İmge, estetik, iletişim
01 Ağustos 2020 - Marketing Türkiye
Bir imgenin estetik değer taşıması onu bakmaktan haz alınan bir fenomene dönüştürür… Sanat eserlerinin en büyük ortak özelliklerinden biri bu estetik zevkin yansıması olmalarıdır… Estetik bir imge ortaya koymanın doğadan aşina olduğumuz organik formlar ya da bunun tam tersi simetri gibi özelliklerle sağlanabileceği söylenir… Neticede, ciddi bir altyapı ve pek çok parametrenin aynı anda kullanılmasıyla mümkün olabilir…
Bu meşakkatli sürecin ödülü ise büyüktür… İnsanlar, ortaya çıkan esere bakar, onu beğenir, üzerine konuşur, tartışır ve unutmaz… En önemlisi de o imgeyle iletmek istediğiniz mesaja odaklanır…
İletişim çalışmalarında böyle uygulamalarla her zaman karşılaştığımız söylenemez. Fakat, 15 Temmuz günü, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın İstanbul Boğazı’nda düzenlediği ışık ve drone gösterisi tam da anlatmak istediğimiz özellikleri taşıyordu…
Darbe girişimi sürecinde yaşananlar, video haritalama (mapping) teknolojisiyle Kuleli Askeri Lisesi’nin duvarlarına yansıtıldı. Tam bir ‘görsel şölen’ ile mesajların etkisinin artırılması sağlandı. Estetik duygusuna hitap eden görselliğin ne kadar etkili ve iletişimciler açısından ne derece önemli olduğunun başarılı bir örneğiydi… Takip edilmesi gereken, hatta ‘kritik başarı faktörü’ diyebileceğimiz bir yöntem olduğu unutulmamalı…
Sanal yaşamımız da sağlıklı olsun
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi ile İnsani Gelişme Vakfı’nın birlikte yaptıkları, İnsani Gelişme Monitörü araştırmasının sonuçlarına göre; ülkemizde bilgisayar sahipliği, evden internet erişimi ve interneti olan akıllı telefon sahipliği oranları A ve B grubunda sırasıyla yüzde 84, yüzde 89 ve yüzde 97 olarak tespit edilmiş. D ve E gruplarının ise yüzde 35’inin evinde bilgisayar bulunuyormuş, yüzde 43’ü internet erişimine ve yüzde 61’i akıllı telefona sahipmiş.
Hiç de azımsanamayacak rakamlarla karşı karşıyayız. Pandeminin de etkisiyle sokaktaki yaşam evlere taşınınca dijital kanallara olan ilginin daha da arttığını biliyoruz. Bu süreçte, ürünü veya hizmeti tanıtmak, hedef kitleye kolaylıkla ulaşmak ve satış potansiyelini artırmak için işletmelerin öncelikli tercihi dijital dünya oldu. Bunda özellikle, dijital ve online kanalların dinamik, interaktif ve ölçülebilir olmasının etkili olduğu ifade ediliyor.
Öyle ki, danışmanlık ve denetim şirketi Deloitte’un araştırmasına göre, mağazalardaki satışların bile yüzde 95’i dijital platformlardan etkilenerek gelen müşteriler tarafından yapılıyormuş.
McKinsey & Company tarafından (biz onu hep McKinsey diye bilirdik; ancak basın bülteninde böyle yazıyor) yapılan araştırmaya göre, potansiyel müşteriler üzerinde dijital iletişim araçları, diğer iletişim araçlarına kıyasla yüzde 33 daha etkiliymiş.
Artık buradan dönüş yok… Yapmamız gereken, kendimizi akışa bırakmak da değil elbette… İletişimciler olarak, mecraların izlenmesi, tanınması, etkileşimlerin ölçümlenmesi ile ilgili fikirlerimizi ortaya koymalı ve tartışmalıyız. Hayatımızın büyük çoğunluğunu oluşturmaya başlayan siber dünyanın ve toplumumuzun sağlığı için bu da bizim üstümüze düşen sorumluluk… (Bkz. Türkiye Bilimler Akademisi’nin “Bilişim Teknolojileri ve İletişim: Birey ve Toplum Güvenliği” adlı yayınındaki makalemiz, S. 41-48, http://www.tuba.gov.tr/tr/yayinlar/suresiz-yayinlar/bilim-ve-dusun/bilisim-teknolojileri-ve-iletisim-birey-ve-toplum-guvenligi)
Krizin bile hayırlısı…
Geçen ay sosyal medyada öyle bir kriz patlak verdi ki başlıktaki gibi “Krizin bile hayırlısı” dedirtti… Twitter ve Reddit’te, mobilya satan Amerikalı e-ticaret firması Wayfair üzerinden kaçırılan çocukların ticaretinin yapıldığı iddia edildi… Ortalık ‘yıkıldı’…
Söylenenlerin komplo teorileri olduğu iddia edilse de ülkemizdeki e-ticaret sitelerinin de bu ağır suçlamayla karşı karşıya kalması gecikmedi… Trendyol ve N11 platformları hedefteydi… Bu kanallardan iki firmanın çocuk ürünlerini fahiş fiyatla satışa çıkarması, “Türkiye’de de bir Wayfair vakası mı başladı?” diye sorgulanmasına neden oldu. Klavyeler işledi, ispata gerek duymaksızın sosyal medya saldırıları gerçekleşti.
Peki onlar ne yaptılar? Bu krizin iletişimini nasıl yönettiler? İki platform da birer açıklama yayınladılar. O kadar… Sosyal medya hesaplarından yapılan bu açıklamaların, krizin geldiği kanaldan yapılmasıyla krizin daha fazla yayılması engellendi…
Ancak yetersizdi… Neden mi? Küçük ya da büyük her kriz bir tortu bırakır… Bu derece ciddi bir suçlamanın öznesi olduktan sonra işin peşini bırakmak, gelecekte iddialarını bu tortu üzerine bina ederek firmaların itibarına zarar vermek isteyen kişilerce kolaylıkla kullanılabilir… Aleyhte algı oluşturularak ilk seferinde bu iddiaya inanmayan insanların bile “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diye düşünmesi sağlanabilir… O nedenle krizlerin iletişim süreçlerinin ‘iyi’ yönetilmesi gerekir, yoksa onlar sizi yönetir.
Bu meşakkatli sürecin ödülü ise büyüktür… İnsanlar, ortaya çıkan esere bakar, onu beğenir, üzerine konuşur, tartışır ve unutmaz… En önemlisi de o imgeyle iletmek istediğiniz mesaja odaklanır…
İletişim çalışmalarında böyle uygulamalarla her zaman karşılaştığımız söylenemez. Fakat, 15 Temmuz günü, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın İstanbul Boğazı’nda düzenlediği ışık ve drone gösterisi tam da anlatmak istediğimiz özellikleri taşıyordu…
Darbe girişimi sürecinde yaşananlar, video haritalama (mapping) teknolojisiyle Kuleli Askeri Lisesi’nin duvarlarına yansıtıldı. Tam bir ‘görsel şölen’ ile mesajların etkisinin artırılması sağlandı. Estetik duygusuna hitap eden görselliğin ne kadar etkili ve iletişimciler açısından ne derece önemli olduğunun başarılı bir örneğiydi… Takip edilmesi gereken, hatta ‘kritik başarı faktörü’ diyebileceğimiz bir yöntem olduğu unutulmamalı…
Sanal yaşamımız da sağlıklı olsun
İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi ile İnsani Gelişme Vakfı’nın birlikte yaptıkları, İnsani Gelişme Monitörü araştırmasının sonuçlarına göre; ülkemizde bilgisayar sahipliği, evden internet erişimi ve interneti olan akıllı telefon sahipliği oranları A ve B grubunda sırasıyla yüzde 84, yüzde 89 ve yüzde 97 olarak tespit edilmiş. D ve E gruplarının ise yüzde 35’inin evinde bilgisayar bulunuyormuş, yüzde 43’ü internet erişimine ve yüzde 61’i akıllı telefona sahipmiş.
Hiç de azımsanamayacak rakamlarla karşı karşıyayız. Pandeminin de etkisiyle sokaktaki yaşam evlere taşınınca dijital kanallara olan ilginin daha da arttığını biliyoruz. Bu süreçte, ürünü veya hizmeti tanıtmak, hedef kitleye kolaylıkla ulaşmak ve satış potansiyelini artırmak için işletmelerin öncelikli tercihi dijital dünya oldu. Bunda özellikle, dijital ve online kanalların dinamik, interaktif ve ölçülebilir olmasının etkili olduğu ifade ediliyor.
Öyle ki, danışmanlık ve denetim şirketi Deloitte’un araştırmasına göre, mağazalardaki satışların bile yüzde 95’i dijital platformlardan etkilenerek gelen müşteriler tarafından yapılıyormuş.
McKinsey & Company tarafından (biz onu hep McKinsey diye bilirdik; ancak basın bülteninde böyle yazıyor) yapılan araştırmaya göre, potansiyel müşteriler üzerinde dijital iletişim araçları, diğer iletişim araçlarına kıyasla yüzde 33 daha etkiliymiş.
Artık buradan dönüş yok… Yapmamız gereken, kendimizi akışa bırakmak da değil elbette… İletişimciler olarak, mecraların izlenmesi, tanınması, etkileşimlerin ölçümlenmesi ile ilgili fikirlerimizi ortaya koymalı ve tartışmalıyız. Hayatımızın büyük çoğunluğunu oluşturmaya başlayan siber dünyanın ve toplumumuzun sağlığı için bu da bizim üstümüze düşen sorumluluk… (Bkz. Türkiye Bilimler Akademisi’nin “Bilişim Teknolojileri ve İletişim: Birey ve Toplum Güvenliği” adlı yayınındaki makalemiz, S. 41-48, http://www.tuba.gov.tr/tr/yayinlar/suresiz-yayinlar/bilim-ve-dusun/bilisim-teknolojileri-ve-iletisim-birey-ve-toplum-guvenligi)
Krizin bile hayırlısı…
Geçen ay sosyal medyada öyle bir kriz patlak verdi ki başlıktaki gibi “Krizin bile hayırlısı” dedirtti… Twitter ve Reddit’te, mobilya satan Amerikalı e-ticaret firması Wayfair üzerinden kaçırılan çocukların ticaretinin yapıldığı iddia edildi… Ortalık ‘yıkıldı’…
Söylenenlerin komplo teorileri olduğu iddia edilse de ülkemizdeki e-ticaret sitelerinin de bu ağır suçlamayla karşı karşıya kalması gecikmedi… Trendyol ve N11 platformları hedefteydi… Bu kanallardan iki firmanın çocuk ürünlerini fahiş fiyatla satışa çıkarması, “Türkiye’de de bir Wayfair vakası mı başladı?” diye sorgulanmasına neden oldu. Klavyeler işledi, ispata gerek duymaksızın sosyal medya saldırıları gerçekleşti.
Peki onlar ne yaptılar? Bu krizin iletişimini nasıl yönettiler? İki platform da birer açıklama yayınladılar. O kadar… Sosyal medya hesaplarından yapılan bu açıklamaların, krizin geldiği kanaldan yapılmasıyla krizin daha fazla yayılması engellendi…
Ancak yetersizdi… Neden mi? Küçük ya da büyük her kriz bir tortu bırakır… Bu derece ciddi bir suçlamanın öznesi olduktan sonra işin peşini bırakmak, gelecekte iddialarını bu tortu üzerine bina ederek firmaların itibarına zarar vermek isteyen kişilerce kolaylıkla kullanılabilir… Aleyhte algı oluşturularak ilk seferinde bu iddiaya inanmayan insanların bile “Ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diye düşünmesi sağlanabilir… O nedenle krizlerin iletişim süreçlerinin ‘iyi’ yönetilmesi gerekir, yoksa onlar sizi yönetir.