşlarımız, Almanya Essen Üniversitesi kaynaklı "Die Gaste" adı verilmiş bir internet gazetesinden ilginç bir alıntı yollamışlar. Koral Okan imzalı bir kurgu söyleşide (www.diegaste.de/gaste/diegaste-sayi1412.html), Okan, Platon'un ‘köle’ ruhuna biçtiği değeri gösteren çok iyi bir özet yapmış. Meraklısı için ilginç olabilir:
"Platon’da yönetme kapasitesi zihinsel etkinliğin düzeyine ve niteliğine bağlıdır. Bütün insanların karar vermede payları vardır, ama ‘kanaat getirme’ anlamına gelen ‘karar verme’ kavramı, tanrılar ve pek az kişiye nasip olur.
Devleti yönetmeye sadece rasyonel açıklama gücüne (logos) sahip olanlar uygundur, logos sahibi olmayan çokluğun bir kısmı (askerler) yönetime yardımcı olurlar ve geri kalanlar (çalışanlar) yönetilirler. Devlet sanatını bilen logos sahipleri (filozoflar ve tamamen aydınlanmış aristokratlar) tüm nüfus içinde çok küçük bir azınlık oluştururlar. Platon köleliği bir muhakeme yetersizliği durumu olarak düşünür. Farkında olup da akıl yürüterek kanıtlayamamak hali köleye yakışacak bir durumdur. Dolayısıyla Platon için, köle hakikate sahip olamayacağı için yönlendirilmeye açık biri olarak belirir. Fakat logos yoksunluğu ve daha özel olarak da kendini yönetme kapasitesi yetersizliği özgür yurttaşların çokluğu (çalışanlar sınıfı) için de geçerlidir.
Öteki: Burada, Platon’un özgün terminolojisinde bir farksızlık görüyorum...
Biri: Evet, sonuç olarak, Platon insanlar arasında ‘doğal’ ayrımlar yapsa da, köleliği ‘doğal’ temelde tanımlasa da, gerçek köleleri çalışan özgür yurttaşlardan ayıracak doğal bir fark söylememiş olur. Dolayısıyla köleliği doğal temelde meşrulaştıracak yeterli bir teori kurmaz. Anlamlı bir ayrım bulamaz ve/veya buna ihtiyaç duymaz. Önerdiği yasalarda ve öğütlerinde gözlenebileceği gibi, Platon efendi ile köle arasındaki ayrımı çok daha geniş bir çerçevede korumak ve hatta Atina’da geçerli olan ayrımı daha da genişletmek kaygısı güder.
Örneğin özgür-köle ayrımının hane içinde soy düzeyinde bozulmamasını ister. Bunun için, özgür bir yurttaşın kölesinin başka özgür yurttaşlarla ilişkisinden doğacak çocuğun efendiye ait olmasını, erkek veya kadın özgür yurttaş ile kölesi arasındaki ilişkiden doğan çocuğun köle anne veya köle babası ile ülkeden çıkarılmasını önerir. Yani öncelikle mülkiyet hakkını korumak ister, ikinci olarak kişinin kendi kölesinden çocuk sahibi olmasını istemez, nihayet doğacak çocuğun biri özgür biri köle bir anne-baba tarafından aynı evde (veya ülkede) büyütülmesini engellemek ister.”