Şaşmadan ve dalmadan yaşamak zor!
26 AĞUSTOS 2004
İstanbul Erkek Lisesi’ndeki Almanca hocam Dr. Kopp’un anlattığı o fıkrayı unutamam. Adam gerilip gerilip bir hışım koşuyor, kafasını bütün hışmıyla duvara vuruyormuş. Önce müthiş bir acı ile kıvranıyor sonra kahkahalar atıyor; hemen ardından da yeniden gerilmeye başlıyormuş. Sonra yine aynı hareket: hızlı bir koşu, küt diye kafayı duvara çarpış. Kan revan içinde inleyiş. Nihayet suratta müthiş bir mutluluk ve gülümseme... Adam bu garip süreci tekrarlayıp duruyormuş. Olayı merakla izleyenler dayanamayıp sormuşlar:”Hayırdır hemşerim! N’oluyor?..”
“Çok iyi oluyor” demiş adam, “”Acı geçince o kadar hoşuma gidiyor ki. Tadına doyum olmuyor!”...
Sizce bu fıkra nereden gelmiş olabilir aklıma?.. ‘İletişim dehası’ siyasilerin, Sayın Başbakan’a çizdikleri stratejilerinden olmasın. Ya da AKP’nin YÖK’de, TCK’da ve AB ilişkilerinde uyguladıkları dahîyane iletişim stratejileri sayesinde kafasını duvardan duvara vurmasından.
Bir de Dücane Cündioğlu’nun 12 Eylül’de yayınlanmış bir makalesi var şu sıra aklımdan çıkmayan. Haddimi zorlayarak özetini aktarayım:“...(Çoğu kimse) düşünce sahibi olabilmek için ‘düşünmek’, düş sahibi olabilmek içinse ‘düşlemek’ gerektiğini farketmez...
...Sanatçılar düşlerler, düşlere dalarlar ve fakat dalgın olmazlar. Onların payına düşen şaşmaktır, şaşırmaktır, şaşakalmaktır; dalgınlık değil! Dalgınlık düşünürün bacaklarına dolaşır. Hangi halde olurlarsa olsunlar, nasıl bir ortamda bulunurlarsa bulunsunlar düşünen kişiler düşünürlerken dalmakla kalmazlar; aynı zamanda dalgınlaşırlar da...
...Bu dünyada şaşkınlığın bedeli ödenmedikçe sanatçı, dalgınlığın bedeli ödenmedikçe düşünür olunamaz; zira şaşkın şaşkın dolaşmak sanatçıların, dalgın dalgın dolaşmak düşünürlerin şânındandır. Doğrusu, utanılacak bir tarafı da yoktur bu zaafların.
Gözü açıklara, yani uyanıklara gelince, onlar ne şaşarlar, ne dalarlar, onlar bir tek bakarlar. Nitekim siz hiç başarılı siyasetçilerin veya tüccarların herhangi bir şeye şaştıklarını veya daldıklarını gördünüz mü? Öyle ya, bir süreliğine olsun şaşsalar veya dalsalar, ne para kazanabilirler, ne de iktidar sahibi olabilirler!
Sözün özü, şaşkınlık veya dalgınlık siyaset ve ticarette başarısızlığın, sanat ve felsefede ise başarının alâmetidir! Hangi yolu seçeceğiniz size kalmış”...
Bu satırları okuduktan sonra bizim siyasetçileri, iş adamlarını, reklamcıları ve reklamları şöyle bir gözümün önünden geçirdim. Siz de yapın çok eğlenceli oluyor... Hangisi şaşmış ve dalmış, ya da şaşmaya ve dalmaya ve de bunun doğal sonucu batmaya namzet hemen görüyorsunuz...
Memleketten manzaralara devam
Eylül başında Aras Cargo’nun Türkiye’nin çeşitli yörelerinden nefis fotoğrafları gönderilerin üzerine yapıştırarak başlattıkları ilginç kampanyayı Ekim ayında bitirmelerinin ne kadar yanlış olduğunu yazmıştım. ATV’nin gecesinde Türkiye’de eğlence ve iş dünyasının starları biraraya gelmişti. Karşılaştığım iş adamlarından biri de Celal Aras’tı. Fırsatı kaçırmadım. İletişimde algılamayı sağlamanın yollarından biri de tekrardı... Bu kez bu görüşlerimi yüzlerine karşı söyleme fırsatı buldum.
“Aman” dedim “Sakın durmayın. Öyle bir iki ay değil. Bir, iki yıl. Hatta 5-10 yıl sürdürün bu kampanyayı! Tabii iletişimini de medya yoluyla ciddi bir biçimde yaparak. Ancak o zaman o dilediğiniz ‘ülkesine âşık kargo şirketi’ algılamasını oturtabilirsiniz.”
Baktı ki benden kurtuluş yok. Sanki üstüme vazife, ısrar edip duruyorum. “Tamam” dedi,”Devam edeceğiz. Söz sana!”... Bakalım yaman bir Anadolu efendisi olan Celal Aras ne kadar sözünde duruyormuş, göreceğiz.
Kardelenler geliyor!
Dostlar bilir. ‘Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları’ projesini yere göğe sığdıramam. Turkcell’in “Hem çocuk hem kariyer” yapmayı beceren başarılı Kurumsal İletişim Bölüm Yöneticisi Zuhal Şeker hanımın 13 Eylül Urfa davetine, biraz uçak korkumu bahane ederek, biraz da bu kadar çok mesaj ve etkinliğin biraraya geleceği bir ortamda Turkcell’in araya gideceğini düşünüp olumlu yanıt verememiştim.
Zuhal Hanım, Urfa dönüşü fotoğrafları ve bilgilendirme dosyalarını kaparak bizim büroya geldi. İlişki ve iletişim yönetimini bu kadar iyi dengeleyen, yönetici sayısı çok değildir...
Bu arada bilgilerimi tazeledim: Burs verilen öğrenci sayısı 8 bini aşmış. Bunlardan 243’ü üniversitedeymiş. Kendi başlarına kalsalar, kaderlerinin nereye götüreceği bilinmeyen pırıl pırıl kızlarımız, yakında genç üniversite mezunları olarak hayata atılacaklar. Ayşe Kulin’in bu genç kızların dramlarını anlattığı Kardelenler adlı kitap 18’inci baskıyı yapmış. Geliri yine projeye aktarılıyormuş. Bu arada TED ile işbirliği yapılmış. TED İstanbul Koleji’nde 26 Kardelen’e okuma olanağı tanınacakmış. İleride daha da geliştirilecek olan projenin başlangıcı Ekim ayında okuldaki bir törenle verilecekmiş.
Urfa gezisine gelince... TV’deki haber hariç biraz Başbakan ve eşinin gölgesinde kalmış. Hay Allah! Yine haklı çıktım (!)... Bu durumları hiç hazmetmeyen Zuhal hanım TED’deki etkinlikle açığı kapatmayı düşünüyor...
Kısa... Kısa... Kısa...
· Son haftaların en başarılı TV reklamı oyuncusu bence Arko, tıraş köpüğü reklamındaki bebek. Hani babasının yanaklarından öpmek için ağlayan; babası yanına gelince de gülen bebek... Bu bebeği bulana da, böyle oynatana da helal olsun!
· İkinci helal olsun Aytaç’a, Demet Akbağ’a ve bana iletişim dosyasını yollayan arkadaşlara. Akbağ, hem ressam, hem ev kadını, hem de iki çocuk annesi rolünde süper! Yalnız cimrilik etmesinler uzun versiyonları daha iyi.
· Sütaş’ın Mehmet Okur’lu Büyümix’i her ne kadar Obelix’in kazana düşme hikayesini biraz fazla hatırlatsa da çok etkili. Derhal bir Büyümix deneme arzusu uyandırıyor.
· Bu haftaki medya ilişkilerinde favori üç şirketim şunlar: MPR, Excel, Zarakol. Neden? Müthiş bir bilgilendirme sistemi kurdukları için. Zorlamadan, taciz etmeden ilişkiyi yönettikleri ve yabana atılmayacak ‘press-kit’ (basın dosyaları) yolladıkları için. Hele Zarakol’un Sütaş ve Dimes dosyalarını, stajyer arkadaşlara örnek olarak sakladım.
· Şirin mi şirin bir mobilya reklamı dönüyor şu sıra. Çiçek mobilya! Bıcır bıcır, cıvıl cıvıl. Belli ki çok uğraşılmış. Ama son derece yalın. Son derece net. Çiçek mobilyanın patronları çok başarılı sonuçlar aldıklarını söylüyorlar. Minik bir not: Tüm mağazalar o filmdeki gibi tasarlanmalı sadece bir-iki tanesi değil.
· Boyner markası yeni çehresi ile Çarşı mağazalarındaki yerini aldı. Çok çağdaş biraz da radikal bir logo yapmışlar. O iki renk kolay kolay yanyana gelmez. Bu arada riskli bulduğum bir başka husus daha var: Boyner adının marka vaadi ile Çarşı mağazaların son hali pek uyuşmaz. Tabii o mağazaların konseptini değiştirirlerse, o başka. Öte yandan Çarşı markasına yıllar içinde ciddi yatırım yapmışlardı; o markayı tamamen öldürmek ne kadar doğruydu?..
“Çok iyi oluyor” demiş adam, “”Acı geçince o kadar hoşuma gidiyor ki. Tadına doyum olmuyor!”...
Sizce bu fıkra nereden gelmiş olabilir aklıma?.. ‘İletişim dehası’ siyasilerin, Sayın Başbakan’a çizdikleri stratejilerinden olmasın. Ya da AKP’nin YÖK’de, TCK’da ve AB ilişkilerinde uyguladıkları dahîyane iletişim stratejileri sayesinde kafasını duvardan duvara vurmasından.
Bir de Dücane Cündioğlu’nun 12 Eylül’de yayınlanmış bir makalesi var şu sıra aklımdan çıkmayan. Haddimi zorlayarak özetini aktarayım:“...(Çoğu kimse) düşünce sahibi olabilmek için ‘düşünmek’, düş sahibi olabilmek içinse ‘düşlemek’ gerektiğini farketmez...
...Sanatçılar düşlerler, düşlere dalarlar ve fakat dalgın olmazlar. Onların payına düşen şaşmaktır, şaşırmaktır, şaşakalmaktır; dalgınlık değil! Dalgınlık düşünürün bacaklarına dolaşır. Hangi halde olurlarsa olsunlar, nasıl bir ortamda bulunurlarsa bulunsunlar düşünen kişiler düşünürlerken dalmakla kalmazlar; aynı zamanda dalgınlaşırlar da...
...Bu dünyada şaşkınlığın bedeli ödenmedikçe sanatçı, dalgınlığın bedeli ödenmedikçe düşünür olunamaz; zira şaşkın şaşkın dolaşmak sanatçıların, dalgın dalgın dolaşmak düşünürlerin şânındandır. Doğrusu, utanılacak bir tarafı da yoktur bu zaafların.
Gözü açıklara, yani uyanıklara gelince, onlar ne şaşarlar, ne dalarlar, onlar bir tek bakarlar. Nitekim siz hiç başarılı siyasetçilerin veya tüccarların herhangi bir şeye şaştıklarını veya daldıklarını gördünüz mü? Öyle ya, bir süreliğine olsun şaşsalar veya dalsalar, ne para kazanabilirler, ne de iktidar sahibi olabilirler!
Sözün özü, şaşkınlık veya dalgınlık siyaset ve ticarette başarısızlığın, sanat ve felsefede ise başarının alâmetidir! Hangi yolu seçeceğiniz size kalmış”...
Bu satırları okuduktan sonra bizim siyasetçileri, iş adamlarını, reklamcıları ve reklamları şöyle bir gözümün önünden geçirdim. Siz de yapın çok eğlenceli oluyor... Hangisi şaşmış ve dalmış, ya da şaşmaya ve dalmaya ve de bunun doğal sonucu batmaya namzet hemen görüyorsunuz...
Memleketten manzaralara devam
Eylül başında Aras Cargo’nun Türkiye’nin çeşitli yörelerinden nefis fotoğrafları gönderilerin üzerine yapıştırarak başlattıkları ilginç kampanyayı Ekim ayında bitirmelerinin ne kadar yanlış olduğunu yazmıştım. ATV’nin gecesinde Türkiye’de eğlence ve iş dünyasının starları biraraya gelmişti. Karşılaştığım iş adamlarından biri de Celal Aras’tı. Fırsatı kaçırmadım. İletişimde algılamayı sağlamanın yollarından biri de tekrardı... Bu kez bu görüşlerimi yüzlerine karşı söyleme fırsatı buldum.
“Aman” dedim “Sakın durmayın. Öyle bir iki ay değil. Bir, iki yıl. Hatta 5-10 yıl sürdürün bu kampanyayı! Tabii iletişimini de medya yoluyla ciddi bir biçimde yaparak. Ancak o zaman o dilediğiniz ‘ülkesine âşık kargo şirketi’ algılamasını oturtabilirsiniz.”
Baktı ki benden kurtuluş yok. Sanki üstüme vazife, ısrar edip duruyorum. “Tamam” dedi,”Devam edeceğiz. Söz sana!”... Bakalım yaman bir Anadolu efendisi olan Celal Aras ne kadar sözünde duruyormuş, göreceğiz.
Kardelenler geliyor!
Dostlar bilir. ‘Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları’ projesini yere göğe sığdıramam. Turkcell’in “Hem çocuk hem kariyer” yapmayı beceren başarılı Kurumsal İletişim Bölüm Yöneticisi Zuhal Şeker hanımın 13 Eylül Urfa davetine, biraz uçak korkumu bahane ederek, biraz da bu kadar çok mesaj ve etkinliğin biraraya geleceği bir ortamda Turkcell’in araya gideceğini düşünüp olumlu yanıt verememiştim.
Zuhal Hanım, Urfa dönüşü fotoğrafları ve bilgilendirme dosyalarını kaparak bizim büroya geldi. İlişki ve iletişim yönetimini bu kadar iyi dengeleyen, yönetici sayısı çok değildir...
Bu arada bilgilerimi tazeledim: Burs verilen öğrenci sayısı 8 bini aşmış. Bunlardan 243’ü üniversitedeymiş. Kendi başlarına kalsalar, kaderlerinin nereye götüreceği bilinmeyen pırıl pırıl kızlarımız, yakında genç üniversite mezunları olarak hayata atılacaklar. Ayşe Kulin’in bu genç kızların dramlarını anlattığı Kardelenler adlı kitap 18’inci baskıyı yapmış. Geliri yine projeye aktarılıyormuş. Bu arada TED ile işbirliği yapılmış. TED İstanbul Koleji’nde 26 Kardelen’e okuma olanağı tanınacakmış. İleride daha da geliştirilecek olan projenin başlangıcı Ekim ayında okuldaki bir törenle verilecekmiş.
Urfa gezisine gelince... TV’deki haber hariç biraz Başbakan ve eşinin gölgesinde kalmış. Hay Allah! Yine haklı çıktım (!)... Bu durumları hiç hazmetmeyen Zuhal hanım TED’deki etkinlikle açığı kapatmayı düşünüyor...
Kısa... Kısa... Kısa...
· Son haftaların en başarılı TV reklamı oyuncusu bence Arko, tıraş köpüğü reklamındaki bebek. Hani babasının yanaklarından öpmek için ağlayan; babası yanına gelince de gülen bebek... Bu bebeği bulana da, böyle oynatana da helal olsun!
· İkinci helal olsun Aytaç’a, Demet Akbağ’a ve bana iletişim dosyasını yollayan arkadaşlara. Akbağ, hem ressam, hem ev kadını, hem de iki çocuk annesi rolünde süper! Yalnız cimrilik etmesinler uzun versiyonları daha iyi.
· Sütaş’ın Mehmet Okur’lu Büyümix’i her ne kadar Obelix’in kazana düşme hikayesini biraz fazla hatırlatsa da çok etkili. Derhal bir Büyümix deneme arzusu uyandırıyor.
· Bu haftaki medya ilişkilerinde favori üç şirketim şunlar: MPR, Excel, Zarakol. Neden? Müthiş bir bilgilendirme sistemi kurdukları için. Zorlamadan, taciz etmeden ilişkiyi yönettikleri ve yabana atılmayacak ‘press-kit’ (basın dosyaları) yolladıkları için. Hele Zarakol’un Sütaş ve Dimes dosyalarını, stajyer arkadaşlara örnek olarak sakladım.
· Şirin mi şirin bir mobilya reklamı dönüyor şu sıra. Çiçek mobilya! Bıcır bıcır, cıvıl cıvıl. Belli ki çok uğraşılmış. Ama son derece yalın. Son derece net. Çiçek mobilyanın patronları çok başarılı sonuçlar aldıklarını söylüyorlar. Minik bir not: Tüm mağazalar o filmdeki gibi tasarlanmalı sadece bir-iki tanesi değil.
· Boyner markası yeni çehresi ile Çarşı mağazalarındaki yerini aldı. Çok çağdaş biraz da radikal bir logo yapmışlar. O iki renk kolay kolay yanyana gelmez. Bu arada riskli bulduğum bir başka husus daha var: Boyner adının marka vaadi ile Çarşı mağazaların son hali pek uyuşmaz. Tabii o mağazaların konseptini değiştirirlerse, o başka. Öte yandan Çarşı markasına yıllar içinde ciddi yatırım yapmışlardı; o markayı tamamen öldürmek ne kadar doğruydu?..