“İlim ilim bilmektir; ilim kendin bilmektir”
01 Kasım 2010 - Marketing Türkiye
Yunus Emre’nin bu ünlü lafını arada sırada hatırlamakta büyük yarar vardır…
Bizim Bersay’ın 20’inci yılı ya.. Merak ettim. Acaba bizim şirkette çalışan iletişim fakültesi mezunlarının diğer dallardan mezunlarla kıyaslandığında oranı neydi?..
Rakamı duyduğumda, hayli şaşırdığımı sonra da üzüldüğümü söylemeliyim…
Önce söz konusu oranı neden merak ettiğime değinmeliyim…
Bersay’ın ilk kurulduğu yıllarda bu oran ne kadardı biliyor musunuz? Yüzde 10…
Peki sektörde ne kadardı?..
Tam olarak bilmiyoruz. Çünkü sektörün yıllarca ne derinliği vardı, ne de şeffaflığı… Rakamların ve bilginin herhangi bir düzeyde ‘paylaşımı’, birkaç meslektaşın biraraya geldiklerinde yaptıkları ‘sektör geyiği’ dışında mümkün değildi… Kaç yıl geriye giderek bir sektör raporu bulabilirsiniz bir araştırın isterseniz… Sektörde çalışan iletişim fakültesi mezunları ile ilgili tahminimiz % 5 ile 8 arasında geziniyordu… Bilmiyorduk; ancak tahmin ediyorduk. Bizimle yaptıkları ‘derinlemesine söyleşileri’ bilimsel araştırmalarına veri olarak aktaran araştırmacı akademisyenler de bu rakamlardan yola çıkarak, “İletişim fakültelerindeki eğitimin kalitesini” tartışıyorlardı…
Bilgiden vazgeçtik, sektörün ilk kurulduğu yıllardaki Alaeddin Asna – Betül Mardin zarafetini de sonraları çok arar olduk… Alaeddin Hoca ‘raconu keser’ kimsenin kimseye bel altı vurmasına, rakibi kötüleyerek iş yapmaya kalkmasına izin vermezdi… Sektör çalışanları Alaeddin Bey ve Betül Hanım’dan ‘çekinirlerdi’…
İlk kurulduğunda her şeyin son derece şeffaf olduğu halkla ilişkiler sektörü zaman içinde kendi içine kapandı… Şirketlerin büyük çoğunluğu kendileriyle ilgili bilgileri uzun bir süre açıklamaktan kaçındılar. Hâlâ pek çok konuda kendi aralarında mutabakat da yoktu. Örneğin, aynı sektörden birden fazla müşteriye aynı anda hizmet verme konusunda hâlâ tarihte kalmış, arkaik görüşleri savunanlar tek tük de olsa bulunabilmektedir. “Biz etik bir şirketiz. Bir sektörden tek bir müşteriye hizmet veririz…” (Biz ancak sınırlı büyürüz, deneyimimizi artırmayız, olduğumuz yerde sayarız, aynı sektörden onlarca büyük firmaya hizmet veren büyük iletişim firmasından bihaberizdir’ demeye getiriyor)…
Bunu yakın zamana kadar ‘etiklik’ adına web sitelerine koyan ‘büyük’ (ya da daha doğrusu ‘irice’) ajanslarımız vardı. Oysa altını imzaladıkları uluslararası mutabakat metinlerini (Stockholm Charter, 2003) adam gibi okusalardı, Marketing Türkiye’nin geçen sayısındaki naftalin kokan açıklamaları yapmazlar, hiç değilse pas geçerler, kendi kendileriyle çelişkiye düşmezlerdi…
Bu bilgi eksikliği nedeniyle yıllarca sektörde çalışan iletişim fakültesi mezunlarının oranının %10 -15’ler düzeyinde seyrettiği sanıldı. Hatta diğer sektörlerle kıyaslamalar yapıldı. Çalışanlarının çok az bir kısmı tıp fakültesi mezunu olan bir hekimlik sektörü olabilir miydi? Ya da azınlığının hukuk mezunu olduğu bir ‘barolar birliği’… Mimarlık okumamış mimarlık sektörü… Böyle söylenir dururduk… İletişim fakültelerinde, hayatında ameliyat yapmamış cerrahların ders verdiği bir tıp fakültesi benzeri, herhangi bir iletişim projesi yönetmemiş, hatta bir basın bülteni bile yazıp takibini yapmamış iletişim hocalarının ders verdiği iletişim fakültelerini eleştirdik durduk…
İşte bu nedenle merak ettim…
Bersay’ın 20’nci yılında bu rakam nereye gelmişti…
İnsan Kıymetleri Departmanı’na (İnsan Kaynakları yerine neden ‘Kıymetleri’ dediğimizi merak edenere ilgili yazılarımızı hemen gönderebiliriz) sordum. Yanıt şöyle geldi:
Şirket
Toplam Çalışan
İletişim Mezunları
Yüzde
Bersay - İletişim Danışmanlığı
17
10
59
Saydam - İletişim ve Etkinlik Yönetimi
21
10
47
Bigmedya - Medya İlişkileri Yönetimi
23
15
65
DHB –Sağlık Stratejik Danışmanlığı
5
3
60
BİE - Bersay İletişim Enstitüsü
3
2
66
Toplam Üretim Kadrosu
69
40
58
Yaklaşık son 10 yılda şirkette çalışan iletişimciler içinde iletişim mezunlarının oranı yüzde 60’a yaklaşmıştı… Şaşırmamak elde değildi. Yıllarca 10’lu rakamlarda dolaşan oran 60’lara tırmanmıştı… Bu çok sevindirici bir sonuçtu… İletişim Fakültelerindeki hocalarımıza bir teşekkür borçluyduk… Fakülte sektör iş birliği gelişmiş olmalıydı. Staj programlarını onca yıldır ciddiye alan meslek örgütü İDA (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) boşa kürek çekmemişti…
İyi ya, üzüldüğüm şey neydi ki?
Söyleyeyim…
Üzüldüğüm şey, sektör kuruluşlarının hâlâ biraraya gelip bu rakamları tüm sektör için sağlıklı bir şekilde ortaya koyamamalarıydı… Sadece bu rakamı mı; ABD’yi benchmark alırsak oralarda her yıl sık sık açıklanan verileri, örneğin ücretleri, erkeklerle kadınlar arasında varsa ücret farkını, kariyer patikalarını (ilerleyen yıllarda kim nereye gidiyor, ne yapıyor), sektörün ürettiği KDV’yi, ödediği vergiyi (en çok vergi ödeyen PR şirketlerinin ödüllendirilmesi mesela), şirket içi eğitim olanaklarını, ücret paketlerinin içinde sosyal olanakları; bütün bunların bilinmesi sektörün gelişmesine yarar mı sağlar, yoksa zarar mı?..
Peki neden ortaya koymayız bu araştırmaları?.. O kadar kolay ki… Her şirket güvenilir bir yeminli kuruluşa kendi rakamlarını verecek, bu kuruluş sektörün toplamını ve ortalamalarını açıklayacak, kimsen rakamını kimseye vermeyecek. Sonra her kuruluş kendisini bu rakamlara göre hizalayacak… Sektörün neresinde olduğunu tespit edecek. Rotasını ona göre çizecek. Tabii ki çalışanlar da…
Büyük bir kısmı kayıt dışı olan 170 milyar dolarlık perakende sektörünün 70 milyarlık organize kısmı bu çalışmayı aslanlar gibi yapıyor, biz niye yapamayalım ki?..
Ankara markasını yönetenlerin dikkatine…
Kent markası konusunda en az sivrilmiş kentlerimizden biri hiç şüphesiz Ankara’dır.
“En taze balık Ankara’da yenir!” türünden geyikleri bir kenara bırakacak olursak, Ankara markasına adam gibi katma değer getirecek ne kadar az ‘çalışma’ vardır…
İlk defa Ankaralılara bir duruş ve marka vaadi getirecek bir film geliyor: Senaryosu İpek Sorak’a ait, yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak’ın yaptığı, “Aşk tesadüfleri sever”…
Filmi biraz erken seyrettim. ‘Natamam’ hali bile muhteşemdi. Küçücük salondaki 10 kadar izleyici kendini kaybedip göz yaşlarına boğulurken ben uzunca bir süre aslanlar gibi direndim… Ama nereye kadar?.. Sormayın… Üç sahne var ki, itiraf etmeliyim beni de altüst etti doğrusu…
Filmi herhalde izleyeceksiniz. Marketing Türkiye okuru direkt hedef kitlesi çünkü… Salonda filmi benimle birlikte izlemiş olan, sonunda ise kan çanağına dönmüş gözlerini benden kaçırmaya çalışırken yakaladığım Ankaralı Aslı Duran Hanım, 15 Ekim’de Akşam’da “Deniz'ler ve Ankaralılar bu filmi izlemesin” başlıklı yazım üzerine bana bir not göndermiş. Kent markasına takılanlar için iyi bir örnek:
“Yaşadığım heyecanı frenlememek için hemen sizinle paylaşmak istedim. Öncelikle, Akşam’daki yazınızda Ankaralı olarak bizlerin hissedebileceklerini kaleme aldığınız için çok mutlu oldum. Ankara, hep askeriyenin ve siyasetin gölgesinde kalmış bir kent olarak algılanmıştır. Bu algı da maalesef, İstanbul’da tükenmek üzere olan saf "mahalle" kültürünün Ankara'da halen yaşanıyor olmasının güzelliğinin önüne geçmiştir.
Diğer yandan, bu filmin biz Ankaralılar nezdinde neden daha çok içimize isleyeceğini paylaşmam gerekirse, bizler Ankara’yı savunmaktan çok yorulduk. Kimse Ankara’yı bizim penceremizden görmek istemediği için de ikna edemedik. Ancak Sevgili Ömer Faruk Bey, bizim yıllarca Ankara’yı övdüğümüz her sokağını, caddesini özellikle yasam biçimini öyle bir anlatmış ki size bile "Ankara’yı bilmesek başka bir yer sanacaktık!" dedirtti film esnasında...
İpek Hanım’ın Ankaralı olmasını bu duygunun işlemesinde büyük katkısı olduğunu düşünüyorum aramızdaki konuşmalara istinaden...
Ama yazınızda beni en çok etkileyen suydu ki: Ankaralıların da çocuklukları ve ‘anıları’ olduğu. Yoksa duygulanamazdık zaten...
Bir Ankaralı olarak Ankaralının siyaset dışında yaşanmışlığı ve hâlâ koruduğu duygularının olduğunu kösenizde paylaştığınız için size çok müteşekkirim ve açıkçası heyecanlandım. Kendi adıma köşenizi Ankara’yı savunmaktan bıkmayanlara ithaf etmek istiyorum.”
Ben de Aslı Hanımın notunu Ankara’nın kent markasının yönetiminden sorumlu olanlara ithaf etmek istiyorum…
İstanbul ‘shooping fest’e hazırlanıyor…
İstanbul müthiş bir organizasyona hazırlanıyor: İstanbul Shopping Fest… Prakende sektörünün başta BMD (Birleşik Markalar Derneği, Bşk. Yılmaz Yılmaz) ve AMPD (Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği, Bşk. Mehmet Nane) olmak üzer perakende sektörünün önde gelen kuruluşları TİM (Türkiye İhracat Meclisi) Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin liderliğinde tüm İstanbul’u kapsayacak devasa bir şölene hazırlanıyorlar.
Bu da İstanbul markasını uçuracak geniş kitlelerin katılacağı önemli pazarlama ietişimi etkinliklerinden biri olacak…
Şimdi gönül ne istiyor… Sponsorlardan, destek verenlerden geçilmesin; ortalık yıkılsın ve İstanbul’u bu coğrafyanın alış ‘merkezi’ haline getirmek için kollar sıvansın… Herkesin kazançlı çıkacağı bir oyuna katılmayan kalmasın…
Olay yakında kamuoyuna ayrıntılarıyla duyurulacak…
Bakalım, kimler bu fırsatı ‘kendi fırsatları’ haline getirecekler…
Bizim Bersay’ın 20’inci yılı ya.. Merak ettim. Acaba bizim şirkette çalışan iletişim fakültesi mezunlarının diğer dallardan mezunlarla kıyaslandığında oranı neydi?..
Rakamı duyduğumda, hayli şaşırdığımı sonra da üzüldüğümü söylemeliyim…
Önce söz konusu oranı neden merak ettiğime değinmeliyim…
Bersay’ın ilk kurulduğu yıllarda bu oran ne kadardı biliyor musunuz? Yüzde 10…
Peki sektörde ne kadardı?..
Tam olarak bilmiyoruz. Çünkü sektörün yıllarca ne derinliği vardı, ne de şeffaflığı… Rakamların ve bilginin herhangi bir düzeyde ‘paylaşımı’, birkaç meslektaşın biraraya geldiklerinde yaptıkları ‘sektör geyiği’ dışında mümkün değildi… Kaç yıl geriye giderek bir sektör raporu bulabilirsiniz bir araştırın isterseniz… Sektörde çalışan iletişim fakültesi mezunları ile ilgili tahminimiz % 5 ile 8 arasında geziniyordu… Bilmiyorduk; ancak tahmin ediyorduk. Bizimle yaptıkları ‘derinlemesine söyleşileri’ bilimsel araştırmalarına veri olarak aktaran araştırmacı akademisyenler de bu rakamlardan yola çıkarak, “İletişim fakültelerindeki eğitimin kalitesini” tartışıyorlardı…
Bilgiden vazgeçtik, sektörün ilk kurulduğu yıllardaki Alaeddin Asna – Betül Mardin zarafetini de sonraları çok arar olduk… Alaeddin Hoca ‘raconu keser’ kimsenin kimseye bel altı vurmasına, rakibi kötüleyerek iş yapmaya kalkmasına izin vermezdi… Sektör çalışanları Alaeddin Bey ve Betül Hanım’dan ‘çekinirlerdi’…
İlk kurulduğunda her şeyin son derece şeffaf olduğu halkla ilişkiler sektörü zaman içinde kendi içine kapandı… Şirketlerin büyük çoğunluğu kendileriyle ilgili bilgileri uzun bir süre açıklamaktan kaçındılar. Hâlâ pek çok konuda kendi aralarında mutabakat da yoktu. Örneğin, aynı sektörden birden fazla müşteriye aynı anda hizmet verme konusunda hâlâ tarihte kalmış, arkaik görüşleri savunanlar tek tük de olsa bulunabilmektedir. “Biz etik bir şirketiz. Bir sektörden tek bir müşteriye hizmet veririz…” (Biz ancak sınırlı büyürüz, deneyimimizi artırmayız, olduğumuz yerde sayarız, aynı sektörden onlarca büyük firmaya hizmet veren büyük iletişim firmasından bihaberizdir’ demeye getiriyor)…
Bunu yakın zamana kadar ‘etiklik’ adına web sitelerine koyan ‘büyük’ (ya da daha doğrusu ‘irice’) ajanslarımız vardı. Oysa altını imzaladıkları uluslararası mutabakat metinlerini (Stockholm Charter, 2003) adam gibi okusalardı, Marketing Türkiye’nin geçen sayısındaki naftalin kokan açıklamaları yapmazlar, hiç değilse pas geçerler, kendi kendileriyle çelişkiye düşmezlerdi…
Bu bilgi eksikliği nedeniyle yıllarca sektörde çalışan iletişim fakültesi mezunlarının oranının %10 -15’ler düzeyinde seyrettiği sanıldı. Hatta diğer sektörlerle kıyaslamalar yapıldı. Çalışanlarının çok az bir kısmı tıp fakültesi mezunu olan bir hekimlik sektörü olabilir miydi? Ya da azınlığının hukuk mezunu olduğu bir ‘barolar birliği’… Mimarlık okumamış mimarlık sektörü… Böyle söylenir dururduk… İletişim fakültelerinde, hayatında ameliyat yapmamış cerrahların ders verdiği bir tıp fakültesi benzeri, herhangi bir iletişim projesi yönetmemiş, hatta bir basın bülteni bile yazıp takibini yapmamış iletişim hocalarının ders verdiği iletişim fakültelerini eleştirdik durduk…
İşte bu nedenle merak ettim…
Bersay’ın 20’nci yılında bu rakam nereye gelmişti…
İnsan Kıymetleri Departmanı’na (İnsan Kaynakları yerine neden ‘Kıymetleri’ dediğimizi merak edenere ilgili yazılarımızı hemen gönderebiliriz) sordum. Yanıt şöyle geldi:
Şirket
Toplam Çalışan
İletişim Mezunları
Yüzde
Bersay - İletişim Danışmanlığı
17
10
59
Saydam - İletişim ve Etkinlik Yönetimi
21
10
47
Bigmedya - Medya İlişkileri Yönetimi
23
15
65
DHB –Sağlık Stratejik Danışmanlığı
5
3
60
BİE - Bersay İletişim Enstitüsü
3
2
66
Toplam Üretim Kadrosu
69
40
58
Yaklaşık son 10 yılda şirkette çalışan iletişimciler içinde iletişim mezunlarının oranı yüzde 60’a yaklaşmıştı… Şaşırmamak elde değildi. Yıllarca 10’lu rakamlarda dolaşan oran 60’lara tırmanmıştı… Bu çok sevindirici bir sonuçtu… İletişim Fakültelerindeki hocalarımıza bir teşekkür borçluyduk… Fakülte sektör iş birliği gelişmiş olmalıydı. Staj programlarını onca yıldır ciddiye alan meslek örgütü İDA (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) boşa kürek çekmemişti…
İyi ya, üzüldüğüm şey neydi ki?
Söyleyeyim…
Üzüldüğüm şey, sektör kuruluşlarının hâlâ biraraya gelip bu rakamları tüm sektör için sağlıklı bir şekilde ortaya koyamamalarıydı… Sadece bu rakamı mı; ABD’yi benchmark alırsak oralarda her yıl sık sık açıklanan verileri, örneğin ücretleri, erkeklerle kadınlar arasında varsa ücret farkını, kariyer patikalarını (ilerleyen yıllarda kim nereye gidiyor, ne yapıyor), sektörün ürettiği KDV’yi, ödediği vergiyi (en çok vergi ödeyen PR şirketlerinin ödüllendirilmesi mesela), şirket içi eğitim olanaklarını, ücret paketlerinin içinde sosyal olanakları; bütün bunların bilinmesi sektörün gelişmesine yarar mı sağlar, yoksa zarar mı?..
Peki neden ortaya koymayız bu araştırmaları?.. O kadar kolay ki… Her şirket güvenilir bir yeminli kuruluşa kendi rakamlarını verecek, bu kuruluş sektörün toplamını ve ortalamalarını açıklayacak, kimsen rakamını kimseye vermeyecek. Sonra her kuruluş kendisini bu rakamlara göre hizalayacak… Sektörün neresinde olduğunu tespit edecek. Rotasını ona göre çizecek. Tabii ki çalışanlar da…
Büyük bir kısmı kayıt dışı olan 170 milyar dolarlık perakende sektörünün 70 milyarlık organize kısmı bu çalışmayı aslanlar gibi yapıyor, biz niye yapamayalım ki?..
Ankara markasını yönetenlerin dikkatine…
Kent markası konusunda en az sivrilmiş kentlerimizden biri hiç şüphesiz Ankara’dır.
“En taze balık Ankara’da yenir!” türünden geyikleri bir kenara bırakacak olursak, Ankara markasına adam gibi katma değer getirecek ne kadar az ‘çalışma’ vardır…
İlk defa Ankaralılara bir duruş ve marka vaadi getirecek bir film geliyor: Senaryosu İpek Sorak’a ait, yönetmenliğini Ömer Faruk Sorak’ın yaptığı, “Aşk tesadüfleri sever”…
Filmi biraz erken seyrettim. ‘Natamam’ hali bile muhteşemdi. Küçücük salondaki 10 kadar izleyici kendini kaybedip göz yaşlarına boğulurken ben uzunca bir süre aslanlar gibi direndim… Ama nereye kadar?.. Sormayın… Üç sahne var ki, itiraf etmeliyim beni de altüst etti doğrusu…
Filmi herhalde izleyeceksiniz. Marketing Türkiye okuru direkt hedef kitlesi çünkü… Salonda filmi benimle birlikte izlemiş olan, sonunda ise kan çanağına dönmüş gözlerini benden kaçırmaya çalışırken yakaladığım Ankaralı Aslı Duran Hanım, 15 Ekim’de Akşam’da “Deniz'ler ve Ankaralılar bu filmi izlemesin” başlıklı yazım üzerine bana bir not göndermiş. Kent markasına takılanlar için iyi bir örnek:
“Yaşadığım heyecanı frenlememek için hemen sizinle paylaşmak istedim. Öncelikle, Akşam’daki yazınızda Ankaralı olarak bizlerin hissedebileceklerini kaleme aldığınız için çok mutlu oldum. Ankara, hep askeriyenin ve siyasetin gölgesinde kalmış bir kent olarak algılanmıştır. Bu algı da maalesef, İstanbul’da tükenmek üzere olan saf "mahalle" kültürünün Ankara'da halen yaşanıyor olmasının güzelliğinin önüne geçmiştir.
Diğer yandan, bu filmin biz Ankaralılar nezdinde neden daha çok içimize isleyeceğini paylaşmam gerekirse, bizler Ankara’yı savunmaktan çok yorulduk. Kimse Ankara’yı bizim penceremizden görmek istemediği için de ikna edemedik. Ancak Sevgili Ömer Faruk Bey, bizim yıllarca Ankara’yı övdüğümüz her sokağını, caddesini özellikle yasam biçimini öyle bir anlatmış ki size bile "Ankara’yı bilmesek başka bir yer sanacaktık!" dedirtti film esnasında...
İpek Hanım’ın Ankaralı olmasını bu duygunun işlemesinde büyük katkısı olduğunu düşünüyorum aramızdaki konuşmalara istinaden...
Ama yazınızda beni en çok etkileyen suydu ki: Ankaralıların da çocuklukları ve ‘anıları’ olduğu. Yoksa duygulanamazdık zaten...
Bir Ankaralı olarak Ankaralının siyaset dışında yaşanmışlığı ve hâlâ koruduğu duygularının olduğunu kösenizde paylaştığınız için size çok müteşekkirim ve açıkçası heyecanlandım. Kendi adıma köşenizi Ankara’yı savunmaktan bıkmayanlara ithaf etmek istiyorum.”
Ben de Aslı Hanımın notunu Ankara’nın kent markasının yönetiminden sorumlu olanlara ithaf etmek istiyorum…
İstanbul ‘shooping fest’e hazırlanıyor…
İstanbul müthiş bir organizasyona hazırlanıyor: İstanbul Shopping Fest… Prakende sektörünün başta BMD (Birleşik Markalar Derneği, Bşk. Yılmaz Yılmaz) ve AMPD (Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği, Bşk. Mehmet Nane) olmak üzer perakende sektörünün önde gelen kuruluşları TİM (Türkiye İhracat Meclisi) Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin liderliğinde tüm İstanbul’u kapsayacak devasa bir şölene hazırlanıyorlar.
Bu da İstanbul markasını uçuracak geniş kitlelerin katılacağı önemli pazarlama ietişimi etkinliklerinden biri olacak…
Şimdi gönül ne istiyor… Sponsorlardan, destek verenlerden geçilmesin; ortalık yıkılsın ve İstanbul’u bu coğrafyanın alış ‘merkezi’ haline getirmek için kollar sıvansın… Herkesin kazançlı çıkacağı bir oyuna katılmayan kalmasın…
Olay yakında kamuoyuna ayrıntılarıyla duyurulacak…
Bakalım, kimler bu fırsatı ‘kendi fırsatları’ haline getirecekler…