İlker Paşa ve Türkiye’nin yeni dünyası...
07 OCAK 2012
Bu çağda hâlâ sivil demokrasinin yanında, askeri vesayetin karşısında durmamak için ya geri zekalı olmak gerekir ya da kötü niyetli. Demokratik yoldan iktidara gelme şansları olmayanların Silahlı Kuvvetleri darbeye teşvik ettikleri dönemlerde eğilip bükülmemiş olanların bence bugün daha çok söz söyleme hakları vardır.
Bununla birlikte TSK’nın evrensel ‘görüşler’den yola çıkılarak Danimarka, Norveç ordusuyla kıyaslanmasına karşı çıkmayanların da zeka düzeyinden veya iyi niyetinden şüphe edilmesi gerekir. G. M. Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Biz bize benzeriz”; bizim ordumuz da bizim ordumuza... Bu bölgedeki bir Türkiye’nin ordusu güçlü değilse ne Başbakanı dünyada göğsünü gere gere böyle dolaşabilirdi, ne de Dışişleri Bakanı.
Kendisini tanıma fırsatı bulduğum İlker Başbuğ’un belki yargılanmasına değil, ancak tutuklanmasına üzüldüm. Sanki TSK tutuklanıyormuş gibi geldi bana.
İlker Paşa’nın neden tutuklandığını gerçekten bildiğini sananlar, ağızlarındaki ‘Yargıyı da orduyu da bitirdiler” sakızının çiğnenmekten çürüdüğünü fark etmeyenler bile üzülüyor... Olabilir.
Aslında o tarihlerde İlker Başbuğ’un yerine bugünün Genel Kurmay Başkanı sayın Orgeneral Necdet Özel görev başında olsaydı başına geleceklerin farksız olacağını düşünmek için çok fazla neden var. Siz, görev tanımı uzun yıllar boyunca şekillenmiş, yapısal kültür ve değerlerle sıkıca kuşatılmış devasa büyüklük ve yaygınlıktaki bir kurumun başında olacaksınız ve son 20 yılında çok büyük dönüşümlerden geçmiş Türkiye’nin yeni dünyasının terminolojisine de aynı hızla uyum sağlayacaksınız. Mümkün mü? Bence mümkün değil. Ne demek istediğimi Mehmet Ali Birand’ın Türk televizyon tarihine armağan ettiği Demirkırat, 12 Mart, 12 Eylül belgesellerini sırasıyla seyredip, her Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde yeni bir görev aşkıyla yanan, hislenen Genel Kurmay Başkanları ve Meclis localarında boy gösteren general eşlerinin dünyasını hatırladığınızda daha iyi anlayacaksınız. İlker Paşa, o dünyadan fersah fersah uzaktı. Ancak yerinde kim olsa bugün Silivri Cezaevi’ne gitme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirdi.
Bana Hilmi Özkök Paşa’yı hatırlatmak isteyen bazı arkadaşlara ben de o meşhur toplantı sırasında Genel Kurmay İkinci Başkanı olarak İlker Başbuğ’un Hilmi Özkök Paşa’nın hemen yanında durduğunu hatırlatmak isterim.
Geçenlerde Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge’sinde hükümetin uygulamalarını, özellikle iletişim becerilerini ne kadar olumladığımı ve önemsediğimi anlatırken programa gönderilmiş olan bir tweet’e de katıldığımı ifade etmekten kendimi alamamıştım: “Keşke ekonomi, sağlık, eğitim, güvenlik, tarım, ulaşım, bilişim, konularında gösterdikleri başarıyı kültür alanında da gösterselerdi.” AK Parti’ye çok yakın çevrelerin bile takıldığı bir husustur bu. Kendini günlük yaşamda zaman zaman ‘hoyratlık’ olarak gösterir. Hani darbeler döneminde muhalif olan herkese gösterilmiş olan hoyratlık gibi. Ve ben bu hoyratlığı nerde görsem içim cız ediyor.
Bununla birlikte TSK’nın evrensel ‘görüşler’den yola çıkılarak Danimarka, Norveç ordusuyla kıyaslanmasına karşı çıkmayanların da zeka düzeyinden veya iyi niyetinden şüphe edilmesi gerekir. G. M. Kemal Atatürk’ün dediği gibi “Biz bize benzeriz”; bizim ordumuz da bizim ordumuza... Bu bölgedeki bir Türkiye’nin ordusu güçlü değilse ne Başbakanı dünyada göğsünü gere gere böyle dolaşabilirdi, ne de Dışişleri Bakanı.
Kendisini tanıma fırsatı bulduğum İlker Başbuğ’un belki yargılanmasına değil, ancak tutuklanmasına üzüldüm. Sanki TSK tutuklanıyormuş gibi geldi bana.
İlker Paşa’nın neden tutuklandığını gerçekten bildiğini sananlar, ağızlarındaki ‘Yargıyı da orduyu da bitirdiler” sakızının çiğnenmekten çürüdüğünü fark etmeyenler bile üzülüyor... Olabilir.
Aslında o tarihlerde İlker Başbuğ’un yerine bugünün Genel Kurmay Başkanı sayın Orgeneral Necdet Özel görev başında olsaydı başına geleceklerin farksız olacağını düşünmek için çok fazla neden var. Siz, görev tanımı uzun yıllar boyunca şekillenmiş, yapısal kültür ve değerlerle sıkıca kuşatılmış devasa büyüklük ve yaygınlıktaki bir kurumun başında olacaksınız ve son 20 yılında çok büyük dönüşümlerden geçmiş Türkiye’nin yeni dünyasının terminolojisine de aynı hızla uyum sağlayacaksınız. Mümkün mü? Bence mümkün değil. Ne demek istediğimi Mehmet Ali Birand’ın Türk televizyon tarihine armağan ettiği Demirkırat, 12 Mart, 12 Eylül belgesellerini sırasıyla seyredip, her Cumhurbaşkanlığı seçimi döneminde yeni bir görev aşkıyla yanan, hislenen Genel Kurmay Başkanları ve Meclis localarında boy gösteren general eşlerinin dünyasını hatırladığınızda daha iyi anlayacaksınız. İlker Paşa, o dünyadan fersah fersah uzaktı. Ancak yerinde kim olsa bugün Silivri Cezaevi’ne gitme tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirdi.
Bana Hilmi Özkök Paşa’yı hatırlatmak isteyen bazı arkadaşlara ben de o meşhur toplantı sırasında Genel Kurmay İkinci Başkanı olarak İlker Başbuğ’un Hilmi Özkök Paşa’nın hemen yanında durduğunu hatırlatmak isterim.
Geçenlerde Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge’sinde hükümetin uygulamalarını, özellikle iletişim becerilerini ne kadar olumladığımı ve önemsediğimi anlatırken programa gönderilmiş olan bir tweet’e de katıldığımı ifade etmekten kendimi alamamıştım: “Keşke ekonomi, sağlık, eğitim, güvenlik, tarım, ulaşım, bilişim, konularında gösterdikleri başarıyı kültür alanında da gösterselerdi.” AK Parti’ye çok yakın çevrelerin bile takıldığı bir husustur bu. Kendini günlük yaşamda zaman zaman ‘hoyratlık’ olarak gösterir. Hani darbeler döneminde muhalif olan herkese gösterilmiş olan hoyratlık gibi. Ve ben bu hoyratlığı nerde görsem içim cız ediyor.