İlmek ilmek
02 Temmuz 2022 - Yeni Şafak
NATO Zirvesi’ne damga vuran ‘üçlü muhtıra’dan rahatsız olanlar var…
Biri CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu… “[Cumhurbaşkanı] yelkenleri suya indirdi… Başta kaldığım sürece asla giremezler. E ne oldu? Gittin, bastın imzayı, çıktın geldin” demiş…
Meral Hanım’ın “Beklenti karşılamıyor, bu bir tavizdir” ifadesinden Kılıçdaroğlu ile aynı görüşü paylaştığı anlaşılıyor.
İsveç’ten de gelmiş… Sosyal Demokrat Parti ve terör örgütü YPG/PKK destekçisi olduğu söylenen bağımsız milletvekili Amineh Kakabaveh “Kara bir gün” demiş… İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde ise “Erdoğan'a boyun eğmedik”.
Türkiye’nin çıkarına bir işin bazılarını memnun etmeyeceğini biliyorduk elbette ama ülkemiz muhalefetinin bir kez daha terör örgütüyle aynı ağızdan konuşmayı kendine nasıl yakıştırdığını hiç bilemedik… Anlayamadık…
Oysa, sonuçları itibarıyla NATO Zirvesi’nin “Türkiye’nin diplomatik zaferi” olduğu çok açık…
Bu, Ukrayna-Rusya görüşmelerindeki kilit pozisyonundan sonra “Yalnızlaştı” denilen, “itibarsızlaştığı” iddia edilen ülkemizin, uluslararası platformda, son dönemdeki ikinci ‘dev’ başarısı…
Ve bu başarının Madrid’de geçen iki verimli günden ibaret olmadığı, aylar süren çalışmaların sonucu olduğu da ortada. Dışişleri Bakanlığı ve bürokratlarının ilmek ilmek ördüğü bir süreç söz konusu…
Sayın Cumhurbaşkanı’nın şimdi ‘aleyhte delilmiş’ gibi kullanmaya çalışılan “Ben olduğum sürece teröre destek veren ülkeler NATO'ya giremezler” sözü de bu süreçte yürütülen stratejinin kamuoyuna yansıyan adımlarından biriydi.
Pozisyonunun ne derece net, duruşunun ne denli kararlı olduğu, ülkenin en yetkili ağzından bu ifadeyle anlatılmıştı. “Bu duvarı aşmak istiyorsanız, önce siz adım atacaksınız” demekti…
Nitekim adımlar atıldı… Perşembe günkü yazımızda da belirttiğimiz gibi PKK, YPG/PYD ve FETÖ gibi terör örgütleri bir NATO belgesine girdi… Böylece artık ‘yalnızca bizim sorunumuz’ olmaktan çıktılar… Yalnızca üçlü muhtıraya taraf Finlandiya ve İsveç değil, NATO üyesi diğer ülkeler de bu konuda Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almak durumunda kalacaklar…
Türkiye’nin hem Ukrayna-Rusya savaşında Batı’nın ‘yaptırım’ gazına gelmemesi, uyguladığı ‘denge politikası’ hem de sonraki süreçteki dik duruşu, onun Avrupa’da ve NATO çerçevesinde ‘yeniden konumlandırılması’ için çok önemliydi… Bunlar, dış ilişkilerde son yıllarda uygulanan ‘ret ve kabul’ politikasının meyveleridir…
Son yazımızda bir hususun daha altını çizmiş; “Türkiye’nin, başta ABD olmak üzere Madrid’teki ikili ilişkilerinde başka hangi kazanımları elde ettiğini önümüzdeki günlerde göreceğiz” demiştik.
Gördük… ABD Başkanı Biden’dan açıklama gecikmedi: “Türkiye'ye F-16 uçaklarını satmalıyız ve aynı zamanda uçakları modernize etmeliyiz... [Cumhurbaşkanı Erdoğan’a] Bir karşılık da olmadığını ve sadece satmamız gerektiğini söyledim. Bunu yapabilmek için ihtiyacım olan şey Kongre onayı. Bu onayı alacağımızı düşünüyorum."
Barış Pınarı Harekâtı’na karşı oluşuyla tanıdığımız ABD’li Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham bile “Biden yönetiminin önemli NATO müttefikimiz Türkiye’ye F-16 satışına destek verme kararını destekliyorum” dedi…
Gözümüze takılanlar…
Biri CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu… “[Cumhurbaşkanı] yelkenleri suya indirdi… Başta kaldığım sürece asla giremezler. E ne oldu? Gittin, bastın imzayı, çıktın geldin” demiş…
Meral Hanım’ın “Beklenti karşılamıyor, bu bir tavizdir” ifadesinden Kılıçdaroğlu ile aynı görüşü paylaştığı anlaşılıyor.
İsveç’ten de gelmiş… Sosyal Demokrat Parti ve terör örgütü YPG/PKK destekçisi olduğu söylenen bağımsız milletvekili Amineh Kakabaveh “Kara bir gün” demiş… İsveç Dışişleri Bakanı Ann Linde ise “Erdoğan'a boyun eğmedik”.
Türkiye’nin çıkarına bir işin bazılarını memnun etmeyeceğini biliyorduk elbette ama ülkemiz muhalefetinin bir kez daha terör örgütüyle aynı ağızdan konuşmayı kendine nasıl yakıştırdığını hiç bilemedik… Anlayamadık…
Oysa, sonuçları itibarıyla NATO Zirvesi’nin “Türkiye’nin diplomatik zaferi” olduğu çok açık…
Bu, Ukrayna-Rusya görüşmelerindeki kilit pozisyonundan sonra “Yalnızlaştı” denilen, “itibarsızlaştığı” iddia edilen ülkemizin, uluslararası platformda, son dönemdeki ikinci ‘dev’ başarısı…
Ve bu başarının Madrid’de geçen iki verimli günden ibaret olmadığı, aylar süren çalışmaların sonucu olduğu da ortada. Dışişleri Bakanlığı ve bürokratlarının ilmek ilmek ördüğü bir süreç söz konusu…
Sayın Cumhurbaşkanı’nın şimdi ‘aleyhte delilmiş’ gibi kullanmaya çalışılan “Ben olduğum sürece teröre destek veren ülkeler NATO'ya giremezler” sözü de bu süreçte yürütülen stratejinin kamuoyuna yansıyan adımlarından biriydi.
Pozisyonunun ne derece net, duruşunun ne denli kararlı olduğu, ülkenin en yetkili ağzından bu ifadeyle anlatılmıştı. “Bu duvarı aşmak istiyorsanız, önce siz adım atacaksınız” demekti…
Nitekim adımlar atıldı… Perşembe günkü yazımızda da belirttiğimiz gibi PKK, YPG/PYD ve FETÖ gibi terör örgütleri bir NATO belgesine girdi… Böylece artık ‘yalnızca bizim sorunumuz’ olmaktan çıktılar… Yalnızca üçlü muhtıraya taraf Finlandiya ve İsveç değil, NATO üyesi diğer ülkeler de bu konuda Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almak durumunda kalacaklar…
Türkiye’nin hem Ukrayna-Rusya savaşında Batı’nın ‘yaptırım’ gazına gelmemesi, uyguladığı ‘denge politikası’ hem de sonraki süreçteki dik duruşu, onun Avrupa’da ve NATO çerçevesinde ‘yeniden konumlandırılması’ için çok önemliydi… Bunlar, dış ilişkilerde son yıllarda uygulanan ‘ret ve kabul’ politikasının meyveleridir…
Son yazımızda bir hususun daha altını çizmiş; “Türkiye’nin, başta ABD olmak üzere Madrid’teki ikili ilişkilerinde başka hangi kazanımları elde ettiğini önümüzdeki günlerde göreceğiz” demiştik.
Gördük… ABD Başkanı Biden’dan açıklama gecikmedi: “Türkiye'ye F-16 uçaklarını satmalıyız ve aynı zamanda uçakları modernize etmeliyiz... [Cumhurbaşkanı Erdoğan’a] Bir karşılık da olmadığını ve sadece satmamız gerektiğini söyledim. Bunu yapabilmek için ihtiyacım olan şey Kongre onayı. Bu onayı alacağımızı düşünüyorum."
Barış Pınarı Harekâtı’na karşı oluşuyla tanıdığımız ABD’li Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham bile “Biden yönetiminin önemli NATO müttefikimiz Türkiye’ye F-16 satışına destek verme kararını destekliyorum” dedi…
Gözümüze takılanlar…
- Metaverse hayatımıza bir girdi pir girdi. Bu alandaki ‘ilk’ler peş peşe sıralanıyor… Tam Türkiye Sigorta’nın “En büyük meteverse platformlarından Decentraland’de reklamveren ilk sigorta markası oldu” haberini görmüştük ki hemen bir yenisi daha geldi (Hilal Uluçeçen, Bersay İletişim). New York ve İstanbul merkezli metaverse ajansı Enrich Black Studio, Marketing Türkiye ve BoomSonar’ın düzenlediği Brandverse Awards’ta ‘Metaverse Kullanımı’ kategorisinde Altın Ödül’ün sahibi olmuş. Markaların özel metaverse alanlarının oluşturulmasına destek veren ajans, Decentraland, Sandbox, Roblox, Spatial gibi popüler metaverse platformlarında da projeler hayata geçiyormuş. (Mehmet Halıcı, Salt İletişim)
- Sosyal medya platformu TikTok, “ihlal içeren” paylaşım ve hesaplar hakkındaki “Topluluk Kuralları Uygulama Raporu”nu yayınlamış. 24 Şubat-31 Mart dönemini kapsayan çalışmada, yalnızca Ukrayna savaşına ilişkin 41.191 video kaldırıldığı belirtilmiş. Bunların %87’si zararlı bilgiler içeriyormuş. %78’ine proaktif olarak (önceden) müdahale edilmiş. Kendi kimlikleri hakkında kamuoyunu yanlış bilgilendirmek amacıyla küresel olarak koordineli faaliyet gösteren 6 ağ ve 204 hesap da tespit edilmiş. Bu işten kazanç sağlayanlar dahi sorunun farkında. Kendi geleceklerinin doğru, dürüst ve zarar vermeyen bir platform sunmaktan geçtiğini biliyor, bunun için çaba gösteriyorlar. Ah bir de muhalefet bilse… (Mert Şuşut, Weber Shandwick Turkey)
- TRT’nin 2015’ten beri ‘üniversite öğrencilerine’ yönelik düzenlediği “Geleceğin İletişimcileri” yarışmasına katılmak için son 6 gün… Yarışma 4 ana başlıktan oluşuyormuş: Radyo yayıncılığı, görsel yayıncılık, dijital yayıncılık ve iletişim kampanyası. Bu alanlardaki 13 farklı kategorideki özgün eserler kabul ediliyormuş. Dereceye girenlere çeşitli ödüllerin verileceği yarışma, TRT’nin toplumsal sorumluluk bilinciyle hayata geçirdiği kıymetli çalışmalarından biri olmuş. (https://www.trtgeleceginiletisimcileri.com/)
- Gedik Yatırım, “Eski elektronik eşyalarınız sosyal faydaya dönüşsün” kampanyasında Elektronik Atıkların Geri Dönüşümünü Destekleme Derneği’yle iş birliği yapmış. Geri dönüştürülen ürünler okullara bağışlanıyormuş. Gedik Yatırım deposundaki elektronik ürünlerin geri dönüştürülmesiyle Muğla Seydikemer Karadere İlkokulu’na ‘teknoloji sınıfı’ açılmış. Elektronik atıklar kanserojen özellikler taşıdıkları için çok ciddi bir sorun. Ayrıca tehlikeli… Mesela dünyadaki en zehirli madde olan civadan küçük bir miktar bile vücuda girse alzheimer, epilepsi, parkinson, kronik yorgunluk, yapısı bozulmuş telomer (DNA’yı koruyan parça), bağışıklık sisteminin ters çalışması durumu gibi hastalıklara yol açması sadece bazılarıymış… O nedenle güvenilir aracı kurumlarla geri dönüşümün sağlanması çok önemli. “Bir taşla iki kuş” vuran kampanya için kutlarız. (Esra Erdoğan, Aristo İletişim)