Şeytan aramızda: e-şerefsizler!
30 AĞUSTOS 2006
Hayatınızda her an şerefsizlerle karşılaşabilirsiniz. Kötülüğü herhangi bir çıkar adına değil sadece ve sadece kötülük olsun diye yapanlar... Günün birinde bunlardan biri aniden karşınıza çıkarsa ne yapacağınızı bilemeyebilirsiniz.
Böyle durumlarda Shakespeare’in Othello’sundaki Iago'yu hatırlarım. Hani derler ya, "Eğer Othello Iago'nun yalanlarına inanmayacak kadar sağduyu gösterebilseydi ne karısını ne de kendisini öldürürdü"...
Son sahnede kılıç darbesini yiyip de "Yaralandım efendim ama ölmedim" diyen Iago! Gerçekten de onlar yaralanabilir ama ölmezler. Ne diyordu Shakespeare: "Iago yaşıyor! Şeytan aramızda! Hey! Evinize, ceplerinize, ailenize göz kulak olun. Duydunuz mu; şeytan aramızda! Sahip olun ruhlarınıza!"
Peter Schaffer’in Amadeus’undaki Salieri'lerden, Hitler’in Göbels’inden ya da Stalin’in Beria’sından, ‘İçimizdeki İrlandalılar’dan veya bir başka deyişle "mutlak kötüler"den korunacak kadar sağduyu sahibi olabilmek kolay iş değil.
Öncelikle onları iyi tanımak lazım. Sınırsız kötülük gücüne sahip olsalar da kendilerini ele verebilirler. Günümüzde şerefsizlerin kendi aralarında ikiye ayrıldığını söylemek mümkün: Analog şerefsizler ve e-şerefsizler. Analog şerefsizlere en iyi örnek Asterix’de vardır: ‘Destructivus’ (Yıkıcı)... Fransızca orijinalinde adı ‘Detritus’ (Pislik, Atık) olan tiplemeye Türkçe’de verilmiş olan ad da bence mükemmeldir: Fitnefücurus.. Analog şerefsizleri tanırsınız. Her şirkette bir iki tane bulunur. Kıskançlık, onun bunun ayağını kaydırma, sıradan davranışlardır bunlar için.. Ortalıktadırlar. Adlarını falan gizlemezler. Sadece hedeflerini gizlerler. Onları ‘yediğiniz’ ölçüde geleceğiniz ve ilişkileriniz üzerinde etkili olurlar..
Bir de e-şerefsizler vardır. Bunları türlerinin en adileri olarak görmenizde yarar var. Çünkü Iago, Salieri, Göbels, Beria gibi bilinen bir isimleri yoktur. Bazen isimlerini hiçbir zaman bulamayacağınız bu alçaklar karşısında teknoloji bile bazen çaresiz kalır. Elektronik ortamın özgürlüğünden kendi şerefsizlikleri adına yararlanırlar. Adlarını açıklayacak yürekleri yoktur.
Bu e-şerefsizlere sayfalarında yer veren siteler de analog şerefsiz türüne girerler. Çünkü küçük bir araştırmayla bunların kim olduğunu bulabilirsiniz. Bu türden olanları savcılığa vererek biraz olsun yıldırmak mümkündür, oysa diğerlerini yasal yoldan susturmak zordur.. Çünkü yasal zeminde hareket etmezler. Kötülüğü Makyavelist amaçlarla değil, çıkar mıkar beklemeden bizzat "kötülük etmek için" yapan bu sinsi yaratıklara karşı, iletişim açısından yapılacak şey de sınırlıdır. Susmak bunlardan bir tanesidir..
Benim de böyle bir-iki sapığım var. Söylemekten neden çekineyim; Google’da ‘Hitiniz’ 123.000’i aşarsa, TV’de program yapar ve günlük gazetede köşe yazarsanız, ‘Algılama Yönetimi’ diye 470 sayfalık bir kitaba imza atmış, üniversitelerde hocalık yapıyorsanız, üç iletişim şirketinin ana ortağı iseniz, bu şirketler Türkiye’nin en büyüklerinden 100’den fazlasına hizmet veriyorsa, iletişim danışmanlığı işinden çok verdiğiniz konferanslardan para kazanıyorsanız, tabii ki sapıklarınız olacak.. Benim gibi ya da benden çok daha fazla ve pek çok farklı alanda katkılarını kanıtlamış olup da tepesini attıracak kadar sapığı bulunanların da iletişim açısından yapacakları tek şey ‘susmak’tır.
Kızsanız bile susmak. Çevrenizde, adaleti kaba kuvvetle yerine getirmek için sabırsızlananları sakinleştirmek. Gazetelerin üçüncü sayfalarına haber olmak için yırtınan bu e-şerefsizlerin oyununa gelmemek.. Ve internette sahibi açıkça belirtilmemiş hiçbir yazıya itibar etmemek. Belki İnternet Medyası Derneği gibi kuruluşların bir şeyler yapmasını, örneğin yazarı belli olmayan yazı yayınlamayı reddetmesini ya da kendilerini büyük yayın kuruluşlarının içinde gibi göstermeye çalışan bu sitelere yayın gruplarının tavır koymalarını beklemek.. Ya da Shakespeare'in uyarısına kulak verip ‘Ruhlarımıza sahip çıkmakla’ yetinmek.
Siz hangi pencereden bakıyorsunuz?
Her şey doğru. Hiçbir sorun yok. Hisarcıklıoğlu operasyonu tamamdır yani.. Olayı üstlenmesi de.. Ofsayttan gole kadar.. Rifat Bey ille de spor ile ilgili bir metafor çıkarmak istediyse, keşke “Arkalarına dolandık, iki puanı aldık” falan deseymiş..
Gol neden gayrı nizami olsun ki? Onlara göre ofsayt. Bize göre değil ki. Biz tanımıyor muyuz KKTC’yi, Talat’ı? Eee, neden Talat veremiyormuş Formula 1 birincisine ödülünü? Haa, ‘emrivaki’ imiş.. ‘Oldu bitti’ye getirilmiş. Onların anladığı dilde de söyleyelim: “Fait a complis!” Ya da spora siyaset katmışız?
Batılıların yaptığı her iş emrivaki değil mi? Irak harekâtında hangi dünyanın onayı, rızası var?.. Küresel ısınmayı umursamamak, Rio Konferansı’nı terk etmek, Kyoto’yu imzalamamak, oldu bitti değil mi? Bir çırpıda 300 tane sayarım emrivaki olayı.. Hele spora siyasetin karıştırıldığı binlercesini.. Başka ne karıştırılır ki spora zaten. Onlar alışıktır bu tür numaralara. Bir tane de bizden. Helal olsun Rifat Bey..
Şimdi sorumluların yapması gereken işi idare edip ortada top çevirmektir. “Vah biz ne büyük halt ettik”, diye yakınıp el alemin eline koz vermek değil. Çünkü ortada halt edilmiş bir durum yoktur. Tabii ‘aramızdaki İrlandalılar’ gibi Kıbrıs meselesine onların penceresinden bakmadıkça..
Böyle durumlarda Shakespeare’in Othello’sundaki Iago'yu hatırlarım. Hani derler ya, "Eğer Othello Iago'nun yalanlarına inanmayacak kadar sağduyu gösterebilseydi ne karısını ne de kendisini öldürürdü"...
Son sahnede kılıç darbesini yiyip de "Yaralandım efendim ama ölmedim" diyen Iago! Gerçekten de onlar yaralanabilir ama ölmezler. Ne diyordu Shakespeare: "Iago yaşıyor! Şeytan aramızda! Hey! Evinize, ceplerinize, ailenize göz kulak olun. Duydunuz mu; şeytan aramızda! Sahip olun ruhlarınıza!"
Peter Schaffer’in Amadeus’undaki Salieri'lerden, Hitler’in Göbels’inden ya da Stalin’in Beria’sından, ‘İçimizdeki İrlandalılar’dan veya bir başka deyişle "mutlak kötüler"den korunacak kadar sağduyu sahibi olabilmek kolay iş değil.
Öncelikle onları iyi tanımak lazım. Sınırsız kötülük gücüne sahip olsalar da kendilerini ele verebilirler. Günümüzde şerefsizlerin kendi aralarında ikiye ayrıldığını söylemek mümkün: Analog şerefsizler ve e-şerefsizler. Analog şerefsizlere en iyi örnek Asterix’de vardır: ‘Destructivus’ (Yıkıcı)... Fransızca orijinalinde adı ‘Detritus’ (Pislik, Atık) olan tiplemeye Türkçe’de verilmiş olan ad da bence mükemmeldir: Fitnefücurus.. Analog şerefsizleri tanırsınız. Her şirkette bir iki tane bulunur. Kıskançlık, onun bunun ayağını kaydırma, sıradan davranışlardır bunlar için.. Ortalıktadırlar. Adlarını falan gizlemezler. Sadece hedeflerini gizlerler. Onları ‘yediğiniz’ ölçüde geleceğiniz ve ilişkileriniz üzerinde etkili olurlar..
Bir de e-şerefsizler vardır. Bunları türlerinin en adileri olarak görmenizde yarar var. Çünkü Iago, Salieri, Göbels, Beria gibi bilinen bir isimleri yoktur. Bazen isimlerini hiçbir zaman bulamayacağınız bu alçaklar karşısında teknoloji bile bazen çaresiz kalır. Elektronik ortamın özgürlüğünden kendi şerefsizlikleri adına yararlanırlar. Adlarını açıklayacak yürekleri yoktur.
Bu e-şerefsizlere sayfalarında yer veren siteler de analog şerefsiz türüne girerler. Çünkü küçük bir araştırmayla bunların kim olduğunu bulabilirsiniz. Bu türden olanları savcılığa vererek biraz olsun yıldırmak mümkündür, oysa diğerlerini yasal yoldan susturmak zordur.. Çünkü yasal zeminde hareket etmezler. Kötülüğü Makyavelist amaçlarla değil, çıkar mıkar beklemeden bizzat "kötülük etmek için" yapan bu sinsi yaratıklara karşı, iletişim açısından yapılacak şey de sınırlıdır. Susmak bunlardan bir tanesidir..
Benim de böyle bir-iki sapığım var. Söylemekten neden çekineyim; Google’da ‘Hitiniz’ 123.000’i aşarsa, TV’de program yapar ve günlük gazetede köşe yazarsanız, ‘Algılama Yönetimi’ diye 470 sayfalık bir kitaba imza atmış, üniversitelerde hocalık yapıyorsanız, üç iletişim şirketinin ana ortağı iseniz, bu şirketler Türkiye’nin en büyüklerinden 100’den fazlasına hizmet veriyorsa, iletişim danışmanlığı işinden çok verdiğiniz konferanslardan para kazanıyorsanız, tabii ki sapıklarınız olacak.. Benim gibi ya da benden çok daha fazla ve pek çok farklı alanda katkılarını kanıtlamış olup da tepesini attıracak kadar sapığı bulunanların da iletişim açısından yapacakları tek şey ‘susmak’tır.
Kızsanız bile susmak. Çevrenizde, adaleti kaba kuvvetle yerine getirmek için sabırsızlananları sakinleştirmek. Gazetelerin üçüncü sayfalarına haber olmak için yırtınan bu e-şerefsizlerin oyununa gelmemek.. Ve internette sahibi açıkça belirtilmemiş hiçbir yazıya itibar etmemek. Belki İnternet Medyası Derneği gibi kuruluşların bir şeyler yapmasını, örneğin yazarı belli olmayan yazı yayınlamayı reddetmesini ya da kendilerini büyük yayın kuruluşlarının içinde gibi göstermeye çalışan bu sitelere yayın gruplarının tavır koymalarını beklemek.. Ya da Shakespeare'in uyarısına kulak verip ‘Ruhlarımıza sahip çıkmakla’ yetinmek.
Siz hangi pencereden bakıyorsunuz?
Her şey doğru. Hiçbir sorun yok. Hisarcıklıoğlu operasyonu tamamdır yani.. Olayı üstlenmesi de.. Ofsayttan gole kadar.. Rifat Bey ille de spor ile ilgili bir metafor çıkarmak istediyse, keşke “Arkalarına dolandık, iki puanı aldık” falan deseymiş..
Gol neden gayrı nizami olsun ki? Onlara göre ofsayt. Bize göre değil ki. Biz tanımıyor muyuz KKTC’yi, Talat’ı? Eee, neden Talat veremiyormuş Formula 1 birincisine ödülünü? Haa, ‘emrivaki’ imiş.. ‘Oldu bitti’ye getirilmiş. Onların anladığı dilde de söyleyelim: “Fait a complis!” Ya da spora siyaset katmışız?
Batılıların yaptığı her iş emrivaki değil mi? Irak harekâtında hangi dünyanın onayı, rızası var?.. Küresel ısınmayı umursamamak, Rio Konferansı’nı terk etmek, Kyoto’yu imzalamamak, oldu bitti değil mi? Bir çırpıda 300 tane sayarım emrivaki olayı.. Hele spora siyasetin karıştırıldığı binlercesini.. Başka ne karıştırılır ki spora zaten. Onlar alışıktır bu tür numaralara. Bir tane de bizden. Helal olsun Rifat Bey..
Şimdi sorumluların yapması gereken işi idare edip ortada top çevirmektir. “Vah biz ne büyük halt ettik”, diye yakınıp el alemin eline koz vermek değil. Çünkü ortada halt edilmiş bir durum yoktur. Tabii ‘aramızdaki İrlandalılar’ gibi Kıbrıs meselesine onların penceresinden bakmadıkça..