İyi ki iddiadan vazgeçmişim
15 EYLÜL 2010
Ak Parti referandum kararı aldığı gün, “Gereksiz yere risk alıyorlar… Bir önceki seçimde aldıkları oy potansiyeli ile %51’i bulamazlar. Muhalefet majör bir hata yapmazsa, olay 1987’deki referanduma benzer, o zamanlar ANAP %50.16 ile kaybetmiş, bu da sonun başlangıcı olmuştu!...” diye yazmıştım…
Kılıçdaroğlu’nun Başkanlığa seçilmesi ile yaratılan hava benim bu görüşümü destekler nitelikteydi. Ancak ondan sonra hata üzerine hata geldi. Önce “Galiba vazgeçsem iyi olacak” diye yazdım.
Niye geçmiş günlere dönme ihtiyacı duyuyorum, dersiniz? “Ben demiştim” demek için değil elbette. “Tekrarda hayır vardır!” diyebilmek için. Tekrardaki hayrın iyileştirici gücüne inanarak, 29 Ağustos günü, o günler için geçerli iki seçenekten yola çıkarak yazdıklarımı sabrınıza sığınarak alıntılamak istiyorum:
“1. Amaç aracı mubah kılar. Aslında Evet demek gerekir ama bu AK Parti iktidarını kuvvetlendirir. Oysa ben AK Parti’nin iktidardan gitmesini istiyorum. Ona hizmet edecek her görüş, her davranış yanlıştır.
2. Vicdanım Evet diyor; ancak aklım Hayır!… Aklımın sesini dinlemeliyim.”
(Omurilikten CHP'li ve MHP'li olmayan Hayır'cıların ortak sıkıntılarını dile getiriyordu bu seçenekler. Devam edelim:)
“İnsanın vicdanı ile aklı ne zaman çatışsa her zaman vicdanı kazanmıştır.
CHP ve öfkeli MHP kamu vicdanını harekete geçirmek için hala herhangi bir strateji geliştirmiş değiller. AK Parti ise sadece ve sadece o noktaya odaklanmış durumda... İlk günden itibaren planlı programlı bir çalışma yürütüyor. Muhalefet kanadında hangi siyasi iletişim çalışmasını görüyorsunuz?
Ondan sonra, 'N'olur, lütfen Hayır çıksın ama!..' halleri... Geçiniz efendim...
Kemal Bey'in 'Biz ölçümleme yaptırmıyoruz, basından duyduklarımızı değerlendiriyoruz' dediği gün, önceden girdiğim bütün iddialardan vazgeçtim...”
***
“Tekrarda hayır var”, dedim.
Neyi tekrarda?
Şunları:
Bir: Türkiye’de iktidar sorunu yoktur muhalefet sorunu vardır…
İki: Muhalefet bunun farkında değildir. Referandumun ertesinde Kemal Bey kendisine “Sonuçları nasıl buluyorsunuz” diye sorulduğunda, “Güzel buluyorum!” diyerek, referandum sonuçlarını okuma dersinden bir kez daha sınıfta kalmıştır…
Üç: “MHP’den çok zayiat var. AK Parti’ye gitti MHP oyları. Biz de onun için kaybettik. Oysa biz, oylarımızı artırmıştık.” Züğürt tesellisi mi, desek; sübjektivizmin daniskası mı; ne desek yeridir. Bizim kuşağın ortaokulda Birinci Dünya Savaşı’nın nasıl sonuçlandığına dair edindiği resmi tarih tezi bilgisi gibi: “Almanya yenildi, bizde yenilmiş sayıldık…” Bu türden komik durumlara düşülmesi, muhalefeti odaklanması gereken yerlerden uzaklaştırır.
Dört: Vaat ve Güven çok yalın bir şekilde sunulmalı. Açalım. “Vaat” derken, “Ülkenin gelecek tasarımına yönelik somut önerileri” ve de “Güven” derken de “Liderin gücü ve hedef kitleler üzerinde hakimiyeti”ni kastediyoruz. Kürsüye gelirken ikide bir ezilme tehlikesi atlatılmamalı, şoförün gidip kontrol etmesi gereken bir seçmen kütüğü yüzünden “kendisine bile hayrı olamayan muhalefet lideri” durumuna düşülmemeli.
Beş: Liderliğin kanıtı olarak, geniş kitlelerin katılımını sağlayacak (örneğin, bağış toplama yoluyla katılım ve bunun şeffaf bir şekilde anlatılıp hesabının verilmesi) stratejik modellerin geliştirilmesi; yine aynı amaçla bu sefer kurmay kadroların taşıyıcılık görevi üstlenmek üzere bazı projeleri sahiplenerek yürütmeleri ve iletişim boyutunda öne çıkmaları…
***
“Yapılacaklar” listesine buna benzer pek çok öneri eklenebilir. Sert üslubun olumsuz etkisi, bireysel saldırının, “çamur at izi kalsın” tavrının giderek daha az prim yaptığının anlaşılması gerekmiyor mu? Para harcamamayı, ölçümleme yapmamayı matah bir iş saymaktan, iletişim danışmanlarından (Obama gibi) faydalanmayı zül addetmeye kadar üzerinden aşılması gereken barikatlar bulunuyor. Burunlarının dibindeki iletişim profesyonellerini devreye almamaya devam ederlerse, çok yakında Baykal, partiyi kurtarmak (!) için yeniden Başkanlık koltuğuna kurulursa şaşırmamalı.
Boş konuştuğumun farkındayım… Beni mi dinleyecekler?… CHP üst yönetimi her şeyi herkesten daha iyi bildiği gibi iletişimi de gayet iyi bilir… Gayet iyi bildikleri işlerden biri de ayak oyunları mıdır, bilemem. Ancak bilinmesinde yarar var ki, o ayak oyunlarıyla ancak kendi Parti Başkanlarını ‘götürebiliyorlar’; belki de, AK Parti’yi ‘götürmeleri’ zor gözüktüğünden...
Kılıçdaroğlu’nun Başkanlığa seçilmesi ile yaratılan hava benim bu görüşümü destekler nitelikteydi. Ancak ondan sonra hata üzerine hata geldi. Önce “Galiba vazgeçsem iyi olacak” diye yazdım.
Niye geçmiş günlere dönme ihtiyacı duyuyorum, dersiniz? “Ben demiştim” demek için değil elbette. “Tekrarda hayır vardır!” diyebilmek için. Tekrardaki hayrın iyileştirici gücüne inanarak, 29 Ağustos günü, o günler için geçerli iki seçenekten yola çıkarak yazdıklarımı sabrınıza sığınarak alıntılamak istiyorum:
“1. Amaç aracı mubah kılar. Aslında Evet demek gerekir ama bu AK Parti iktidarını kuvvetlendirir. Oysa ben AK Parti’nin iktidardan gitmesini istiyorum. Ona hizmet edecek her görüş, her davranış yanlıştır.
2. Vicdanım Evet diyor; ancak aklım Hayır!… Aklımın sesini dinlemeliyim.”
(Omurilikten CHP'li ve MHP'li olmayan Hayır'cıların ortak sıkıntılarını dile getiriyordu bu seçenekler. Devam edelim:)
“İnsanın vicdanı ile aklı ne zaman çatışsa her zaman vicdanı kazanmıştır.
CHP ve öfkeli MHP kamu vicdanını harekete geçirmek için hala herhangi bir strateji geliştirmiş değiller. AK Parti ise sadece ve sadece o noktaya odaklanmış durumda... İlk günden itibaren planlı programlı bir çalışma yürütüyor. Muhalefet kanadında hangi siyasi iletişim çalışmasını görüyorsunuz?
Ondan sonra, 'N'olur, lütfen Hayır çıksın ama!..' halleri... Geçiniz efendim...
Kemal Bey'in 'Biz ölçümleme yaptırmıyoruz, basından duyduklarımızı değerlendiriyoruz' dediği gün, önceden girdiğim bütün iddialardan vazgeçtim...”
***
“Tekrarda hayır var”, dedim.
Neyi tekrarda?
Şunları:
Bir: Türkiye’de iktidar sorunu yoktur muhalefet sorunu vardır…
İki: Muhalefet bunun farkında değildir. Referandumun ertesinde Kemal Bey kendisine “Sonuçları nasıl buluyorsunuz” diye sorulduğunda, “Güzel buluyorum!” diyerek, referandum sonuçlarını okuma dersinden bir kez daha sınıfta kalmıştır…
Üç: “MHP’den çok zayiat var. AK Parti’ye gitti MHP oyları. Biz de onun için kaybettik. Oysa biz, oylarımızı artırmıştık.” Züğürt tesellisi mi, desek; sübjektivizmin daniskası mı; ne desek yeridir. Bizim kuşağın ortaokulda Birinci Dünya Savaşı’nın nasıl sonuçlandığına dair edindiği resmi tarih tezi bilgisi gibi: “Almanya yenildi, bizde yenilmiş sayıldık…” Bu türden komik durumlara düşülmesi, muhalefeti odaklanması gereken yerlerden uzaklaştırır.
Dört: Vaat ve Güven çok yalın bir şekilde sunulmalı. Açalım. “Vaat” derken, “Ülkenin gelecek tasarımına yönelik somut önerileri” ve de “Güven” derken de “Liderin gücü ve hedef kitleler üzerinde hakimiyeti”ni kastediyoruz. Kürsüye gelirken ikide bir ezilme tehlikesi atlatılmamalı, şoförün gidip kontrol etmesi gereken bir seçmen kütüğü yüzünden “kendisine bile hayrı olamayan muhalefet lideri” durumuna düşülmemeli.
Beş: Liderliğin kanıtı olarak, geniş kitlelerin katılımını sağlayacak (örneğin, bağış toplama yoluyla katılım ve bunun şeffaf bir şekilde anlatılıp hesabının verilmesi) stratejik modellerin geliştirilmesi; yine aynı amaçla bu sefer kurmay kadroların taşıyıcılık görevi üstlenmek üzere bazı projeleri sahiplenerek yürütmeleri ve iletişim boyutunda öne çıkmaları…
***
“Yapılacaklar” listesine buna benzer pek çok öneri eklenebilir. Sert üslubun olumsuz etkisi, bireysel saldırının, “çamur at izi kalsın” tavrının giderek daha az prim yaptığının anlaşılması gerekmiyor mu? Para harcamamayı, ölçümleme yapmamayı matah bir iş saymaktan, iletişim danışmanlarından (Obama gibi) faydalanmayı zül addetmeye kadar üzerinden aşılması gereken barikatlar bulunuyor. Burunlarının dibindeki iletişim profesyonellerini devreye almamaya devam ederlerse, çok yakında Baykal, partiyi kurtarmak (!) için yeniden Başkanlık koltuğuna kurulursa şaşırmamalı.
Boş konuştuğumun farkındayım… Beni mi dinleyecekler?… CHP üst yönetimi her şeyi herkesten daha iyi bildiği gibi iletişimi de gayet iyi bilir… Gayet iyi bildikleri işlerden biri de ayak oyunları mıdır, bilemem. Ancak bilinmesinde yarar var ki, o ayak oyunlarıyla ancak kendi Parti Başkanlarını ‘götürebiliyorlar’; belki de, AK Parti’yi ‘götürmeleri’ zor gözüktüğünden...