İnşallah ben yanılıyorumdur ve kriz yoktur
21 MART 2007
Bilgi Üniversitesi’nin kucağında artık nur topu gibi bir krizi var. Türkiye’de ilk eşcinsel üniversite kulübü orada kurulmuş. Lezbiyen, gay, biseksüel, transseksüel ve travestileri kapsayacağı, heteroseksüellerin de destek vereceği söylenen Bilgi Gökkuşağı’nın şimdilik 15 üyesi varmış... Hiç mi bakmadılar Türk toplumunun, İstanbulluların ortak ruhi şekillenmesine, kültür ve değer kodlarına?... (Üstelik, Gülten Kazgan’ın derlediği ve Bilgi Üniversitesi yayınlarından çıkan ‘İstanbul Gençliği – Gençlik Değerleri Araştırması’ varken ellerinde...)
Dünyada olan her şey yiyor mu bizde? Neden bizde feminizm hiçbir zaman ABD’deki kadar gelişmez, siyaset üzerinde hiçbir etkisi yoktur?...
ABD’de ve İngiltere’de iktidara gelmek için gay ve lezbiyenlerin oylarını almak şarttır... Bizde öyle midir?
Gay’lere, lezbiyenlere karşı ya da onlardan yana olmak değil mesele... Herkesin cinsel tercihi kendine... Peki ne o zaman derdimiz? Bilgi Üniversitesi’nin iletişim ve iş hedefleri. Bu girişimin üniversitenin hedefleriyle ne kadar uyuştuğunun tartışılması. Yoksa haber ilginç, konu eksantrik tabii ki...
Öğrenci gelirleriyle yaşayan bir üniversitenin marka vaadi ile, gay-lezbiyen kulübünün marka vaadinin çakışmaması, bunun da iş ve iletişim adına ciddi sonuçlar doğurabilecek potansiyele sahip olması önümüzdeki günlerde Bilgi Üniversitesi’ni yakından ilgilendirecek...
Biraz geriye gidelim. Yıl 1997. Aktüel dergisi bir haber çalışması yapıyor. Anadolu Üniversitesi’nin eşcinsel öğrenciler için rahat bir ortamı olduğundan söz ediliyor...
Sonuçta Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve İletişim Bilimleri Fakültesi’nin adı ön plana çıkmış. İyi mi?.. Bu durum o fakülteye başvurmayı planlayan gençlerin ailelerinde ciddi tereddütler yaratmış... Üniversitenin diğer fakültelerinde ise bu durum ‘istihza’ (inceden alay) konusu olmuş.
Allah’tan yıllar içinde bu kriz çözülmüş ve Anadolu Üniversitesi herhangi bir itibar sorunu yaşamamış... Bugün de en ufak izi kalmamış.
Bakalım Bilgi Üniversitesi krizini nasıl çözecek? Orada bomba gibi bir iletişim fakültesi ve çok başarılı hocalar var... Bence hallederler. Ya da ben yanılıyorumdur. Ortada kriz mıriz yoktur...
Yoksa biz de mi gitsek?..
Pazartesi’den beri, yine ‘Başımızı alıp gitsek’ sendromu içine girmiş bulunuyorum. Pazartesi akşamı Mutluluk filmini seyrettik çünkü... Bu halim birkaç gün sürer. Sonra metropolün habis gölgesi üzerime düşer...
Filmin de kitabın da mesajı net: Feodaliteden de, büyük-küçük burjuvaziden de bir ‘halt’ olmaz. Tek kurtuluş vardır: Her ikisini de reddetmek. Mutluluk için ise tek çıkış söz konusudur: Doğaya dönmek...
Talat Bulut’un bana zorlama gelen oyunculuğunun dışında, bütün ukalalığıma rağmen eleştirilecek fazla bir şey bulamadım. Ne tipik bir Livaneli hayranıyım, ne de Abdullah Oğuz yandaşı... Ama ikisinden çok hoş bir sentez çıkmış ortaya. Hele o müzikler...
Başrolde ise iki kişi var bence: Özgü Namal ve görüntü yönetmeni Mirsad Heroviç... Sinemadan çıktığımda kendimi Akdeniz’in maviliklerine bırakmak için neler vermezdim?..
Bu arada merak ettim, Türkçe’den başka hangi dilde “Başımı alır giderim!” söylemi vardır acaba?... Benzeri değil... Birebir aynı anlamı vereni...
Dünyada olan her şey yiyor mu bizde? Neden bizde feminizm hiçbir zaman ABD’deki kadar gelişmez, siyaset üzerinde hiçbir etkisi yoktur?...
ABD’de ve İngiltere’de iktidara gelmek için gay ve lezbiyenlerin oylarını almak şarttır... Bizde öyle midir?
Gay’lere, lezbiyenlere karşı ya da onlardan yana olmak değil mesele... Herkesin cinsel tercihi kendine... Peki ne o zaman derdimiz? Bilgi Üniversitesi’nin iletişim ve iş hedefleri. Bu girişimin üniversitenin hedefleriyle ne kadar uyuştuğunun tartışılması. Yoksa haber ilginç, konu eksantrik tabii ki...
Öğrenci gelirleriyle yaşayan bir üniversitenin marka vaadi ile, gay-lezbiyen kulübünün marka vaadinin çakışmaması, bunun da iş ve iletişim adına ciddi sonuçlar doğurabilecek potansiyele sahip olması önümüzdeki günlerde Bilgi Üniversitesi’ni yakından ilgilendirecek...
Biraz geriye gidelim. Yıl 1997. Aktüel dergisi bir haber çalışması yapıyor. Anadolu Üniversitesi’nin eşcinsel öğrenciler için rahat bir ortamı olduğundan söz ediliyor...
Sonuçta Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve İletişim Bilimleri Fakültesi’nin adı ön plana çıkmış. İyi mi?.. Bu durum o fakülteye başvurmayı planlayan gençlerin ailelerinde ciddi tereddütler yaratmış... Üniversitenin diğer fakültelerinde ise bu durum ‘istihza’ (inceden alay) konusu olmuş.
Allah’tan yıllar içinde bu kriz çözülmüş ve Anadolu Üniversitesi herhangi bir itibar sorunu yaşamamış... Bugün de en ufak izi kalmamış.
Bakalım Bilgi Üniversitesi krizini nasıl çözecek? Orada bomba gibi bir iletişim fakültesi ve çok başarılı hocalar var... Bence hallederler. Ya da ben yanılıyorumdur. Ortada kriz mıriz yoktur...
Yoksa biz de mi gitsek?..
Pazartesi’den beri, yine ‘Başımızı alıp gitsek’ sendromu içine girmiş bulunuyorum. Pazartesi akşamı Mutluluk filmini seyrettik çünkü... Bu halim birkaç gün sürer. Sonra metropolün habis gölgesi üzerime düşer...
Filmin de kitabın da mesajı net: Feodaliteden de, büyük-küçük burjuvaziden de bir ‘halt’ olmaz. Tek kurtuluş vardır: Her ikisini de reddetmek. Mutluluk için ise tek çıkış söz konusudur: Doğaya dönmek...
Talat Bulut’un bana zorlama gelen oyunculuğunun dışında, bütün ukalalığıma rağmen eleştirilecek fazla bir şey bulamadım. Ne tipik bir Livaneli hayranıyım, ne de Abdullah Oğuz yandaşı... Ama ikisinden çok hoş bir sentez çıkmış ortaya. Hele o müzikler...
Başrolde ise iki kişi var bence: Özgü Namal ve görüntü yönetmeni Mirsad Heroviç... Sinemadan çıktığımda kendimi Akdeniz’in maviliklerine bırakmak için neler vermezdim?..
Bu arada merak ettim, Türkçe’den başka hangi dilde “Başımı alır giderim!” söylemi vardır acaba?... Benzeri değil... Birebir aynı anlamı vereni...