İslam Dünyası iletişimin önemini nasıl kavrayacak?…
01 Ağustos 2017 - Yeni Şafak
“15 Temmuz’da çokuluslu saldırıya maruz kalan Türkiye dahil, Müslüman coğrafyada ağır sempati kaybına uğrayan İran dahil, her an savaşla ve parçalanma tehdidiyle karşı karşıya kalabilecek olan Suudi Arabistan dahil, son yıllarda ciddi bir istikrar ve ekonomik sıçrama yapan Pakistan dahil, coğrafyamızın hiçbir ülkesi güvende değil.
İlk kıblemiz Mescid-i Aksa’yı hedef alan İsrail saldırıları da, Mekke semalarından geçen balistik füzeler de bize, bu coğrafyanın insanlarına, yeryüzünün Müslümanlarına çok tehlikeli bir geleceğin mesajını veriyor. İslam’ın en kutsalları saldırıya maruz bırakılıyorsa, büyük oyun bu kutsallar üzerine kurulmuş demektir.”
İbrahim Karagül’ün değerlendirmesi böyle idi...
‘Büyük Oyun’un tuzaklarına maruz kalan Afganistan’dan Kuzey Afrika’ya doğru yayılan coğrafyamızdaki ülkelere şöyle bir baktığımızda, hepsinin, emperyal güçlerin istihbarat servislerinin oyun alanı haline gelmelerinin ötesinde, göze ilk çarpan ortak özelliklerinin hemen başında şu zaaflarının geldiğini görüyoruz:
1. Birbirlerini anlamak konusunda sonuç alıcı bir çaba göstermemeleri, ya da gösterememeleri, yani ilişki yönetiminde sınıfta kalmaları ve de bu nedenle her türlü fitneye, tertibe ve kaosa açık olmaları.
2. Kendilerini, yani varoluş nedenlerini, yani tezlerini ifade etmekte; dünyaya anlatmakta, yani iletişimlerini yönetmekte, müthiş bir zaaf içinde olmaları.
3. Hıristiyan Batı, dünyayı İslamofobi üzerinden şekillendirmeye çalışır ve kurulmalarına önemli destekler sağladıkları terör örgütleriyle birlikte ekstrem savruluşlarla farklı bir ‘kutsal’ üzerinden (El Kaide ve sonrasında IŞİD/DAEŞ) kendi düşmanlarını piyasaya sürerken, ormanı görmeye çalışmadan ağaçlarla dövüşme yolunu tercih etmeleri.
4. İttifaklar meselesini anlamamaları. Birbirleriyle ittifaklar kurup, Batı ile red/kabul ilişkisi içinde ve çıkarları doğrultusunda bölge üzerinde oyun oynayan bütün güçlerle denge politikası güdeceklerine, tam tersini yapmaları… Yani Batı ile ittifak kurup kendi coğrafyasındaki ülkelerle red ve kabule dayalı bir uzlaşma, zaman zaman da çatışma stratejisini tercih etmeleri…
5. Batı’nın elindeki en etkili silah olarak ileri sürdüğü İslamofobiye karşı dünya halklarını yanlarına çekecek güçlü iletişim silahlarını, kamu diplomasisi boyutunda ileri sürememeleri…
‘Büyük Oyun’un manevraları şimdilerde üç dinin buluşma noktasını tehdit etmektedir. Kudüs’ün, Mekke’nin İslam âlemi için ne ifade ettiğini bilmeyen bir Allahın kulu olabilir mi? İşte bu sinir uçlarına dokunma cesaretini onlara veren melanet odakları, güçlerini İslam âleminin iletişim özürlülüğünden almaktadırlar…
İş o kadar vahim bir noktaya gelmiştir ki, nasıl birkaç yıldır okurunun beynini yıkayan, Türkiye Cumhuriyeti Sayın Cumhurbaşkanı’nın şahsına karşı kendi milletini kışkırtan Der Spiegel dergisi, sonrasında yaptırdığı ankette Almanların neredeyse %80’inden fazlasının Türkiye’den ve Türklerden nefret ettiklerine yakın bir sonuç çıkarabiliyorsa; benzer bir sonuç, bugün Orta Doğu ve Müslüman coğrafyası konusunda dünya çapında yapılacak bir ankette de Müslümanlarla ilgili çıkabilir…
İşin daha da vahimi ve acı yanı, Batı’nın pompaladığı, İslam Dünyası’nın cevap vermekte beceriksizce zayıf kaldığı anti-İslam algılama iletişimi sonucu, Türkiye’de yaşayan nüfusun ciddî bir bölümünün de benzer bir düşünce ve önyargı dünyasından olaylara bakıyor olmasıdır.
O kitle ne yazık ki İslam Âlemi ile ilgili bilgiyi, Yahudi lobisinin kontrolündeki Hollywood’dan ya da yine onların denetimindeki kitle iletişim araçlarından almaktadırlar.
İslam Dünyası ise, bir düşünün; parasını öncelikli olarak nerelere yatırmaktadır? Ben söyleyeyim size: İletişim (elektronik olanı değil, beşeri olanı) dışında her şeye…
Keşke İslam İşbirliği Teşkilatı, şu iletişim meselesini öncelikle ele alabilse…
İlk kıblemiz Mescid-i Aksa’yı hedef alan İsrail saldırıları da, Mekke semalarından geçen balistik füzeler de bize, bu coğrafyanın insanlarına, yeryüzünün Müslümanlarına çok tehlikeli bir geleceğin mesajını veriyor. İslam’ın en kutsalları saldırıya maruz bırakılıyorsa, büyük oyun bu kutsallar üzerine kurulmuş demektir.”
İbrahim Karagül’ün değerlendirmesi böyle idi...
‘Büyük Oyun’un tuzaklarına maruz kalan Afganistan’dan Kuzey Afrika’ya doğru yayılan coğrafyamızdaki ülkelere şöyle bir baktığımızda, hepsinin, emperyal güçlerin istihbarat servislerinin oyun alanı haline gelmelerinin ötesinde, göze ilk çarpan ortak özelliklerinin hemen başında şu zaaflarının geldiğini görüyoruz:
1. Birbirlerini anlamak konusunda sonuç alıcı bir çaba göstermemeleri, ya da gösterememeleri, yani ilişki yönetiminde sınıfta kalmaları ve de bu nedenle her türlü fitneye, tertibe ve kaosa açık olmaları.
2. Kendilerini, yani varoluş nedenlerini, yani tezlerini ifade etmekte; dünyaya anlatmakta, yani iletişimlerini yönetmekte, müthiş bir zaaf içinde olmaları.
3. Hıristiyan Batı, dünyayı İslamofobi üzerinden şekillendirmeye çalışır ve kurulmalarına önemli destekler sağladıkları terör örgütleriyle birlikte ekstrem savruluşlarla farklı bir ‘kutsal’ üzerinden (El Kaide ve sonrasında IŞİD/DAEŞ) kendi düşmanlarını piyasaya sürerken, ormanı görmeye çalışmadan ağaçlarla dövüşme yolunu tercih etmeleri.
4. İttifaklar meselesini anlamamaları. Birbirleriyle ittifaklar kurup, Batı ile red/kabul ilişkisi içinde ve çıkarları doğrultusunda bölge üzerinde oyun oynayan bütün güçlerle denge politikası güdeceklerine, tam tersini yapmaları… Yani Batı ile ittifak kurup kendi coğrafyasındaki ülkelerle red ve kabule dayalı bir uzlaşma, zaman zaman da çatışma stratejisini tercih etmeleri…
5. Batı’nın elindeki en etkili silah olarak ileri sürdüğü İslamofobiye karşı dünya halklarını yanlarına çekecek güçlü iletişim silahlarını, kamu diplomasisi boyutunda ileri sürememeleri…
‘Büyük Oyun’un manevraları şimdilerde üç dinin buluşma noktasını tehdit etmektedir. Kudüs’ün, Mekke’nin İslam âlemi için ne ifade ettiğini bilmeyen bir Allahın kulu olabilir mi? İşte bu sinir uçlarına dokunma cesaretini onlara veren melanet odakları, güçlerini İslam âleminin iletişim özürlülüğünden almaktadırlar…
İş o kadar vahim bir noktaya gelmiştir ki, nasıl birkaç yıldır okurunun beynini yıkayan, Türkiye Cumhuriyeti Sayın Cumhurbaşkanı’nın şahsına karşı kendi milletini kışkırtan Der Spiegel dergisi, sonrasında yaptırdığı ankette Almanların neredeyse %80’inden fazlasının Türkiye’den ve Türklerden nefret ettiklerine yakın bir sonuç çıkarabiliyorsa; benzer bir sonuç, bugün Orta Doğu ve Müslüman coğrafyası konusunda dünya çapında yapılacak bir ankette de Müslümanlarla ilgili çıkabilir…
İşin daha da vahimi ve acı yanı, Batı’nın pompaladığı, İslam Dünyası’nın cevap vermekte beceriksizce zayıf kaldığı anti-İslam algılama iletişimi sonucu, Türkiye’de yaşayan nüfusun ciddî bir bölümünün de benzer bir düşünce ve önyargı dünyasından olaylara bakıyor olmasıdır.
O kitle ne yazık ki İslam Âlemi ile ilgili bilgiyi, Yahudi lobisinin kontrolündeki Hollywood’dan ya da yine onların denetimindeki kitle iletişim araçlarından almaktadırlar.
İslam Dünyası ise, bir düşünün; parasını öncelikli olarak nerelere yatırmaktadır? Ben söyleyeyim size: İletişim (elektronik olanı değil, beşeri olanı) dışında her şeye…
Keşke İslam İşbirliği Teşkilatı, şu iletişim meselesini öncelikle ele alabilse…