İnternette iletişim terörü
15 Mart 2006 - Marketing türkiye
Geçenlerde e-postadan bir mesaj çıkageldi. Göndereni anonim: [email protected]... Mesaj Türkiye’deki pek çok iletişim danışmanlığı ve PR şirketinin yöneticisine de gönderilmiş. Daha önce adlarını hiç duymadım. Kuruluş mudur; tüzel kişilik mi, gerçek şahıslar mı, o da belli değil. Diyorlar ki, “140 gazetece ve TV muhabiri arasında iki soruluk bir anket yaptık. ‘Sizce en sempatik ve en antipatik Halka İlişkiler şirketleri hangileridir?’ dedik. Nedenlerini de sorduk. İşte sonuçlar...”
Kendisine PR Denetim adını vermiş olan muhtemelen kişi ya da kişiler, iki soruluk anketleri değerlendirdikten oturmuşlar ‘En beğenilen’ ve ‘En antipatik bulunan’ dörder şirketi sıralamışlar. Abuk subuk denebilecek nedenleri de alt alta yazmışlar. İddiaları o ki; bu yorumları onlara medya mensupları yazmış.
En ‘antipatik’ bulunan şirketlerin yanlarına, o şirketlerin kurucularının ve yöneticilerinin adlarını da eklemişler... O isimler ki, sadece bu şirketlerin değil Türkiye’de halkla ilişkiler sektörünün kuruluşuna adlarını silinmez harflerle kazımışlardır. Ulusal ve uluslararası pek çok ödülün sahibidirler.
Buyurun cenaze namazına. Neresinden tutsak ki... Şaka, desek; eşşek şakasının bu kadarı olmaz. Şaka değilse o zaman kötü niyet aramak gerek. O ‘En antipatik şirketler’ olarak gösterilenlerden birinden atılmış birinin melanet ve hezeyan krizi sonucu yaptığı saçma sapan ve ciddiye alınmaz bir iştir diyeceğim; ama ülkemizde PR hizmet alan kesim bu alanda o kadar ‘prematüre’ ki, olumsuz haber Türkiye’de hâlâ o kadar prim yapıyor ki; bu deli saçması işin boyutlarının nereye varacağını; olumsuz listede sıralanmış ajansların itibarını ne kadar etkileyeceğini kestirmek zor.
İnternet ortamı ‘iletişim terörüne’ en açık mecra... Ne doğru dürüst hasar tespiti yapmak mümkün, ne de kriz iletişimini kitabına uygun yönetmek.
Kurumsal itibar araştırması denen son derece önemli ve derinlikli bir konudur söz konusu olan. Bu işten bir lokma haberdar olan biri, bu tür araştırmaların iki soruyla üstesinden gelinemeyeceğini bilir. Doğru örneklem ve denek sayısı başlı başına bir uzmanlık meselesidir. Soru formunu hazırlamak ise ayrı bir bilgi ver tecrübe birikimi gerektirir. ESOMAR’a ve Araştırmacılar Derneği’ne kayıtlı olmayan bir kuruluşun imzasını taşımayan hiçbir araştırmaya ayrıca itibar etmemek gerekir.
Hal böyleyken, böyle bir iletişim terörü nasıl ortaya çıkabilmektedir. İşte bu noktada sektörün biraz da çuvaldızı kendisine batırması gerekir. Kendisine PR denetim adını veren odaktan gelen mail’den iki dakika önce bir başka mesaj gelmişti bilgisayarıma. Gönderen Türkiye Halkla İlişkiler Derneği Başkanı Fügen Toksü idi. Başkan yakınıyordu. Kimden? Sektörden... Neden? Halkla İlişkiler Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA) ile birlikte Alman kökenli Türkiye’nin önde gelen araştırma şirketlerinden GFK’ya bir çalışma ısmarlamışlardı. GFK da elektronik ortamda PR şirketlerinden soruları yanıtlamalarını istemişti. Gelin görün ki çok az şirket yanıt vermişti. Bu yüzden de araştırma aylardır tamamlanamıyordu.
İkinci örnek: İDA her altı ayda bir uluslararası çatı örgütü ICCO’ya bildirmek üzere finansal ve yönetsel rakamları üye şirketlerden toplamaya çalışır. Kaç şirketin bilgisi toplanır? 15 - 16... Yani şeffaf muhasebe ve yönetim sistemi bulunan topu topu 15-16 PR şirketi mi vardır Türkiye’de?.. Aslında bunu bile iyi bir başlangıç olarak görmek lazım. Bir kaç yıl öncesine kadar bu bile yoktu.
Üçüncü örnek. Aynı GFK, 2000 yılında en beğenilen PR şirketleri araştırması yapmıştı. O araştırma bile yeterli bulunmamış, araştırmayı ısmarlamış olan İDA (o zamanki adıyla PRCI) Yönetimi araştırma sonuçlarının yayınlanmasını istememişti...
Kendisiyle ilgili hiçbir veri üretemeyen sektör, bu arada hizmet verdiği şirketlere araştırma konusunda akıl vermeyi sürdürüyordu.
Oysa dünyada bu iş yıllar önce bitmişti. Beğeniye göre, cirolara göre, çalışan sayısına göre, kâra göre, ırk ve cinsiyete göre... Hangi kriterde isterseniz sıralamalar dünyada sık sık yayınlanır. Bilgi çağının gereğidir bu. Pek çok sektör bilginin serbest dolaşımını, şeffaflık ve açıklık meselesini çoktan çözmüştür. Oralarda bu tür iletişim terörleri olamaz.
Örneğin Bugün ABC’nin devreye girmesiyle Türkiye’de yıllardır söylenegelen tiraj yalanları da son bulmuştur. Pek yakında internet ortamında ABC Türkiye’nin web sitesine girip bilimsel olarak denetlenmiş tiraj rakamlarına ulaşmak mümkün olacaktır.
Reklam sektörü bile, kör topal olsa da, batıdaki kadar ayrıntılı olmasa da, kendi çapında hayli şeffaf rakamlarla durumunu ifade edebilmektedir.
Bireysel emeklilik sistemi bence şeffaflık adına en çarpıcı örneği teşkil eder. Hangi bireysel emeklilik şirketinin, hangi parametrede kaçıncı olduğunu günlük olarak internet ortamından izlemeniz mümkündür. Bu nedenle de bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bireysel emeklilik giderek itibar kazanmakta, fonlarda para birikme hedefine tahmin edilenin yarı zamanında ulaşılabilmektedir.
Dilim varmıyor ama, insanın aklından da geçmiyor değil: Eğer sen kendinle ilgili bilgiyi böylesine saklar, şu veya bu nedenle ‘hesap verebilirlik’ noktasından kaçar görünürsen; o zaman da bu tür terör rüzgarlarına açık olursun.
Umarım TÜHİD ve İDA bu olaya el atacak, bu tür zırvalıkları engelleyeceklerdir...
Sarıgül’den ‘geyşa adımları’...
Geçen hafta Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün manevi ev sahipliğini yaptığı iki toplantıya katıldım. Sarıgül, Nişantaşı’nda Şişli Terakki Lisesi’nin eski yerine yapılacak ultra modern ve dünya markalarını içinde barındıracak bir alış veriş merkezini anlattı.
Bu arada son yıllarda Nişantaşı’nın nereden nereye geldiğini de fotoğraflarla gösterdi.
“İstanbul’a köprüye ne gerek var. Zap Suyu’na köprü yapalım” diye tepinmiş, sonra da İstanbul’a iki köprünün yetmediğini görmüş bir kuşağın evladı olarak Nişantaşı’na verilen yeni çehreyi ilgiyle izledim. Toplantıda bu bölgenin nasıl bir cazibe merkezi haline geldiği, City’s adı verilen bu merkezle bu kez çevre ülkeleri için de nasıl bir odak noktası olacağı anlatıldı.
3000 kişiye yeni istihdam sağlayacak City’s, bölgede park sorununu çözerken Nişantaşı’nda kendilerine uygun mekan bulamayan pek çok uluslararası markaya da ev sahipliği yapacak. Bu arada lisenin vakfı yılda 3 milyon dolar kira alacakmış. Bu yatırıma 125 milyon dolar ayıran Gülaylar Group 30 yıl sonra City’s’i Şişli Terakki Lisesi’nin vakfına teslim edecekmiş.
Tüm oyuncuların, Nişantaşı’nın, İstanbul’un nihayet Türkiye’nin kârlı çıkacağı bir proje. İnşaatın pisliğini gizlemek için yol kenarına yapılan geçici çelik konstrüksiyon korkuluğun maliyeti bile 250 bin dolarmış. Umarız yayalar için de bir çözüm bulurlar. Bu arada 2007 değil bir sonraki seçimleri kendisine hedef seçtiğini söyleyen Sarıgül’ün siyasi iletişim konusunda nasıl ‘geyşa adımlarıyla’ ilerlediğine bir kez daha tanık olduk. Zücaciyeci dükkanında dolanan fillere duyurulur...
Bu işi benden de iyi yapanlar varmış...
Yıllardır kafayı takmışımdır. Geniş kitlelerin ilgisini çeken iletişim ürünlerinin arkasındaki kodlamaları çözmeye çalışmak, en temel uğraşlarımdan biridir. Biraz amatör keyifle takılmışımdır bu eğlenceli uğraşa. Aslında bal gibi profesyonel bir iştir bu. Büyük hedef kitlelerin algılamasını yönetmek istiyorsan, kimin neden, nasıl etkilendiğini çözmen şarttır. Perihan Abla’ya, Süper Baba’ya, İkici Bahar’a, Kurtlar Vadisi’ne, Bir İstanbul Masalı’na, Aliye’ye hep öyle bakmaya çalışmışımdır. Kodları çözmek kolay değildir. Kolay olsa her yapılan dizi ortalığı yıkar, her reklam filmi ürü ya da hizmeti dibine kadar sattırırdı... Beğenme beğenmeme noktasında bakmamak gerekir işe. Anlama noktasında yaklaşmak esastır. Reklam filmlerine de öyle bakmaya çalışırım. Güzel - çirkin diye değil, algılamayı yönetme kabiliyetine göre...
Hani bu işi iyi yaptığım konusunda da ciddi zehaba kapılmışlığım vardır. Ama şağıda okuyacağınız okur mektubu benim bu konuda rakipsiz olmadığımın altını kalın kalın çiziyor. Anlayacağınız karizma falan kalmadı. Biraz da bu nedenle bu gibi durumlarda attığım iltifat bölümlerini de dahil alarak okurumuzun mektubunu aşağıya alıyorum:
“Sevgili Ali Bey, Yazılarınızı, o güzel kitabınızı (başucu-başvuru) sürekli takip ediyorum. Özellikle de pazar sabahına bırakıp, Habertürk'deki programınızı izliyorum... İyi ki varsınız... Sizin çok iyi tespit ettiğiniz 'çocuklar duymasın' dizisinde Pınar Altuğ ve Taşfırın Erkeği Tamer Karadağlı'nın başına gelenler ile dizinin yönetmeni ve senaristi Birol Güven'in bu olaylar karşısında yapmış olduğu yorumlar, ve tavır ve kararların sonuçlarını hep birlikte gördük... Çok Haklı ve Doğru tespitleriniz malum...
Şimdi bir "Aliye in Jeep" Aliye Basında Harikalar Diyarında dizisi-yorumları var. Herkes yine o büyük kod, "iyi düzgün güzel anne"mizin fiyaskosunu konuşuyor. Ben, sadece tam olarak 10 bölüm izledim. O kadar çok işlenen, önemli ve güzel kodlar vardı ki. Çoğu gitgide silinmeye başladı.
Mesela Dayı, bir dişçi. Özel muayenehanesi vardı. Memlekette insanların çok paraları olmadığı için özel dişçiye gidememelerinden dolayı, önce arabayı sattı. Sonra güzel tesadüf bir Devlet hastanesinde iş buldu. Ağır Abinin Babası. Profil olarak aile paradigmasında ne çok sorgular getirdi. Hatta küçük kız kardeş ile bile iletişim kurmaları çok zaman ve emek aldı...
Dişçi Abimizin evlendiği hamile eşinin önceki eşinden olan oğlu, bir öğrenci profili, bir kimlik arayışı, hatta Babası ile olan ötenazi durumları. Babasına ulaşması, gördüğü gerçekler ve yaklaşımlar, sevginin önemi vs. vs.
O kadar çok şey vardı ki bu dizide kodlamalar olarak... Malesef uzun bir süredir salt Aliye-Sinan-Çocuklar kovalamacasına döndü... Ben de izlemeyi bırakmak üzere iken. PAT! Aliye yakalandı... Kudret Sabancı bence iyi bir yönetmen. Umarım bu son olay küçük kodların kaybolmaya başladığı dizinin sonunu getirmez. Acaba Magazin Basını hep büyük kodlara mı oynar...? Sevgiyle görüşlerinizi bekliyorum... Saygılar, Ahmet SULAKCI”
Ahmet Bey’in sorusunu, “Sen nasıl olur da bu işleri benden daha iyi becerirsin!” diyemeyeceğim için, geçiştirmek ve zülfiyarı kurtarmak adına, beni bile tatmin etmeyen bir içerikle bakın nasıl yanıtlamışım: “Sevgili Ahmet Bey, bir düşünün, bu olay köylük yerde olsa nasıl tepki verilirdi. Sanem Çelik'i taşlamaya kadar varabilirdi iş. Mevcut durum da şekil olarak farklıdır sadece. Medyamız da halkımız da köylülüğü üzerinden atamamıştır. Feodal ahlak batılı aydınların itirazıyla kalkmıyor ortadan. Transformasyon uzun zaman alan bir süreç... Saygılar. Ali Saydam”
Kendimi ancak sizler önünde öz eleştiri yaparak affedebilirdim...
>
Kendisine PR Denetim adını vermiş olan muhtemelen kişi ya da kişiler, iki soruluk anketleri değerlendirdikten oturmuşlar ‘En beğenilen’ ve ‘En antipatik bulunan’ dörder şirketi sıralamışlar. Abuk subuk denebilecek nedenleri de alt alta yazmışlar. İddiaları o ki; bu yorumları onlara medya mensupları yazmış.
En ‘antipatik’ bulunan şirketlerin yanlarına, o şirketlerin kurucularının ve yöneticilerinin adlarını da eklemişler... O isimler ki, sadece bu şirketlerin değil Türkiye’de halkla ilişkiler sektörünün kuruluşuna adlarını silinmez harflerle kazımışlardır. Ulusal ve uluslararası pek çok ödülün sahibidirler.
Buyurun cenaze namazına. Neresinden tutsak ki... Şaka, desek; eşşek şakasının bu kadarı olmaz. Şaka değilse o zaman kötü niyet aramak gerek. O ‘En antipatik şirketler’ olarak gösterilenlerden birinden atılmış birinin melanet ve hezeyan krizi sonucu yaptığı saçma sapan ve ciddiye alınmaz bir iştir diyeceğim; ama ülkemizde PR hizmet alan kesim bu alanda o kadar ‘prematüre’ ki, olumsuz haber Türkiye’de hâlâ o kadar prim yapıyor ki; bu deli saçması işin boyutlarının nereye varacağını; olumsuz listede sıralanmış ajansların itibarını ne kadar etkileyeceğini kestirmek zor.
İnternet ortamı ‘iletişim terörüne’ en açık mecra... Ne doğru dürüst hasar tespiti yapmak mümkün, ne de kriz iletişimini kitabına uygun yönetmek.
Kurumsal itibar araştırması denen son derece önemli ve derinlikli bir konudur söz konusu olan. Bu işten bir lokma haberdar olan biri, bu tür araştırmaların iki soruyla üstesinden gelinemeyeceğini bilir. Doğru örneklem ve denek sayısı başlı başına bir uzmanlık meselesidir. Soru formunu hazırlamak ise ayrı bir bilgi ver tecrübe birikimi gerektirir. ESOMAR’a ve Araştırmacılar Derneği’ne kayıtlı olmayan bir kuruluşun imzasını taşımayan hiçbir araştırmaya ayrıca itibar etmemek gerekir.
Hal böyleyken, böyle bir iletişim terörü nasıl ortaya çıkabilmektedir. İşte bu noktada sektörün biraz da çuvaldızı kendisine batırması gerekir. Kendisine PR denetim adını veren odaktan gelen mail’den iki dakika önce bir başka mesaj gelmişti bilgisayarıma. Gönderen Türkiye Halkla İlişkiler Derneği Başkanı Fügen Toksü idi. Başkan yakınıyordu. Kimden? Sektörden... Neden? Halkla İlişkiler Danışmanlığı Şirketleri Derneği (İDA) ile birlikte Alman kökenli Türkiye’nin önde gelen araştırma şirketlerinden GFK’ya bir çalışma ısmarlamışlardı. GFK da elektronik ortamda PR şirketlerinden soruları yanıtlamalarını istemişti. Gelin görün ki çok az şirket yanıt vermişti. Bu yüzden de araştırma aylardır tamamlanamıyordu.
İkinci örnek: İDA her altı ayda bir uluslararası çatı örgütü ICCO’ya bildirmek üzere finansal ve yönetsel rakamları üye şirketlerden toplamaya çalışır. Kaç şirketin bilgisi toplanır? 15 - 16... Yani şeffaf muhasebe ve yönetim sistemi bulunan topu topu 15-16 PR şirketi mi vardır Türkiye’de?.. Aslında bunu bile iyi bir başlangıç olarak görmek lazım. Bir kaç yıl öncesine kadar bu bile yoktu.
Üçüncü örnek. Aynı GFK, 2000 yılında en beğenilen PR şirketleri araştırması yapmıştı. O araştırma bile yeterli bulunmamış, araştırmayı ısmarlamış olan İDA (o zamanki adıyla PRCI) Yönetimi araştırma sonuçlarının yayınlanmasını istememişti...
Kendisiyle ilgili hiçbir veri üretemeyen sektör, bu arada hizmet verdiği şirketlere araştırma konusunda akıl vermeyi sürdürüyordu.
Oysa dünyada bu iş yıllar önce bitmişti. Beğeniye göre, cirolara göre, çalışan sayısına göre, kâra göre, ırk ve cinsiyete göre... Hangi kriterde isterseniz sıralamalar dünyada sık sık yayınlanır. Bilgi çağının gereğidir bu. Pek çok sektör bilginin serbest dolaşımını, şeffaflık ve açıklık meselesini çoktan çözmüştür. Oralarda bu tür iletişim terörleri olamaz.
Örneğin Bugün ABC’nin devreye girmesiyle Türkiye’de yıllardır söylenegelen tiraj yalanları da son bulmuştur. Pek yakında internet ortamında ABC Türkiye’nin web sitesine girip bilimsel olarak denetlenmiş tiraj rakamlarına ulaşmak mümkün olacaktır.
Reklam sektörü bile, kör topal olsa da, batıdaki kadar ayrıntılı olmasa da, kendi çapında hayli şeffaf rakamlarla durumunu ifade edebilmektedir.
Bireysel emeklilik sistemi bence şeffaflık adına en çarpıcı örneği teşkil eder. Hangi bireysel emeklilik şirketinin, hangi parametrede kaçıncı olduğunu günlük olarak internet ortamından izlemeniz mümkündür. Bu nedenle de bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bireysel emeklilik giderek itibar kazanmakta, fonlarda para birikme hedefine tahmin edilenin yarı zamanında ulaşılabilmektedir.
Dilim varmıyor ama, insanın aklından da geçmiyor değil: Eğer sen kendinle ilgili bilgiyi böylesine saklar, şu veya bu nedenle ‘hesap verebilirlik’ noktasından kaçar görünürsen; o zaman da bu tür terör rüzgarlarına açık olursun.
Umarım TÜHİD ve İDA bu olaya el atacak, bu tür zırvalıkları engelleyeceklerdir...
Sarıgül’den ‘geyşa adımları’...
Geçen hafta Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül’ün manevi ev sahipliğini yaptığı iki toplantıya katıldım. Sarıgül, Nişantaşı’nda Şişli Terakki Lisesi’nin eski yerine yapılacak ultra modern ve dünya markalarını içinde barındıracak bir alış veriş merkezini anlattı.
Bu arada son yıllarda Nişantaşı’nın nereden nereye geldiğini de fotoğraflarla gösterdi.
“İstanbul’a köprüye ne gerek var. Zap Suyu’na köprü yapalım” diye tepinmiş, sonra da İstanbul’a iki köprünün yetmediğini görmüş bir kuşağın evladı olarak Nişantaşı’na verilen yeni çehreyi ilgiyle izledim. Toplantıda bu bölgenin nasıl bir cazibe merkezi haline geldiği, City’s adı verilen bu merkezle bu kez çevre ülkeleri için de nasıl bir odak noktası olacağı anlatıldı.
3000 kişiye yeni istihdam sağlayacak City’s, bölgede park sorununu çözerken Nişantaşı’nda kendilerine uygun mekan bulamayan pek çok uluslararası markaya da ev sahipliği yapacak. Bu arada lisenin vakfı yılda 3 milyon dolar kira alacakmış. Bu yatırıma 125 milyon dolar ayıran Gülaylar Group 30 yıl sonra City’s’i Şişli Terakki Lisesi’nin vakfına teslim edecekmiş.
Tüm oyuncuların, Nişantaşı’nın, İstanbul’un nihayet Türkiye’nin kârlı çıkacağı bir proje. İnşaatın pisliğini gizlemek için yol kenarına yapılan geçici çelik konstrüksiyon korkuluğun maliyeti bile 250 bin dolarmış. Umarız yayalar için de bir çözüm bulurlar. Bu arada 2007 değil bir sonraki seçimleri kendisine hedef seçtiğini söyleyen Sarıgül’ün siyasi iletişim konusunda nasıl ‘geyşa adımlarıyla’ ilerlediğine bir kez daha tanık olduk. Zücaciyeci dükkanında dolanan fillere duyurulur...
Bu işi benden de iyi yapanlar varmış...
Yıllardır kafayı takmışımdır. Geniş kitlelerin ilgisini çeken iletişim ürünlerinin arkasındaki kodlamaları çözmeye çalışmak, en temel uğraşlarımdan biridir. Biraz amatör keyifle takılmışımdır bu eğlenceli uğraşa. Aslında bal gibi profesyonel bir iştir bu. Büyük hedef kitlelerin algılamasını yönetmek istiyorsan, kimin neden, nasıl etkilendiğini çözmen şarttır. Perihan Abla’ya, Süper Baba’ya, İkici Bahar’a, Kurtlar Vadisi’ne, Bir İstanbul Masalı’na, Aliye’ye hep öyle bakmaya çalışmışımdır. Kodları çözmek kolay değildir. Kolay olsa her yapılan dizi ortalığı yıkar, her reklam filmi ürü ya da hizmeti dibine kadar sattırırdı... Beğenme beğenmeme noktasında bakmamak gerekir işe. Anlama noktasında yaklaşmak esastır. Reklam filmlerine de öyle bakmaya çalışırım. Güzel - çirkin diye değil, algılamayı yönetme kabiliyetine göre...
Hani bu işi iyi yaptığım konusunda da ciddi zehaba kapılmışlığım vardır. Ama şağıda okuyacağınız okur mektubu benim bu konuda rakipsiz olmadığımın altını kalın kalın çiziyor. Anlayacağınız karizma falan kalmadı. Biraz da bu nedenle bu gibi durumlarda attığım iltifat bölümlerini de dahil alarak okurumuzun mektubunu aşağıya alıyorum:
“Sevgili Ali Bey, Yazılarınızı, o güzel kitabınızı (başucu-başvuru) sürekli takip ediyorum. Özellikle de pazar sabahına bırakıp, Habertürk'deki programınızı izliyorum... İyi ki varsınız... Sizin çok iyi tespit ettiğiniz 'çocuklar duymasın' dizisinde Pınar Altuğ ve Taşfırın Erkeği Tamer Karadağlı'nın başına gelenler ile dizinin yönetmeni ve senaristi Birol Güven'in bu olaylar karşısında yapmış olduğu yorumlar, ve tavır ve kararların sonuçlarını hep birlikte gördük... Çok Haklı ve Doğru tespitleriniz malum...
Şimdi bir "Aliye in Jeep" Aliye Basında Harikalar Diyarında dizisi-yorumları var. Herkes yine o büyük kod, "iyi düzgün güzel anne"mizin fiyaskosunu konuşuyor. Ben, sadece tam olarak 10 bölüm izledim. O kadar çok işlenen, önemli ve güzel kodlar vardı ki. Çoğu gitgide silinmeye başladı.
Mesela Dayı, bir dişçi. Özel muayenehanesi vardı. Memlekette insanların çok paraları olmadığı için özel dişçiye gidememelerinden dolayı, önce arabayı sattı. Sonra güzel tesadüf bir Devlet hastanesinde iş buldu. Ağır Abinin Babası. Profil olarak aile paradigmasında ne çok sorgular getirdi. Hatta küçük kız kardeş ile bile iletişim kurmaları çok zaman ve emek aldı...
Dişçi Abimizin evlendiği hamile eşinin önceki eşinden olan oğlu, bir öğrenci profili, bir kimlik arayışı, hatta Babası ile olan ötenazi durumları. Babasına ulaşması, gördüğü gerçekler ve yaklaşımlar, sevginin önemi vs. vs.
O kadar çok şey vardı ki bu dizide kodlamalar olarak... Malesef uzun bir süredir salt Aliye-Sinan-Çocuklar kovalamacasına döndü... Ben de izlemeyi bırakmak üzere iken. PAT! Aliye yakalandı... Kudret Sabancı bence iyi bir yönetmen. Umarım bu son olay küçük kodların kaybolmaya başladığı dizinin sonunu getirmez. Acaba Magazin Basını hep büyük kodlara mı oynar...? Sevgiyle görüşlerinizi bekliyorum... Saygılar, Ahmet SULAKCI”
Ahmet Bey’in sorusunu, “Sen nasıl olur da bu işleri benden daha iyi becerirsin!” diyemeyeceğim için, geçiştirmek ve zülfiyarı kurtarmak adına, beni bile tatmin etmeyen bir içerikle bakın nasıl yanıtlamışım: “Sevgili Ahmet Bey, bir düşünün, bu olay köylük yerde olsa nasıl tepki verilirdi. Sanem Çelik'i taşlamaya kadar varabilirdi iş. Mevcut durum da şekil olarak farklıdır sadece. Medyamız da halkımız da köylülüğü üzerinden atamamıştır. Feodal ahlak batılı aydınların itirazıyla kalkmıyor ortadan. Transformasyon uzun zaman alan bir süreç... Saygılar. Ali Saydam”
Kendimi ancak sizler önünde öz eleştiri yaparak affedebilirdim...
>