İnsan İnsanın kurdu mudur?
01 KASIM 2016 - TIMREPORT
21 Ekim Cuma gecesi ABD, dünya tarihinin en büyük siber saldırılarından birinin hedefi oldu ve dünya genelinde de sosyal medya hesaplarında kesintiler, yavaşlamalar yaşandı. Tam da ABD’de seçim dönemine rast gelen bu saldırıyla, Twitter, The NewYork Times, PayPal, Amazon, Netflix, Spotify gibi dünyaca ünlü sitelere erişim engellendi. ABD, bu saldırıyla 7 milyar Dolarlık zarara uğramış.
Ülkeler arası, özellikle Çin ya da Rus kaynaklı bir casusluk savaşı mı, yoksa daha önce Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nde yaşayan Julian Assange’ın internet erişimin engellenmesine yönelik bir misilleme mi veya bağımsız bilgisayar korsanlarının (hacker’lar) başının altından çıkan bir deneme saldırısı mı? (Ünlü ‘V for Vendetta’ filmindeki maskeyle tanınan Anonymous’un bir üyesi, “Dünyadaki bütün hacker’lar bir araya geldiğinde Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı’ndan (NSA) beş kat büyüktür. Hesabını iyi yap NSA!” tehdidini savurmuş.)
Siber ağlarda dolaşmayı çocuk oyununa çeviren insan zekasının, akıl almaz boyutlarda insanı hayrete düşürebilecek başarılı inovasyon örnekleriyle insanlığın esenliğine yönelik pek çok uygulamayı hayatımıza katabilecekken, tam tersi bir yönde, “İnsan insanın kurdudur” diyen o ünlü aforizma (Homo homini lupus), nasıl da aniden devreye giriveriyor? İnsana verilen, bahşedilen akıl ve zeka, ruhun tekamülü ve vicdanla buluşmadığında nasıl da bir bumerang gibi dönüp bizzat insanın kendisine, insanlığı hedef alan bir distopyaya dönüşüveriyor? Ütopyaların distopyaya dönüşebilmesinin nedeni de yine insan aklı ve zekası ise, aynı akıl ve zekanın tüm felaketlerin önünü alabilecek koruma mekanizmalarını da devreye sokması beklenmez mi? Böyle bir beklenti günümüz dünyası için ne yazık ki geçerli değil.
Peki dünyamız ebediyen zifiri karanlıkta mı kalacaktır? Bu sorunun yanıtını karanlığın bekçisi olan salt zeka ile hemen karşısında duran salt vicdan karşıtlığının gücü belirleyecektir. Salt zekayı ve de salt vicdanı, ikisini birden hem besleyen ve hem de dinamitleyen akıl gücünün, ibrenin ne tarafında duracağı bilinmez. Naçizane görüşüm olarak dünyayı ve insanlığı, büyük badirelerden geçerek felaketler okyanusunda sınansak da, eninde sonunda vicdanın kurtaracağına inananlardanım.
Türkiye’nin bu felaketler okyanusu içersinde tarihine de yakışan büyük hasletlerle donatıldığına ve aklını yitirmiş o güçlü devletlerin arasında kimliğini, değerlerini hâlâ korumayı başarmış nadide ülkelerden biri olduğuna inanıyorum. Suriye ve Irak’tan bir dünya savaşı çıkarmaya çalışan dünya güçlerinden, içimizden türeyip de en zor günlerimizde ülkemizi tehdit eden FETÖ örgütüne kadar, bugünümüzü ve geleceğimizi karartmak isteyen ne kadar kötücül kaynak varsa hepsiyle baş edebilecek olan ‘Türkiye’nin ruhu’na, vicdanına güvenmeliyiz.
Geçen sayımızda “TİM’in ne işi var bu alanlarda?” sorusuyla birlikte gelen ilk paragrafımız şöyleydi:
“TİM’in markaya, ülke tanıtımına, inovasyona ve tasarıma gösterdiği ilgiyi gören bazı işadamlarımızın bu soruyu kendi kendilerine sormalarında hiçbir beis yoktur. Öyle ya, TİM ihracatla ilgili mevzuatla, teşviklerle, ihracatçının bürokrasi ve diğer ülke pazarlarındaki sorunlarıyla ilgilenmelidir. Ne işi vardır inovasyon ile ya da tasarımla?...”
Bir daha ve bu kez farklı yanıt verelim:
TİM’in inovasyonla ve tasarımla çok işi olmalı… İnovasyon ve tasarım, Türkiye’nin ruhuna ve vicdanların zaferine mi hizmet edecektir yoksa, üzerimize bir karanlık olarak çökertilmek istenen ve ‘İnsan insanın kurdudur’ diyen distopyaya mı? Elbette ilkine…
Ülkeler arası, özellikle Çin ya da Rus kaynaklı bir casusluk savaşı mı, yoksa daha önce Londra’daki Ekvador Büyükelçiliği’nde yaşayan Julian Assange’ın internet erişimin engellenmesine yönelik bir misilleme mi veya bağımsız bilgisayar korsanlarının (hacker’lar) başının altından çıkan bir deneme saldırısı mı? (Ünlü ‘V for Vendetta’ filmindeki maskeyle tanınan Anonymous’un bir üyesi, “Dünyadaki bütün hacker’lar bir araya geldiğinde Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı’ndan (NSA) beş kat büyüktür. Hesabını iyi yap NSA!” tehdidini savurmuş.)
Siber ağlarda dolaşmayı çocuk oyununa çeviren insan zekasının, akıl almaz boyutlarda insanı hayrete düşürebilecek başarılı inovasyon örnekleriyle insanlığın esenliğine yönelik pek çok uygulamayı hayatımıza katabilecekken, tam tersi bir yönde, “İnsan insanın kurdudur” diyen o ünlü aforizma (Homo homini lupus), nasıl da aniden devreye giriveriyor? İnsana verilen, bahşedilen akıl ve zeka, ruhun tekamülü ve vicdanla buluşmadığında nasıl da bir bumerang gibi dönüp bizzat insanın kendisine, insanlığı hedef alan bir distopyaya dönüşüveriyor? Ütopyaların distopyaya dönüşebilmesinin nedeni de yine insan aklı ve zekası ise, aynı akıl ve zekanın tüm felaketlerin önünü alabilecek koruma mekanizmalarını da devreye sokması beklenmez mi? Böyle bir beklenti günümüz dünyası için ne yazık ki geçerli değil.
Peki dünyamız ebediyen zifiri karanlıkta mı kalacaktır? Bu sorunun yanıtını karanlığın bekçisi olan salt zeka ile hemen karşısında duran salt vicdan karşıtlığının gücü belirleyecektir. Salt zekayı ve de salt vicdanı, ikisini birden hem besleyen ve hem de dinamitleyen akıl gücünün, ibrenin ne tarafında duracağı bilinmez. Naçizane görüşüm olarak dünyayı ve insanlığı, büyük badirelerden geçerek felaketler okyanusunda sınansak da, eninde sonunda vicdanın kurtaracağına inananlardanım.
Türkiye’nin bu felaketler okyanusu içersinde tarihine de yakışan büyük hasletlerle donatıldığına ve aklını yitirmiş o güçlü devletlerin arasında kimliğini, değerlerini hâlâ korumayı başarmış nadide ülkelerden biri olduğuna inanıyorum. Suriye ve Irak’tan bir dünya savaşı çıkarmaya çalışan dünya güçlerinden, içimizden türeyip de en zor günlerimizde ülkemizi tehdit eden FETÖ örgütüne kadar, bugünümüzü ve geleceğimizi karartmak isteyen ne kadar kötücül kaynak varsa hepsiyle baş edebilecek olan ‘Türkiye’nin ruhu’na, vicdanına güvenmeliyiz.
Geçen sayımızda “TİM’in ne işi var bu alanlarda?” sorusuyla birlikte gelen ilk paragrafımız şöyleydi:
“TİM’in markaya, ülke tanıtımına, inovasyona ve tasarıma gösterdiği ilgiyi gören bazı işadamlarımızın bu soruyu kendi kendilerine sormalarında hiçbir beis yoktur. Öyle ya, TİM ihracatla ilgili mevzuatla, teşviklerle, ihracatçının bürokrasi ve diğer ülke pazarlarındaki sorunlarıyla ilgilenmelidir. Ne işi vardır inovasyon ile ya da tasarımla?...”
Bir daha ve bu kez farklı yanıt verelim:
TİM’in inovasyonla ve tasarımla çok işi olmalı… İnovasyon ve tasarım, Türkiye’nin ruhuna ve vicdanların zaferine mi hizmet edecektir yoksa, üzerimize bir karanlık olarak çökertilmek istenen ve ‘İnsan insanın kurdudur’ diyen distopyaya mı? Elbette ilkine…