Şike sadece futbolun tekelinde mi?
27 TEMMUZ 2011
Birbirlerinden tamamen farklı olan iki süreçtir: İlişki ve iletişim… Bu iki alanda birden ustalaşmayı başarabilmiş her meslekten insanda, görünenle yetinmeme, yüzeysellikten uzaklaşma, derine inme, sorgulama duygusu bir refleks haline gelir... Bunları oradan tanırsınız…
Cinayetlerin izini süren emniyet görevlisini kolay kolay kan tutmaması gibi bir duygudur bu... Odaklandıkları olayı, halka halka saran tüm anlam daireleri ile birlikte görmeye çalışan bir bakış açısı ediniverirler ve radarları, kendi halinde akıp gidenle bu akışa ‘müdahil’ olanı hemen birbirinden ayırıverir. Fili dokunarak tarif eden körlerden iletişimcileri ayıran en önemli özellik de budur aslında.
Sevgili Salim Kadıbeşegil’in bir iletişim ustası olarak antenlerini “şike” olgusu üzerinde nasıl dolaştırdığını ‘okurken’, cinayet mekânında dolaşırken ‘kan tutmayan’ detektifler geldi aklıma…
Salim, meseleye bakılması gerektiği yerden, tersinden ve uzağından bakmaya başlayarak, “olan bitenin genel gerçekliği” içinde özel bir olayı, şike meselesini dışarıdan kuşatan tüm boyutlarıyla görme hünerini göstermiş. Şike’nin kapsama alanı geniş ve tüm bir Hollywood serisi halinde bakıldığında her birinin temasına uygun örnek filmler bulabileceğimiz o “kategorilerini” bakın Kadıbeşegil nasıl tek tek bulup çıkarmış:
“Kitle imha silahları şikesiyle ülkeler işgal edilebilir… İsviçre banka hesapları şike köprüsüyle diktatörlere kendi halklarını yoksullaştırma izni verilir, kendi halkına silah çektirilir… Temiz enerji şikesiyle nükleer santraller dayatılır, atıklarını gelecek kuşakların yemek masalarına meze yapması istenir… Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) şikesi ile tarım katledilir… Wall Street şikesiyle yatırımcılar batırılır… Amerikan doları şikesiyle karşılığı olmayan trilyonlarca dolar basılır... “Delege” şikeleriyle demokrasi yönetilir… Terörün kökünün kazınması şikesiyle binlerce faili meçhul cinayet dosyası adliye raflarına dizilir… İmar şikeleri ile kentler dönüştürülür… İhale şikeleri ile ticaret yönetilir… Altın çıkaracağız şikesi ile siyanürlü su içirilir… Baraj şikesi ile dereler, ırmaklar suya muhtaç edilir… İnsan hakları şikesi ile insan haksızlıkları destanları yazılır… Kurumsal Sosyal sorumluluk şikesi ile sorumsuzlukların üzerine battaniye örtülür… Şike, şikesi ile şikelenmiş yaşamlar oluşturulur… Yaşam, “şaka” mı, “şike” mi kafamız karıştırılır! Sanki sadece futbolun tekelindeymiş gibi algılatılır…” (www.salimkadibesegil.com.)
Onlar saklandıkları yerdeler...
“Bir gün tam bir insansın. Sonra ansızın eksiliyorsun ve o eksik parçanın nereye gittiğini merak ediyorsun? Bir yerlere saklanmış da çıkacak gibi. O parça belki günün birinde gelir diyorsun. Ama bir de bakıyorsun gitmiş işte…”
Ellili yılların sonunda ABD’nin reklam dünyasını olağanüstü çarpıcı bir senaryoyla beynimizin önüne seren Mad Men adlı dizinin 2. sezon finalinde metin yazarı Peggy Olson rolündeki Elisabeth Moss’un muhteşem tiradlarından biridir bu.
Bana kalırsa “aşk acısı”na dair yazılan en muhteşem betimlemelerden biri olabilir...
Bitmez sanılan aşk acılarını unutmasanız da ardınızda bırakmanız belki mümkündür de, artık hayatta olmasalar bile ‘günün birinde gelir’ diye beklemekten umudunuzu yitirmediğiniz, hayatiyetini siz yaşadıkça yanınızda hissettiğiniz ‘dostlukların’ sizden geride kalması olanaksız. Onlar her daim önünüzdedir ve hayaletleriyle yolunuza eşlik etmeye devam eder.
Reklam dünyasından bir dizinin muhteşem tiradıyla, 30 Haziran 2004’de kaybettiğimiz sevgili dostum Ali Tara’ya, eski günlerin özlemiyle ve ‘saklandığı’ yere ulaşması umuduyla bir göz kırpmak istedim.
Yanınızda olmasalar da soluklarını hissederek dolaşabileceğimiz dostlarınız varsa, emin olun ki bu dünyada olmasalar bile onlar için de, sizin için de hayat uzundur...
Cinayetlerin izini süren emniyet görevlisini kolay kolay kan tutmaması gibi bir duygudur bu... Odaklandıkları olayı, halka halka saran tüm anlam daireleri ile birlikte görmeye çalışan bir bakış açısı ediniverirler ve radarları, kendi halinde akıp gidenle bu akışa ‘müdahil’ olanı hemen birbirinden ayırıverir. Fili dokunarak tarif eden körlerden iletişimcileri ayıran en önemli özellik de budur aslında.
Sevgili Salim Kadıbeşegil’in bir iletişim ustası olarak antenlerini “şike” olgusu üzerinde nasıl dolaştırdığını ‘okurken’, cinayet mekânında dolaşırken ‘kan tutmayan’ detektifler geldi aklıma…
Salim, meseleye bakılması gerektiği yerden, tersinden ve uzağından bakmaya başlayarak, “olan bitenin genel gerçekliği” içinde özel bir olayı, şike meselesini dışarıdan kuşatan tüm boyutlarıyla görme hünerini göstermiş. Şike’nin kapsama alanı geniş ve tüm bir Hollywood serisi halinde bakıldığında her birinin temasına uygun örnek filmler bulabileceğimiz o “kategorilerini” bakın Kadıbeşegil nasıl tek tek bulup çıkarmış:
“Kitle imha silahları şikesiyle ülkeler işgal edilebilir… İsviçre banka hesapları şike köprüsüyle diktatörlere kendi halklarını yoksullaştırma izni verilir, kendi halkına silah çektirilir… Temiz enerji şikesiyle nükleer santraller dayatılır, atıklarını gelecek kuşakların yemek masalarına meze yapması istenir… Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) şikesi ile tarım katledilir… Wall Street şikesiyle yatırımcılar batırılır… Amerikan doları şikesiyle karşılığı olmayan trilyonlarca dolar basılır... “Delege” şikeleriyle demokrasi yönetilir… Terörün kökünün kazınması şikesiyle binlerce faili meçhul cinayet dosyası adliye raflarına dizilir… İmar şikeleri ile kentler dönüştürülür… İhale şikeleri ile ticaret yönetilir… Altın çıkaracağız şikesi ile siyanürlü su içirilir… Baraj şikesi ile dereler, ırmaklar suya muhtaç edilir… İnsan hakları şikesi ile insan haksızlıkları destanları yazılır… Kurumsal Sosyal sorumluluk şikesi ile sorumsuzlukların üzerine battaniye örtülür… Şike, şikesi ile şikelenmiş yaşamlar oluşturulur… Yaşam, “şaka” mı, “şike” mi kafamız karıştırılır! Sanki sadece futbolun tekelindeymiş gibi algılatılır…” (www.salimkadibesegil.com.)
Onlar saklandıkları yerdeler...
“Bir gün tam bir insansın. Sonra ansızın eksiliyorsun ve o eksik parçanın nereye gittiğini merak ediyorsun? Bir yerlere saklanmış da çıkacak gibi. O parça belki günün birinde gelir diyorsun. Ama bir de bakıyorsun gitmiş işte…”
Ellili yılların sonunda ABD’nin reklam dünyasını olağanüstü çarpıcı bir senaryoyla beynimizin önüne seren Mad Men adlı dizinin 2. sezon finalinde metin yazarı Peggy Olson rolündeki Elisabeth Moss’un muhteşem tiradlarından biridir bu.
Bana kalırsa “aşk acısı”na dair yazılan en muhteşem betimlemelerden biri olabilir...
Bitmez sanılan aşk acılarını unutmasanız da ardınızda bırakmanız belki mümkündür de, artık hayatta olmasalar bile ‘günün birinde gelir’ diye beklemekten umudunuzu yitirmediğiniz, hayatiyetini siz yaşadıkça yanınızda hissettiğiniz ‘dostlukların’ sizden geride kalması olanaksız. Onlar her daim önünüzdedir ve hayaletleriyle yolunuza eşlik etmeye devam eder.
Reklam dünyasından bir dizinin muhteşem tiradıyla, 30 Haziran 2004’de kaybettiğimiz sevgili dostum Ali Tara’ya, eski günlerin özlemiyle ve ‘saklandığı’ yere ulaşması umuduyla bir göz kırpmak istedim.
Yanınızda olmasalar da soluklarını hissederek dolaşabileceğimiz dostlarınız varsa, emin olun ki bu dünyada olmasalar bile onlar için de, sizin için de hayat uzundur...