Şaşmadan yaşamak zor
06 ŞUBAT 2005
Sürekli elimi yüzümü yıkadım. Suratıma sürekli kolonyalar çarptım. Cuma gününü gözlerimi açık tutmak için mücadele vererek geçirdim... Nafile... Bir gece önce sevgili Ali Kırca’yı ve onun çalışkan yardımcısı Didem Özkan’ı kıramamış, TV dizilerinin tartışıldığı “Siyaset Meydanı” programına katılmıştım. Yastığa başımı koyduğumda saat 04.30’u gösteriyordu. Üç saat uykuyla, bir duş alıp günlük iş trafiğinin içine daldığımda uyumamak için göz kapaklarımın arasına kibrit çöpü sıkıştırmaya falan çalıştım. Uyku borç gibi çalışmıyormuş. “Bugün 6 saat az uyudum; yarın 6 saat fazla uyur telafi ederim” diyemiyormuşsunuz... Gitti mi, gidiyormuş yani. Tıpkı zaman gibi...
Kaynanalar dizisinden Sevda Aydan hanımefendi de zamanı peşine takmış öyle gidiyordu. Ekranda kendisini gördüğünde yaşadığı şoku “Bu ne bu böyle?” diye öyle güzel ifade ediyordu ki, kim kendisiyle böylesine dalga geçme cesareti ve özgüveni gösterebilir bilemem... Zor iş. Benim gençliğim pek çok büyük starı oradaydı.
Ve o gece içim parçalandı. İzlenme oranları yüzünden sistem gereği yayından kaldırılan dizilerin dramı yayılmıştı salona. Sınavlara girdiğim günler geldi aklıma. Bu sanatçılar ise neredeyse her gün giriyorlardı sınava. İzlenme oranı düştü mü, reklam geliri düşüyor; reklam geliri düşünce de dizinin ömrü bitmiş oluyordu...
İçim parçalana parçalana, oradakilerin ‘nefret ettiklerini’ dile getirdikleri ‘rating’ sisteminin düzenin bir parçası olduğunu, sızlanmanın bir işe yaramayacağını, sonunda reklam verenin parasını maksimum iletişim getirisi üzerine harcayacağını; bu yüzden de programın izlenme başarısına baktığını; bunu da ‘rating’ ve ‘share’ (izlenme payı) ile ölçtüğünü; reklam pastasını ürününü satabilmek için bu rakamlara göre dağıttığını; tüm sistemin de buna uymak zorunda olduğunu; bunun ille de kalitesizlik anlamına gelmeyeceğini; hem yüksek izlenme oranlarına kavuşan hem de son derece nitelikli olan Perihan Abla, Süper Baba, İkinci Bahar, Asmalı Konak, Bir İstanbul Masalı, Aliye, Avrupa Yakası, Kurşun Yarası gibi dizilerin yapılabildiğini, devlet nasıl bale ve operayı yaşatıyorsa, kâr amacı gütmeden kaliteli işleri yaşatma görevinin ise TRT’ye ait olduğunu; dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.
Gecenin o saatinde kimsenin izlemeyeceğini düşündüğümüz programın, ertesi günü beni arayanlardan ve açıklanan ‘ratinglerden’ kendi içinde izlenme rekoru kırdığını duyduğumda bir kez daha şaşırdım. Hani, “Sanatçı şaşırmadan yaşarsa, iş adamı şaşarak yaşarsa batarmış” derler ya; ben de sürekli şaşırmaktan bir hal oluyorum... Bu izlenme meselesi dışında üç şeye daha şaştım o akşam. Bir: TV’deki programların toplum üzerindeki etkisini ortaya koyan araştırmaların olmayışına. Çünkü ben bu etkinin abartıldığı görüşündeyim. İki: Geçmişe oranla çok daha fazla yerli TV dizisi ve yıldızının başarılı olmasına. Üç: ATV’nin dizi yaratma ve yaşatma konusundaki başarısına...
‘Abesle iştigal’ çeşitlemeleri
CHP Kurultayı öncesinde, liderlerin büyük fırsat kaçırdıklarını, gelecek tasarımları yerine birbirleriyle didişmeye ağırlık verdiklerini, bunun sonucunda ise kazananı olmayan bir oyunun içine düştüklerini yazmıştım. Kurultay sonrasında da CHP’li lider adayları abesle iştigale devam ediyorlar. ‘Abesle iştigal’ kavramı pek çok şeyi yalın bir şekilde anlatır. Hani 4 tür iş vardır: 1. Acil önemli işler; 2. Acil olmayan önemli işler; 3. Acil önemsiz işler; 4. Acil olmayan önemsiz işler. Benim şahsen hayatımda 1 ve 4’üncü grup işler egemendir.
Kendi durumunuzu sorgulayın, göreceksiniz sizin de aşağıya yukarı böyledir. Oysa hayata yön veren 2’inci grup işlerdir. Bizim gündemimizi ise ya irademiz dışı günlük sorunlar belirler, ya da avara kasnak, haybeye kürek çektiğimiz, abesle iştigal türü işler...
Abesle iştigal işini en iyi anlatan yazarlardan biri de Dücane Cündioğlu’dur. Bakın ne demiş:
“Alimlerimiz abes'i üçe ayırırlardı: 1. Abes-i hakikî; 2. Abes-i örfî; 3. Abes-i nazarî...
Abes-i hakikî, hiçbir açıdan kendisine yarar ilişmeyen işler için kullanılır; yani bilme eylemine girişen kimsenin bu süreç içerisinde hiçbir yarar temin edememesi ve çabalarının tümüyle boşa çıkması, terimin tam anlamıyla “abes-i hakikî”dir. (Hani Türkçe'de “Yandı gülüm keten helva” denir ya, işte bu özdeyişle kastedilen, abes-i hakikî'den başkası değildir.)
Abes-i örfî, bir bilgi öbeğiyle, yani muayyen bir ilim dalıyla meşgul olan kimseler, ortaya koydukları çabalara karşılık gelecek ölçüde yarar sağlayamamaları halinde abesle iştigal etmiş olurlar; zira bu durumda belki bir yarar elde edilmiştir ama bu, o yararı elde etmek için ortaya konulan çabaların miktarıyla hiç de mütenasib değildir. Bu durumda abes, yetersizlik anlamına gelir; zira başarı, ancak bir çabayla o çabanın amacı arasında denklik olması halinde söz konusu edilebilir. (Kaba tabirle “beş koyup üç almak”, abes-i örfî ile iştigal etmek demektir.)
Abes-i nazarî ise, bilme eylemi sonucunda herhangi bir yarar sağlanmış olmakla birlikte, elde edilen bu yarar, şayet bilme eyleminin konusuyla, yani meşgul olunan bilgi dalıyla doğrudan ilgili değilse, kişinin bütün yaptığı abes-i nazarî ile meşgul olmaktan ibarettir. Sözgelimi ürettiği deney tüpleriyle amacına ulaşamayan bir bilim adamı, bu tüpleri çay fincanı yerine kullanırsa, onun çabalarının tamamen boşa gitmiş (=abes) olduğunu söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz; zira bu tüpler hiç değilse bir işe yaramıştır. Sanırım bu abes türünü en iyi anlatan Türkçe özdeyişlerden biri de “züğürt tesellisi”dir.”
Ben hangi tür abeslerle iştigal ettiğimi biliyorum. Ya siz?.. J
Başlamak zor, sürdürmek daha zor
Mey İçki, Tekel’in alkollü içkiler bölümünü devraldığından beri neler yapacak diye bekledim. Öyle bir cesaretle işe soyundular ki nasıl avantaj yaratıp, tanıtım yapabilecekler diye merak ediyordum. Dile kolay, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu'nun, alkollü içki reklamlarında uyulacak ilkeler hakkındaki tebliği öyle yenilir yutulur cinsten olmadığı gibi dar alanda kısa paslaşmalara bile izin vermeyecek nitelikteydi.
Sonunda elime içinde bülten, kitapçık ve CD’den oluşan bir bilgilendirme dosyası geldi. Mey, havaalanlarındaki duty free’lerde başlattığı bir uygulama ile Yeni Rakı alan herkese “Yeni Rakı’nın Vazgeçilmezleri – Mezeler” kitapçığı hediye ediyormuş. Rakı içmenin bir kültür olduğunu, bu kültürü merak eden başta yabancılar olmak üzere bir çok kişinin ilgisini çekeceğini ve içindeki meze tariflerinin meraklısının çok olacağını düşünürsek başarılı bir çalışma.
Diğer yandan rekabetin ve oyuncuların bu kadar arttığı bir piyasada bunu okyanusta bir damla ve başlangıç olarak görmek lazım. Buradaki kritik nokta, moda deyişle ‘sürdürülebilirlik!’.. Devamı geldikçe izlemeye veya yazmaya devam edeceğiz.
Gel de tahrik olma
Gazeteye her gün onlarca zarf yığını geliyor benim adıma. Sağ olsun muhaberattaki arkadaşlar yüksünmeden hepsini eksiksiz tasnif ve teslim ediyorlar. Geçen gün gelen paketin arasından üzerinde ‘Zanussi Mutfak Sanatları Atölyesi’ yazan büyükçe zarf dikkatimi çekti. Malum AB yolunda ilerliyoruz ya artık aşçılık okullarının adı mutfak atölyesi, yemek zevki kursu gibi ‘çarpıcı’ isimlerle değiştirildi. İtalyan mutfak üreticisi Zanussi’ciler ayrıntılı bir bilgilendirici metin ve davet mektubu göndermişler.
Amaçları okulun nasıl çalıştığını göstermek. Yemek yemek benim için sadece bir beslenme meselesi değil aynı zamanda bir yaşam kültürü ve biçimidir. Bu davet kaçmazdı. Kalktım gittim. Alkent’te açılan yemek okulu en son teknoloji ile donatılmış. Kurslara katılanlar ise yemek yaparken geçtikleri aşamaları Vestel’in yerleştirdiği plazma televizyonlarla ânında görülebiliyor.
Atölyenin işletmecisi Mehmet Aksel böyle bir yemek okulunun Türkiye’de bir eşi daha olmadığını amatör bir heyecanla anlatıyordu. Kurslara katılanların yarısı erkekmiş. Bunu hiçbir zaman anlayamamışımdır zaten. Başta annelerimiz, her yerde kadınların yemek yapmasından söz edilir ama büyük aşçıların hepsi erkektir...
Türk mutfağını dünya markası yapma hedefiyle yola çıkan ‘mutfak sanatları atölyesi’nde pasta süsleme, ev ekmekçiliği, sos yapımı, sevgiliye pişirmek gibi birbirinden ilginç kurslar var. Benim en ilgimi çeken ise ‘Osmanlı mutfağı’ ve ‘Türk mutfağında modern sunumlar’ kursları oldu. Benim öğrenecek halim yok... Kurslar şimdiden neredeyse dolmuş. Çevremde beni sevenleri ikna edip en kısa zamanda oraya kayıt ettirmeliyim...
Bir tane de ‘guru’ olmayan usta okuyun
Tercüme ve ithal kitaplardan gına gelmişti. Türk gurularının yazdıklarının içindeki fikirlerin çoğu da zaten ya tercüme ya ithaldi. Onun için Rauf Ateş’in ‘Yeni Normal’ adını verdiği kitabı ne boy olursa olsun şirket yönetmeye soyunmuş olanlara ya da yeni soyunmaya hazırlananlara ‘iyi gelecektir’...
Rauf kendi deneylerinden yola çıkarak, yılların birikimiyle yazmış. Tamamı bizden, tamamı ilginç. Rauf bir ‘guru’ değil. Bu kitaptan da büyük bir olasılıkla milyonlarca Dolar kazanmayacak. Ama sahici... Okuyun ne demek istediğimi anlayacaksınız.
Kaynanalar dizisinden Sevda Aydan hanımefendi de zamanı peşine takmış öyle gidiyordu. Ekranda kendisini gördüğünde yaşadığı şoku “Bu ne bu böyle?” diye öyle güzel ifade ediyordu ki, kim kendisiyle böylesine dalga geçme cesareti ve özgüveni gösterebilir bilemem... Zor iş. Benim gençliğim pek çok büyük starı oradaydı.
Ve o gece içim parçalandı. İzlenme oranları yüzünden sistem gereği yayından kaldırılan dizilerin dramı yayılmıştı salona. Sınavlara girdiğim günler geldi aklıma. Bu sanatçılar ise neredeyse her gün giriyorlardı sınava. İzlenme oranı düştü mü, reklam geliri düşüyor; reklam geliri düşünce de dizinin ömrü bitmiş oluyordu...
İçim parçalana parçalana, oradakilerin ‘nefret ettiklerini’ dile getirdikleri ‘rating’ sisteminin düzenin bir parçası olduğunu, sızlanmanın bir işe yaramayacağını, sonunda reklam verenin parasını maksimum iletişim getirisi üzerine harcayacağını; bu yüzden de programın izlenme başarısına baktığını; bunu da ‘rating’ ve ‘share’ (izlenme payı) ile ölçtüğünü; reklam pastasını ürününü satabilmek için bu rakamlara göre dağıttığını; tüm sistemin de buna uymak zorunda olduğunu; bunun ille de kalitesizlik anlamına gelmeyeceğini; hem yüksek izlenme oranlarına kavuşan hem de son derece nitelikli olan Perihan Abla, Süper Baba, İkinci Bahar, Asmalı Konak, Bir İstanbul Masalı, Aliye, Avrupa Yakası, Kurşun Yarası gibi dizilerin yapılabildiğini, devlet nasıl bale ve operayı yaşatıyorsa, kâr amacı gütmeden kaliteli işleri yaşatma görevinin ise TRT’ye ait olduğunu; dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.
Gecenin o saatinde kimsenin izlemeyeceğini düşündüğümüz programın, ertesi günü beni arayanlardan ve açıklanan ‘ratinglerden’ kendi içinde izlenme rekoru kırdığını duyduğumda bir kez daha şaşırdım. Hani, “Sanatçı şaşırmadan yaşarsa, iş adamı şaşarak yaşarsa batarmış” derler ya; ben de sürekli şaşırmaktan bir hal oluyorum... Bu izlenme meselesi dışında üç şeye daha şaştım o akşam. Bir: TV’deki programların toplum üzerindeki etkisini ortaya koyan araştırmaların olmayışına. Çünkü ben bu etkinin abartıldığı görüşündeyim. İki: Geçmişe oranla çok daha fazla yerli TV dizisi ve yıldızının başarılı olmasına. Üç: ATV’nin dizi yaratma ve yaşatma konusundaki başarısına...
‘Abesle iştigal’ çeşitlemeleri
CHP Kurultayı öncesinde, liderlerin büyük fırsat kaçırdıklarını, gelecek tasarımları yerine birbirleriyle didişmeye ağırlık verdiklerini, bunun sonucunda ise kazananı olmayan bir oyunun içine düştüklerini yazmıştım. Kurultay sonrasında da CHP’li lider adayları abesle iştigale devam ediyorlar. ‘Abesle iştigal’ kavramı pek çok şeyi yalın bir şekilde anlatır. Hani 4 tür iş vardır: 1. Acil önemli işler; 2. Acil olmayan önemli işler; 3. Acil önemsiz işler; 4. Acil olmayan önemsiz işler. Benim şahsen hayatımda 1 ve 4’üncü grup işler egemendir.
Kendi durumunuzu sorgulayın, göreceksiniz sizin de aşağıya yukarı böyledir. Oysa hayata yön veren 2’inci grup işlerdir. Bizim gündemimizi ise ya irademiz dışı günlük sorunlar belirler, ya da avara kasnak, haybeye kürek çektiğimiz, abesle iştigal türü işler...
Abesle iştigal işini en iyi anlatan yazarlardan biri de Dücane Cündioğlu’dur. Bakın ne demiş:
“Alimlerimiz abes'i üçe ayırırlardı: 1. Abes-i hakikî; 2. Abes-i örfî; 3. Abes-i nazarî...
Abes-i hakikî, hiçbir açıdan kendisine yarar ilişmeyen işler için kullanılır; yani bilme eylemine girişen kimsenin bu süreç içerisinde hiçbir yarar temin edememesi ve çabalarının tümüyle boşa çıkması, terimin tam anlamıyla “abes-i hakikî”dir. (Hani Türkçe'de “Yandı gülüm keten helva” denir ya, işte bu özdeyişle kastedilen, abes-i hakikî'den başkası değildir.)
Abes-i örfî, bir bilgi öbeğiyle, yani muayyen bir ilim dalıyla meşgul olan kimseler, ortaya koydukları çabalara karşılık gelecek ölçüde yarar sağlayamamaları halinde abesle iştigal etmiş olurlar; zira bu durumda belki bir yarar elde edilmiştir ama bu, o yararı elde etmek için ortaya konulan çabaların miktarıyla hiç de mütenasib değildir. Bu durumda abes, yetersizlik anlamına gelir; zira başarı, ancak bir çabayla o çabanın amacı arasında denklik olması halinde söz konusu edilebilir. (Kaba tabirle “beş koyup üç almak”, abes-i örfî ile iştigal etmek demektir.)
Abes-i nazarî ise, bilme eylemi sonucunda herhangi bir yarar sağlanmış olmakla birlikte, elde edilen bu yarar, şayet bilme eyleminin konusuyla, yani meşgul olunan bilgi dalıyla doğrudan ilgili değilse, kişinin bütün yaptığı abes-i nazarî ile meşgul olmaktan ibarettir. Sözgelimi ürettiği deney tüpleriyle amacına ulaşamayan bir bilim adamı, bu tüpleri çay fincanı yerine kullanırsa, onun çabalarının tamamen boşa gitmiş (=abes) olduğunu söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz; zira bu tüpler hiç değilse bir işe yaramıştır. Sanırım bu abes türünü en iyi anlatan Türkçe özdeyişlerden biri de “züğürt tesellisi”dir.”
Ben hangi tür abeslerle iştigal ettiğimi biliyorum. Ya siz?.. J
Başlamak zor, sürdürmek daha zor
Mey İçki, Tekel’in alkollü içkiler bölümünü devraldığından beri neler yapacak diye bekledim. Öyle bir cesaretle işe soyundular ki nasıl avantaj yaratıp, tanıtım yapabilecekler diye merak ediyordum. Dile kolay, Tütün Mamulleri ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu'nun, alkollü içki reklamlarında uyulacak ilkeler hakkındaki tebliği öyle yenilir yutulur cinsten olmadığı gibi dar alanda kısa paslaşmalara bile izin vermeyecek nitelikteydi.
Sonunda elime içinde bülten, kitapçık ve CD’den oluşan bir bilgilendirme dosyası geldi. Mey, havaalanlarındaki duty free’lerde başlattığı bir uygulama ile Yeni Rakı alan herkese “Yeni Rakı’nın Vazgeçilmezleri – Mezeler” kitapçığı hediye ediyormuş. Rakı içmenin bir kültür olduğunu, bu kültürü merak eden başta yabancılar olmak üzere bir çok kişinin ilgisini çekeceğini ve içindeki meze tariflerinin meraklısının çok olacağını düşünürsek başarılı bir çalışma.
Diğer yandan rekabetin ve oyuncuların bu kadar arttığı bir piyasada bunu okyanusta bir damla ve başlangıç olarak görmek lazım. Buradaki kritik nokta, moda deyişle ‘sürdürülebilirlik!’.. Devamı geldikçe izlemeye veya yazmaya devam edeceğiz.
Gel de tahrik olma
Gazeteye her gün onlarca zarf yığını geliyor benim adıma. Sağ olsun muhaberattaki arkadaşlar yüksünmeden hepsini eksiksiz tasnif ve teslim ediyorlar. Geçen gün gelen paketin arasından üzerinde ‘Zanussi Mutfak Sanatları Atölyesi’ yazan büyükçe zarf dikkatimi çekti. Malum AB yolunda ilerliyoruz ya artık aşçılık okullarının adı mutfak atölyesi, yemek zevki kursu gibi ‘çarpıcı’ isimlerle değiştirildi. İtalyan mutfak üreticisi Zanussi’ciler ayrıntılı bir bilgilendirici metin ve davet mektubu göndermişler.
Amaçları okulun nasıl çalıştığını göstermek. Yemek yemek benim için sadece bir beslenme meselesi değil aynı zamanda bir yaşam kültürü ve biçimidir. Bu davet kaçmazdı. Kalktım gittim. Alkent’te açılan yemek okulu en son teknoloji ile donatılmış. Kurslara katılanlar ise yemek yaparken geçtikleri aşamaları Vestel’in yerleştirdiği plazma televizyonlarla ânında görülebiliyor.
Atölyenin işletmecisi Mehmet Aksel böyle bir yemek okulunun Türkiye’de bir eşi daha olmadığını amatör bir heyecanla anlatıyordu. Kurslara katılanların yarısı erkekmiş. Bunu hiçbir zaman anlayamamışımdır zaten. Başta annelerimiz, her yerde kadınların yemek yapmasından söz edilir ama büyük aşçıların hepsi erkektir...
Türk mutfağını dünya markası yapma hedefiyle yola çıkan ‘mutfak sanatları atölyesi’nde pasta süsleme, ev ekmekçiliği, sos yapımı, sevgiliye pişirmek gibi birbirinden ilginç kurslar var. Benim en ilgimi çeken ise ‘Osmanlı mutfağı’ ve ‘Türk mutfağında modern sunumlar’ kursları oldu. Benim öğrenecek halim yok... Kurslar şimdiden neredeyse dolmuş. Çevremde beni sevenleri ikna edip en kısa zamanda oraya kayıt ettirmeliyim...
Bir tane de ‘guru’ olmayan usta okuyun
Tercüme ve ithal kitaplardan gına gelmişti. Türk gurularının yazdıklarının içindeki fikirlerin çoğu da zaten ya tercüme ya ithaldi. Onun için Rauf Ateş’in ‘Yeni Normal’ adını verdiği kitabı ne boy olursa olsun şirket yönetmeye soyunmuş olanlara ya da yeni soyunmaya hazırlananlara ‘iyi gelecektir’...
Rauf kendi deneylerinden yola çıkarak, yılların birikimiyle yazmış. Tamamı bizden, tamamı ilginç. Rauf bir ‘guru’ değil. Bu kitaptan da büyük bir olasılıkla milyonlarca Dolar kazanmayacak. Ama sahici... Okuyun ne demek istediğimi anlayacaksınız.