Şimdi ‘racon’ kesme zamanı
01 Haziran 2005 - Marketing Türkiye
Geçen ay iletişim sektörü ders alınacak iki olayı konuştu. Birincisi Assist İletişim Danışmanlığı firmasının medyaya gönderdiği ve bir anda bütün sektöre yayılan bir e-posta mesajı ile başladı. PR ajansı, mesajda itibarlarını zedelediği gerekçesi ile müşterileri Nelson ile ilişkilerine son verdiklerini belirtiyordu.
İkinci olay ise, Lajans Tanıtım ve çalışanlar adına Reklamcılar Derneği Başkanı Jefi Medina’ya yazılmış ve kopyaları medyaya yollanmış olan bir mektupla patlak verdi. Lajans mektubunda TBWA ajansını müşterilerine bir tür “ahlaksız teklifte” bulunmakla suçluyordu.
Assist’in durumunda bir ölçüde haklılık payı olabilirdi. Çünkü ajans yöneticilerinin geçen sayı Marketing Türkiye’ye verdikleri bilgiye göre, Nelson durduk yerde, Assist’e haber vermeden bir başka PR şirketiyle de çalışmaya başlamıştı. Medyaya iki PR şirketinden birden bülten ve bilgi gidiyordu. Bu da onları zor durumda bırakmıştı.
Keşke Assist medyaya ilk bilgiyi geçerken arka planda olan biteni de anlatsaydı. Sadece “itibarımız zedelendi” denmesi; başta bu satırların yazarı, pek çok kişide, müşterisini medyaya şikâyet eden şirket algısı yarattı.
“Sorsalardı söylerdik”le olmayacağını; proaktif yaklaşımın öncelikle aksiyon alan tarafa ait bir sorumluluk olduğunu 13 yıllık bir şirket olarak yine en iyi onların bilmesi gerekirdi.
İçine düşürüldükleri durumu ve mağduriyetlerini daha uygun bir dille anlatabilselerdi, her zaman mağdurdan yana tavır alan ‘insanımız’ karşısında çok daha iyi bir yer tutar, kendi ayaklarına kurşun sıkmamış olurlar, hatta bu bâdireden güçlenerek çıkabilirlerdi.
İkinci olay en az birincisi kadar garip. Yine ‘müşteri – iki ajans üçgeni’ yaratılmış. Olay müşterinin ‘uyanık’ ve ‘fırsatçı’ bir yaklaşımı gibi gösterilmiş. Bu kez kendisine etik davranılmadığını iddia eden bir reklam ajansı: Lajans. Reklamcılar Derneği’ne yazdıkları ve medyaya da gönderdikleri ‘şikâyet mektubunda’ özetle şöyle demişler:
“...27 Nisan 2005 Çarşamba akşamı reklam hizmeti verdiğimiz, isminden logosuna, lansmanına kadar her şeyi ile ilgilendiğimiz müşterimiz olan Vanucci’den şöyle bir telefon aldık: ‘Gazetelerde bazı ilanlar göreceksiniz, sakın şaşırmayın. TBWA, Fransa Cannes Reklam Festivali için 3 adet gazete ilanı çalışmış, bizden rica ettiler. ‘Bir tur yayımlayabilir miyiz?’ dediler. Biz de uygun gördük, ücretsiz gazetede çıkacak haberiniz olsun...’
...Tarafımızdan Vanucci’ye önerilen fotoğraf sanatçısı Sayın Süleyman Kaçar aynı zamanda BEKO markasının da fotoğraflarını çekmektedir. TBWA tarafından BEKO markasına sunulan ilanlar beğenilmemiş ve doğru bulunmamış, bunun üzerine TBWA, konseptin boşa gitmemesi ve ‘kesin ödül kazanacakları’ düşüncesiyle Sayın Süleyman Kaçar sayesinde Vanucci ile iletişime geçmişler.
...Araştırmalar sonucunda müşterilerimiz için oluşturduğumuz stratejilerin, gece gündüz çalışarak yarattığımız konseptlerin, Türkiye’ye bir marka daha kazandırmaya çalışmanın emeği, heyecanı bu kadar ucuz olmamalı.
Her ne kadar TBWA tarafından müşterimizin hatalı olduğu dayatılmaya çalışılsa da, sizin de bildiğiniz gibi Türkiye’deki çoğu firmanın reklamcılık bilinci tam oluşmadı, öğrenme süreci devam ediyor.
...Lajans olarak bu olay sonrası müşterimiz olan Vanucci’ye tarafımızdan gerekli tepki gösterilmiştir. Sektörümüzde bu tip haksız ve yanlış rekabet örneklerinin bir daha yaşanmaması için sizin de konuyu dernek bünyesinde gündeme getireceğinize ve ilgili ajanstan savunma isteyeceğinize, gerekli girişimlerde bulunacağınıza inancımız yüksek.”
Vanucci’den Reklam ve Halkla İlişkiler Müdür Yardımcısı Barış Ekinci ve TBWA’in Başkanı Cem Topçuoğlu ile görüştüm. Ekinci, bu olayda büyütülecek bir şey olmadığını, TBWA’in teklifinin, yani markalarının uluslararası bir yarışmaya taşınmasının hem de gazetede bedava yayınlanmasının bir zararını görmediklerini söyledi. Bir de medya açıklaması gönderdi. Açıklamada şöyle deniyor:
“Şirketimiz, Lajans ile çalışmakta olup, hazırladığı ilanları Sabah ve Hürriyet gazetelerinde neşretmiştir. TBWA / İstanbul’un uluslararası yarışmalara göndermek için hazırladığı ilanları Milliyet gazetesinde neşretmesinde tarafımızca bir sakınca görülmemiştir. Bu konuda Lajans yetkililerine zamanında tarafımızdan bilgi verilmiş, TBWA / İstanbul’a da neşir için onay verilmiştir.
Reklamveren ve ajans arasındaki bir konunun gereksiz yere Reklamcılar Derneği’nin gündemine getirilmesine ve medyaya yansıtılmak istenmesine bir anlam verememekteyiz.”
Cem Topçuoğlu ise rekabetçi sistemin gereği ajansların başka ajansların müşterilerine teklif götürmelerinin son derece doğal olduğu bir ortamda, kesinlikle böyle bir niyetleri olmadan, sadece ellerindeki başarılı bir işe uluslararası bir ödül olasılığı sağlamak için hayatiyet kazandırılması adına yapılmış bu girişimin hiç kimseye ve etik kodlara ters olamayacağını söyledi.
Şimdi mesleki kuruluşların ‘racon’ kesmesi lazım. Birinci hadisede İDA (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) ve/veya TÜHİD’in (Türkiye Halkla İlişkiler Deneği), ikinci olayda ise Reklamcılar ve Reklamverenler Derneklerinin... Bu iki konuda görüş bildirilmesi sektörde bu tür olaylarda özellikle gençlerin kendilerini kafası kesik tavuk gibi hissetmelerini engeller. Ne şiş yansın ne kebap tavrı ile susmak ise, kimseye yarar sağlamaz, kaosa hizmet eder.
Tartışılıyor olmak iyidir
Sıradan, hiç kimsenin özel dikkatini çekmeyen iletişim etkinlikleri medyanın da ilgisini çekmez. Bu nedenle tartışmalı işler yapabilen ajans ve şirketler sadece hedef kitlelerinin değil medyanın da ilgi odağına otururlar. Reklamın doğru olup olmadığı tartışmasını bir kenara bırakacak olursak, farklılık yaratmak da ancak böyle iletişim yaklaşımlarıyla mümkün olabilir.
Avea’nın son reklamları da bu türe girer. Hem Tarkan’ın rol aldığı kampanya, hem de Selo giysili yöneticilerle Turkcell’i hicvettikleri reklam üzerine şimdiden sektör bol bol tartışıyor. Aslında kendilerinden çok Tarkan’ın reklamını yaptıkları sanılsa da Avea sanatçıyla iki yıllığına yaptığı anlaşma ile işin PR yanını alabildiğine kullanacağına inanıyor. Olur mu, olur. Bu arada konuya bir okurumuz da görüş getirmiş. Ramazan Sarıbaş e-posta mesajında şöyle demiş:
“Avea'nın Nisan ayında 1 milyon hat sattığı söyleniyor. Bu hatların büyük çoğunluğu öğrenciler tarafından alınmış. Bunda hiç kuşkusuz yeni tarifeler çok etkili. Nisan ayında Avea'nın yayınladığı reklamlara bakarsak ne Tarkan var, ne de başka bir ünlü. Sadece seslendirmeleri Mehmet Ali Erbil yapmış.
Avea’nın daha fazla hat satabilmesi için fiyatları biraz daha aşağı çekip yeni tarifeler sunması yeterli olurdu. Avea reklamlarında Tarkan'ı oynatarak imajına katkı sağlamak ve hattını kullanan müşterilerin satın alma sonrasında ortaya çıkabilecek pişmanlıklarını en aza indirmek istiyor.”
Okurumuz, Tarkan kampanyasının sadece itibara hizmet edebileceğini, Avea’nın fiyat rekabeti ile satış başarısını zaten elde edebileceğini vurguluyor ve Tarkan’a boşuna para verildiğini ima ediyor.
Günümüzde fiyat rekabeti önemli ama bir de “premium price” denen bir olay var. Yani itibarı ve markanın değerini yükselterek aynı hizmeti daha yüksek fiyata satma stratejisi. Avea buraya da oynamaya karar vermiş. Bizce de doğru yapmış. Yakında yeni oyuncular gelebilir. Fiyatı düşürmenin sonu yok...
Medya çağ atlıyor
O zamanlar dergi yayıncılığı yapıyordum. Önce Karacan Yayınları, sonrasında Sabah dergi grubu ve nihayet Güneş Yayınları’nda yöneticilik yaptım. 1980’lerin ortasında ABD’de ve İngiltere’deki ABC’yi (Tiraj Denetleme Kurulu) ilk keşfettiğimde pek bir heyecanlanmıştım. Türkiye’de gazete ve dergilerin tiraj bilgilerinin alınabileceği tüm kamuoyuna açık bir bilgi merkezi yoktu. Herkes tabiri amiyane ile ‘kafasına göre takılıyor’, ortada uçuk kaçık tiraj rakamları dolanıyordu... Özellikle de reklam pazarlama servisleri, yayınların tirajlarıyla ilgili, akıllara durgunluk verecek rakamlar telaffuz ediyorlardı...
Çocukçu bir saflıkla kaleme kâğıda sarılmış ABD’deki merkeze bir yazı yazmıştım. “Yayınevi olarak bunu Türkiye’de kurmak istiyoruz. Bize temsil yetkisi verir misiniz!”... Cahil cesaretimin yanısıra biraz da FIPP (Uluslararası Periodik Yayınlar Federasyonu) üyesi olmam beni yüreklendirmişti...
Amerika’dan cevap gelince pek bir utanmıştım. Adamlar bu işin tek kişilik kahramanlıklarla hallolmayacağını, ancak tüm sektörün bir araya gelmesiyle kurulacak bir yapının bu işin üstesinden gelebileceğini, bunun da uzun ve zahmetli bir yol olduğunu münasip bir dille anlatmışlardı...
Türkiye’nin büyük holdinglerinden birinin patronunun internetin popüler olmaya başladığı yıllarda, “Nerede şu internetin merkezi kardeşim, gidip şuna bir teklif verip satın alalım!” dediği söylenir. Ben de bir anda kendimi o patronun durumuna düşürüvermiştim. Daha fazla rezil olmamak için o gün bugün kimselere bu muhteşem girişimimden söz etmedim...
Şimdi bu işin hallolduğunu öğrendik. Başta Sabah ve Doğan Grubu geniş bir sektörel uzlaşma sağlanmış. ABC Türkiye Tiraj Denetleme Kurulu kurulmuş ve IFABC’nin (Tiraj Denetim Kurullarının Uluslararası Federasyonu - International Federation of Audit Bureaux of Circulation) onayı da alınmış. 1 Haziran’da faaliyete geçiyorlarmış. Yönetim ve üye sayıları şöyle oluşmuş: Reklamcılar Derneği (3), Reklamverenler Derneği (3), Doğan Dağıtım (1), Merkez Dağıtım (1), Hürriyet Gazetesi(1), Sabah Gazetesi (1), Atlas Dergisi (1), Yeni Aktüel Dergisi (1), Akşam Gazetesi (1), Zaman Gazetesi (1), Vatan Dergi Grubu (1).
Türkiye reklam ve medya sektöründe iyi şeyler oluyor. Önce reklamda etkiliği ödüllendiren Effie Türkiye’ye geldi; şimdi de ABC. Batı’da kuruluşlarından Effie 36 yıl, ABC 91 yıl sonra... Olsun; geldiler ya... Şimdi reklam veren başta olmak üzere için çok daha güvenli bir ölçümleme ortamı oluşacak. Emeği geçen herkesi kutluyorum. Heyecanla, benzeri bilgilere internetten ulaşabileceğimiz günü bekliyorum.
İkinci olay ise, Lajans Tanıtım ve çalışanlar adına Reklamcılar Derneği Başkanı Jefi Medina’ya yazılmış ve kopyaları medyaya yollanmış olan bir mektupla patlak verdi. Lajans mektubunda TBWA ajansını müşterilerine bir tür “ahlaksız teklifte” bulunmakla suçluyordu.
Assist’in durumunda bir ölçüde haklılık payı olabilirdi. Çünkü ajans yöneticilerinin geçen sayı Marketing Türkiye’ye verdikleri bilgiye göre, Nelson durduk yerde, Assist’e haber vermeden bir başka PR şirketiyle de çalışmaya başlamıştı. Medyaya iki PR şirketinden birden bülten ve bilgi gidiyordu. Bu da onları zor durumda bırakmıştı.
Keşke Assist medyaya ilk bilgiyi geçerken arka planda olan biteni de anlatsaydı. Sadece “itibarımız zedelendi” denmesi; başta bu satırların yazarı, pek çok kişide, müşterisini medyaya şikâyet eden şirket algısı yarattı.
“Sorsalardı söylerdik”le olmayacağını; proaktif yaklaşımın öncelikle aksiyon alan tarafa ait bir sorumluluk olduğunu 13 yıllık bir şirket olarak yine en iyi onların bilmesi gerekirdi.
İçine düşürüldükleri durumu ve mağduriyetlerini daha uygun bir dille anlatabilselerdi, her zaman mağdurdan yana tavır alan ‘insanımız’ karşısında çok daha iyi bir yer tutar, kendi ayaklarına kurşun sıkmamış olurlar, hatta bu bâdireden güçlenerek çıkabilirlerdi.
İkinci olay en az birincisi kadar garip. Yine ‘müşteri – iki ajans üçgeni’ yaratılmış. Olay müşterinin ‘uyanık’ ve ‘fırsatçı’ bir yaklaşımı gibi gösterilmiş. Bu kez kendisine etik davranılmadığını iddia eden bir reklam ajansı: Lajans. Reklamcılar Derneği’ne yazdıkları ve medyaya da gönderdikleri ‘şikâyet mektubunda’ özetle şöyle demişler:
“...27 Nisan 2005 Çarşamba akşamı reklam hizmeti verdiğimiz, isminden logosuna, lansmanına kadar her şeyi ile ilgilendiğimiz müşterimiz olan Vanucci’den şöyle bir telefon aldık: ‘Gazetelerde bazı ilanlar göreceksiniz, sakın şaşırmayın. TBWA, Fransa Cannes Reklam Festivali için 3 adet gazete ilanı çalışmış, bizden rica ettiler. ‘Bir tur yayımlayabilir miyiz?’ dediler. Biz de uygun gördük, ücretsiz gazetede çıkacak haberiniz olsun...’
...Tarafımızdan Vanucci’ye önerilen fotoğraf sanatçısı Sayın Süleyman Kaçar aynı zamanda BEKO markasının da fotoğraflarını çekmektedir. TBWA tarafından BEKO markasına sunulan ilanlar beğenilmemiş ve doğru bulunmamış, bunun üzerine TBWA, konseptin boşa gitmemesi ve ‘kesin ödül kazanacakları’ düşüncesiyle Sayın Süleyman Kaçar sayesinde Vanucci ile iletişime geçmişler.
...Araştırmalar sonucunda müşterilerimiz için oluşturduğumuz stratejilerin, gece gündüz çalışarak yarattığımız konseptlerin, Türkiye’ye bir marka daha kazandırmaya çalışmanın emeği, heyecanı bu kadar ucuz olmamalı.
Her ne kadar TBWA tarafından müşterimizin hatalı olduğu dayatılmaya çalışılsa da, sizin de bildiğiniz gibi Türkiye’deki çoğu firmanın reklamcılık bilinci tam oluşmadı, öğrenme süreci devam ediyor.
...Lajans olarak bu olay sonrası müşterimiz olan Vanucci’ye tarafımızdan gerekli tepki gösterilmiştir. Sektörümüzde bu tip haksız ve yanlış rekabet örneklerinin bir daha yaşanmaması için sizin de konuyu dernek bünyesinde gündeme getireceğinize ve ilgili ajanstan savunma isteyeceğinize, gerekli girişimlerde bulunacağınıza inancımız yüksek.”
Vanucci’den Reklam ve Halkla İlişkiler Müdür Yardımcısı Barış Ekinci ve TBWA’in Başkanı Cem Topçuoğlu ile görüştüm. Ekinci, bu olayda büyütülecek bir şey olmadığını, TBWA’in teklifinin, yani markalarının uluslararası bir yarışmaya taşınmasının hem de gazetede bedava yayınlanmasının bir zararını görmediklerini söyledi. Bir de medya açıklaması gönderdi. Açıklamada şöyle deniyor:
“Şirketimiz, Lajans ile çalışmakta olup, hazırladığı ilanları Sabah ve Hürriyet gazetelerinde neşretmiştir. TBWA / İstanbul’un uluslararası yarışmalara göndermek için hazırladığı ilanları Milliyet gazetesinde neşretmesinde tarafımızca bir sakınca görülmemiştir. Bu konuda Lajans yetkililerine zamanında tarafımızdan bilgi verilmiş, TBWA / İstanbul’a da neşir için onay verilmiştir.
Reklamveren ve ajans arasındaki bir konunun gereksiz yere Reklamcılar Derneği’nin gündemine getirilmesine ve medyaya yansıtılmak istenmesine bir anlam verememekteyiz.”
Cem Topçuoğlu ise rekabetçi sistemin gereği ajansların başka ajansların müşterilerine teklif götürmelerinin son derece doğal olduğu bir ortamda, kesinlikle böyle bir niyetleri olmadan, sadece ellerindeki başarılı bir işe uluslararası bir ödül olasılığı sağlamak için hayatiyet kazandırılması adına yapılmış bu girişimin hiç kimseye ve etik kodlara ters olamayacağını söyledi.
Şimdi mesleki kuruluşların ‘racon’ kesmesi lazım. Birinci hadisede İDA (İletişim Danışmanlığı Şirketleri Derneği) ve/veya TÜHİD’in (Türkiye Halkla İlişkiler Deneği), ikinci olayda ise Reklamcılar ve Reklamverenler Derneklerinin... Bu iki konuda görüş bildirilmesi sektörde bu tür olaylarda özellikle gençlerin kendilerini kafası kesik tavuk gibi hissetmelerini engeller. Ne şiş yansın ne kebap tavrı ile susmak ise, kimseye yarar sağlamaz, kaosa hizmet eder.
Tartışılıyor olmak iyidir
Sıradan, hiç kimsenin özel dikkatini çekmeyen iletişim etkinlikleri medyanın da ilgisini çekmez. Bu nedenle tartışmalı işler yapabilen ajans ve şirketler sadece hedef kitlelerinin değil medyanın da ilgi odağına otururlar. Reklamın doğru olup olmadığı tartışmasını bir kenara bırakacak olursak, farklılık yaratmak da ancak böyle iletişim yaklaşımlarıyla mümkün olabilir.
Avea’nın son reklamları da bu türe girer. Hem Tarkan’ın rol aldığı kampanya, hem de Selo giysili yöneticilerle Turkcell’i hicvettikleri reklam üzerine şimdiden sektör bol bol tartışıyor. Aslında kendilerinden çok Tarkan’ın reklamını yaptıkları sanılsa da Avea sanatçıyla iki yıllığına yaptığı anlaşma ile işin PR yanını alabildiğine kullanacağına inanıyor. Olur mu, olur. Bu arada konuya bir okurumuz da görüş getirmiş. Ramazan Sarıbaş e-posta mesajında şöyle demiş:
“Avea'nın Nisan ayında 1 milyon hat sattığı söyleniyor. Bu hatların büyük çoğunluğu öğrenciler tarafından alınmış. Bunda hiç kuşkusuz yeni tarifeler çok etkili. Nisan ayında Avea'nın yayınladığı reklamlara bakarsak ne Tarkan var, ne de başka bir ünlü. Sadece seslendirmeleri Mehmet Ali Erbil yapmış.
Avea’nın daha fazla hat satabilmesi için fiyatları biraz daha aşağı çekip yeni tarifeler sunması yeterli olurdu. Avea reklamlarında Tarkan'ı oynatarak imajına katkı sağlamak ve hattını kullanan müşterilerin satın alma sonrasında ortaya çıkabilecek pişmanlıklarını en aza indirmek istiyor.”
Okurumuz, Tarkan kampanyasının sadece itibara hizmet edebileceğini, Avea’nın fiyat rekabeti ile satış başarısını zaten elde edebileceğini vurguluyor ve Tarkan’a boşuna para verildiğini ima ediyor.
Günümüzde fiyat rekabeti önemli ama bir de “premium price” denen bir olay var. Yani itibarı ve markanın değerini yükselterek aynı hizmeti daha yüksek fiyata satma stratejisi. Avea buraya da oynamaya karar vermiş. Bizce de doğru yapmış. Yakında yeni oyuncular gelebilir. Fiyatı düşürmenin sonu yok...
Medya çağ atlıyor
O zamanlar dergi yayıncılığı yapıyordum. Önce Karacan Yayınları, sonrasında Sabah dergi grubu ve nihayet Güneş Yayınları’nda yöneticilik yaptım. 1980’lerin ortasında ABD’de ve İngiltere’deki ABC’yi (Tiraj Denetleme Kurulu) ilk keşfettiğimde pek bir heyecanlanmıştım. Türkiye’de gazete ve dergilerin tiraj bilgilerinin alınabileceği tüm kamuoyuna açık bir bilgi merkezi yoktu. Herkes tabiri amiyane ile ‘kafasına göre takılıyor’, ortada uçuk kaçık tiraj rakamları dolanıyordu... Özellikle de reklam pazarlama servisleri, yayınların tirajlarıyla ilgili, akıllara durgunluk verecek rakamlar telaffuz ediyorlardı...
Çocukçu bir saflıkla kaleme kâğıda sarılmış ABD’deki merkeze bir yazı yazmıştım. “Yayınevi olarak bunu Türkiye’de kurmak istiyoruz. Bize temsil yetkisi verir misiniz!”... Cahil cesaretimin yanısıra biraz da FIPP (Uluslararası Periodik Yayınlar Federasyonu) üyesi olmam beni yüreklendirmişti...
Amerika’dan cevap gelince pek bir utanmıştım. Adamlar bu işin tek kişilik kahramanlıklarla hallolmayacağını, ancak tüm sektörün bir araya gelmesiyle kurulacak bir yapının bu işin üstesinden gelebileceğini, bunun da uzun ve zahmetli bir yol olduğunu münasip bir dille anlatmışlardı...
Türkiye’nin büyük holdinglerinden birinin patronunun internetin popüler olmaya başladığı yıllarda, “Nerede şu internetin merkezi kardeşim, gidip şuna bir teklif verip satın alalım!” dediği söylenir. Ben de bir anda kendimi o patronun durumuna düşürüvermiştim. Daha fazla rezil olmamak için o gün bugün kimselere bu muhteşem girişimimden söz etmedim...
Şimdi bu işin hallolduğunu öğrendik. Başta Sabah ve Doğan Grubu geniş bir sektörel uzlaşma sağlanmış. ABC Türkiye Tiraj Denetleme Kurulu kurulmuş ve IFABC’nin (Tiraj Denetim Kurullarının Uluslararası Federasyonu - International Federation of Audit Bureaux of Circulation) onayı da alınmış. 1 Haziran’da faaliyete geçiyorlarmış. Yönetim ve üye sayıları şöyle oluşmuş: Reklamcılar Derneği (3), Reklamverenler Derneği (3), Doğan Dağıtım (1), Merkez Dağıtım (1), Hürriyet Gazetesi(1), Sabah Gazetesi (1), Atlas Dergisi (1), Yeni Aktüel Dergisi (1), Akşam Gazetesi (1), Zaman Gazetesi (1), Vatan Dergi Grubu (1).
Türkiye reklam ve medya sektöründe iyi şeyler oluyor. Önce reklamda etkiliği ödüllendiren Effie Türkiye’ye geldi; şimdi de ABC. Batı’da kuruluşlarından Effie 36 yıl, ABC 91 yıl sonra... Olsun; geldiler ya... Şimdi reklam veren başta olmak üzere için çok daha güvenli bir ölçümleme ortamı oluşacak. Emeği geçen herkesi kutluyorum. Heyecanla, benzeri bilgilere internetten ulaşabileceğimiz günü bekliyorum.