İnsan bir ‘Kıymet’tir
17 Ağustos 2019 - Yeni Şafak
Dünyadaki en zor şeyin değişim olduğu söylenir. Çünkü, değişime olan direnç hiç değişmez. Ama dünya değişiyor...
Teknoloji devi Apple’ın iş görüşmesinde, başvuru yapanlara sorduğu sorular, zaman zaman haber olur, çok da ilgi çeker. Mesela:
“Seni buraya ne getirdi?”
“8 yaşında bir çocuğa anlatıyormuş gibi modem cihazının ne işe yaradığını anlatın.”
“En yakın arkadaşınız kim?”
“Kendini anlat, seni ne meraklandırıyor?”
“Sen, zeki misin?”
“Hataların neler ve bunlardan ne öğrendin?”
“Bir yöneticinin kararına katılmadığın oldu mu ve bu olaya nasıl yaklaştın? Bir örnek ver ve tepkilerini açıkla.”
“Hayatında gurur duyarak yaptığın bir şey söyle”
“Seni neden işe alalım?”
“Bir ağaç aynaya yansıdığında, hangisinin gerçek ağaç, hangisinin ayna yansıması olduğunu nasıl anlarsınız?”
Bu sorular, ‘başarının üç sırrı’ diye anılan meşhur üçlüyü, will, skill, focus’u (irade, beceri, odaklanma) ölçmek için soruluyor. Çok da yenilikçi ve hoş bir yöntem kullanıyorlar. İnsan kaynakları yaklaşımı içinde özellikli de bir yaklaşım ortaya koymuşlar.
Ancak değişim, bunun biraz daha ötesini gerektiriyor. Dünyanın ya da toplumum nereye geldiğine bir bakalım.
Fortune dergisinin eski editörlerinden, iletişim, teknoloji ve şirketler üzerine çalışmalar yapan Alvin Toffler, ‘Üç Dalga’dan söz eder: Tarım, Sanayi ve Bilgi. Bunlar, toplumun geçirdiği üç başkalaşımı tanımlayan köşe taşlarıdır.
Feodal düzenin hüküm sürdüğü tarım toplumunda, insan, ‘meta’ olarak görülüyordu. Bunu, kapitalist sanayi toplumunu izledi ki hepimizin bildiği insanı bir ‘kaynak’ olarak gören anlayış bu düzene hakimdi. İçinde yaşadığımız bilgi çağı düzeninin öncülü bu tüketici mantalitedir işte.
Kaynak, yararlanılan, kullanılan, tüketilince de bir kenara atılandır. Kapitalist sanayi toplumuyla bire bir örtüşse de insana atfettiği sadece bir rol vardır. İnsan bu rolü, işlevi yerine getirdiği sürece sistemde vardır. Tükenince de bir kenara bırakılır. Bu sistemde insan ‘işe yarar’ olduğu sürece anlamlıdır.
Oysa insan bir bütündür. İşe yaradığı, işe yaramadığı gibi dönemlerden oluşmaz. O nedenle, 1999 yılından beri, bir anlayış değişikliğini sembolize etmesi açısından ‘İnsan Kaynakları’ yerine ‘İnsan Kıymetleri’ ifadesini öneriyor ve kullanıyoruz.
Bizim anlayışımıza göre insan bir ‘kaynak’ değil, bir ‘kıymet’tir. Bunu şimdi benimseyip uygulamaya geçirmezsek bir zorunluluk olarak yerine getirmeye mecbur kalacağız.
2000’lerin başında yaşanan küresel ekonomik sarsıntıyı hatırlayalım. En modern İnsan Kaynakları uygulamalarını gerçekleştiren dev şirketler bile bundan etkilemiş, yeni bir bakış açısıyla insanı sürdürülebilir bir şekilde geliştirme merkezli yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu ortaya çıkmıştı.
Apple gibi bilgi çağının sembol şirketlerinden biri olmak bile, yeni toplum düzeninin gerektirdiği “insanı bir ‘kıymet’ olarak görme fikri dönüşümünü” ortaya koymak için yeterli olmayabiliyor. İnsan ‘kaynağı’ yaklaşımında saplanıp kalabiliyor.
O nedenle, insanın bir ‘kıymet’ olduğu bilinci ve ömür boyu eğitime olan inancıyla şekillendirilmiş yapılanmalar gerekli. Çalışan memnuniyeti burada kilit önem arz eder. Şu üç alana yatırım yaparak memnuniyeti yüzde 100’e çıkarmayı bir hedef olarak belirlemekle işe başlanabilir:
Geç kalmak istemiyorsak değişime direnmemeli ve bilgi çağının gerektirdiği düzenlemeleri yapmalıyız. Toplumsal düzlemde, insana bakışın tekrar gözden geçirilmesini bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor. Bu zorunluluğu anlayıp gerekli değişimi yaşayıp yönetebilenler, içinde bulunduğumuz vahşi rekabet ortamında avantaj sağlayacaklar, diğerleri ise sadece değişimi seyredecek ve arta kalanlarla yetineceklerdir...
Teknoloji devi Apple’ın iş görüşmesinde, başvuru yapanlara sorduğu sorular, zaman zaman haber olur, çok da ilgi çeker. Mesela:
“Seni buraya ne getirdi?”
“8 yaşında bir çocuğa anlatıyormuş gibi modem cihazının ne işe yaradığını anlatın.”
“En yakın arkadaşınız kim?”
“Kendini anlat, seni ne meraklandırıyor?”
“Sen, zeki misin?”
“Hataların neler ve bunlardan ne öğrendin?”
“Bir yöneticinin kararına katılmadığın oldu mu ve bu olaya nasıl yaklaştın? Bir örnek ver ve tepkilerini açıkla.”
“Hayatında gurur duyarak yaptığın bir şey söyle”
“Seni neden işe alalım?”
“Bir ağaç aynaya yansıdığında, hangisinin gerçek ağaç, hangisinin ayna yansıması olduğunu nasıl anlarsınız?”
Bu sorular, ‘başarının üç sırrı’ diye anılan meşhur üçlüyü, will, skill, focus’u (irade, beceri, odaklanma) ölçmek için soruluyor. Çok da yenilikçi ve hoş bir yöntem kullanıyorlar. İnsan kaynakları yaklaşımı içinde özellikli de bir yaklaşım ortaya koymuşlar.
Ancak değişim, bunun biraz daha ötesini gerektiriyor. Dünyanın ya da toplumum nereye geldiğine bir bakalım.
Fortune dergisinin eski editörlerinden, iletişim, teknoloji ve şirketler üzerine çalışmalar yapan Alvin Toffler, ‘Üç Dalga’dan söz eder: Tarım, Sanayi ve Bilgi. Bunlar, toplumun geçirdiği üç başkalaşımı tanımlayan köşe taşlarıdır.
Feodal düzenin hüküm sürdüğü tarım toplumunda, insan, ‘meta’ olarak görülüyordu. Bunu, kapitalist sanayi toplumunu izledi ki hepimizin bildiği insanı bir ‘kaynak’ olarak gören anlayış bu düzene hakimdi. İçinde yaşadığımız bilgi çağı düzeninin öncülü bu tüketici mantalitedir işte.
Kaynak, yararlanılan, kullanılan, tüketilince de bir kenara atılandır. Kapitalist sanayi toplumuyla bire bir örtüşse de insana atfettiği sadece bir rol vardır. İnsan bu rolü, işlevi yerine getirdiği sürece sistemde vardır. Tükenince de bir kenara bırakılır. Bu sistemde insan ‘işe yarar’ olduğu sürece anlamlıdır.
Oysa insan bir bütündür. İşe yaradığı, işe yaramadığı gibi dönemlerden oluşmaz. O nedenle, 1999 yılından beri, bir anlayış değişikliğini sembolize etmesi açısından ‘İnsan Kaynakları’ yerine ‘İnsan Kıymetleri’ ifadesini öneriyor ve kullanıyoruz.
Bizim anlayışımıza göre insan bir ‘kaynak’ değil, bir ‘kıymet’tir. Bunu şimdi benimseyip uygulamaya geçirmezsek bir zorunluluk olarak yerine getirmeye mecbur kalacağız.
2000’lerin başında yaşanan küresel ekonomik sarsıntıyı hatırlayalım. En modern İnsan Kaynakları uygulamalarını gerçekleştiren dev şirketler bile bundan etkilemiş, yeni bir bakış açısıyla insanı sürdürülebilir bir şekilde geliştirme merkezli yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu ortaya çıkmıştı.
Apple gibi bilgi çağının sembol şirketlerinden biri olmak bile, yeni toplum düzeninin gerektirdiği “insanı bir ‘kıymet’ olarak görme fikri dönüşümünü” ortaya koymak için yeterli olmayabiliyor. İnsan ‘kaynağı’ yaklaşımında saplanıp kalabiliyor.
O nedenle, insanın bir ‘kıymet’ olduğu bilinci ve ömür boyu eğitime olan inancıyla şekillendirilmiş yapılanmalar gerekli. Çalışan memnuniyeti burada kilit önem arz eder. Şu üç alana yatırım yaparak memnuniyeti yüzde 100’e çıkarmayı bir hedef olarak belirlemekle işe başlanabilir:
- Çalışanların ‘değişim’ konusunda katılım ve kararlılığını artırmak
- Çalışanların iş süreçlerindeki ‘verimlilik’ ve ‘kârlılığı’nı artırmak amacıyla entelektüel katma değer üretmesini sağlamak.
- Çalışanların ‘etkililiğini’ artırmak.
Geç kalmak istemiyorsak değişime direnmemeli ve bilgi çağının gerektirdiği düzenlemeleri yapmalıyız. Toplumsal düzlemde, insana bakışın tekrar gözden geçirilmesini bir zorunluluk olarak karşımızda duruyor. Bu zorunluluğu anlayıp gerekli değişimi yaşayıp yönetebilenler, içinde bulunduğumuz vahşi rekabet ortamında avantaj sağlayacaklar, diğerleri ise sadece değişimi seyredecek ve arta kalanlarla yetineceklerdir...