Şimdi ve her zaman ‘D.O.C.’ zamanı…
01 Eylül 2016 - Derin ekonomi
Milletçe çok büyük travma atlattık. ‘Posttravmatik Stres Bozukluğu’ dönemini de dolu dolu yaşadık. Ancak milletçe bir hayli hızlı toparlandık ve işimize odaklanmaya başladık. Dünya son derece hızlı dönüyor. Değişim akıl almaz boyutta. Bu değişime ayak uyduramayanların ayakta duramayacağıb ir rekabet ortamı içindeyiz. Ülke olarak hedeflerimiz var. Bütün bu hedeflere ulaşmamızı engellemeye çalışan ve bizi dört bir koldan saldıranlar var. Bütün bu ahval ve şerâitte dahi odağımızı kaybetmememiz gerekiyor…
Özellikle 80 sonrası ortaya çıkan ve biraz da kuşak sorunundan kaynakladığı sanılan üç alanda üç eksikliğimiz var. Sevgili dostum Y. Mim. Müh. Mehmet Koçak’ın deyişiyle “Neşeli cahiliye devri” döneminden bize miras kalan üç eksiklik şöyle sıralanıyor:
1. Derinlik; 2. Odaklanma; 3. Ciddiyet.
DOC diye de özetleyebileceğimiz üç gereklilikten biri eksik kaldı mı, bu üç alandan zaferle çıkanlar karşısında rekabetçi avantajı kaybetmek işten bile değildir.
Bu üç alanı kollamak için sadece bakmak ya da izlemek yetmez; okumak da gerekir. Hele de okutmak…
Okumak ve yukarıdaki üçlü arasında dolaysız bir bağ vardır. Eşyayı (şeyleri) ve de çevrenizdeki insanları okuyamazsanız, hangi konuda ne kadar ciddi olacağınızı kestiremeyebilirsiniz; nereye ne kadar odaklanacağınızı bilemeyebilirsiniz ve nihayet nerede hangi derinliğe inmeniz gerektiğini de göremeyebilirsiniz…
Örneğin, 1980 sonrası doğanlar için kullanılan ve davranış kalıpları ne yazık ki Batı’dan kopyalanıp bize yapıştırılarak okumaya çalışılan Y kuşağı için C.O.D’nin üçünün de eksik olduğu söylenebilir…
Bu tespitin doğru olup olmadığını anlamak için okumayı Nişantaşı – Etiler – Bağdat Caddesi dışında yapmak yeterlidir. O zaman görülmektedir ki, geniş gençlik kesimleri hiç de gayrı ciddî, hiçbir konuya odaklanamayan, alabildiğine yüzeysel sosyopatlardan oluşmamaktadır…
İş dünyamıza baktığımızda da aynı manzarayı görmekteyiz. 1980’lerin başlarında gündemde olan, bugün ise çok azımızın hatırladığı ‘vurucan kaçacan’ dönemi artık tarihe karışmıştır…
Dijital transformasyon günlerinde gündeme gelen, derme çatma ortamlarda kuruluveren, sonra da piyasada biraz tutundurulup milyarlarca liraya satılabilen .com şirketlerinin de birer boş düş haline geldiklerine tanık olduk.
Aynı gelişim siyasette de kaydedildi. Boş vaatler, ne veriyorsa bir fazlasını vereyim oyları götüreyim yaklaşımı son seçimlerde bir daha çıkamayacak şekilde tarihe gömüldü. Seçmen marka yönetiminin iki kavramını bir arada görmek istediğini açıkça belirtti: Güven / Vaat… Güven duygusunun üzerine ciddiyet, odaklanma ve derinlikle inşa edilmemiş vaat artık hiçbir işe yaramıyor…
DOC hayatın tüm alanlarında kendisine önemli bir yer edinmiş olan ilişki ve iletişim yönetiminde de her zaman kritik başarı faktörü olarak yerini korumuştur. Doğrudur, bir dönem ‘mış gibi yapmak’tan gelen ve Latince imitare sözünden gelen imaj yönetimi bir matah sanılmış, ancak hakikatin gizlenmesinin giderek zorlaşmasıyla birlikte, o da arkaik, çağdışı bir yöntem olarak kalmaya mahkum olmuştur. Onun yerine her zaman geçerli olan Algı Yönetimi, İtibar Yönetimi’nin kullanılması tüm bilim adamlarınca kabul görmüştür…
Peki hâlâ bu çağdışı imaj yönetimi kavramını kullananlar yok mudur? Vardır tabii ki. 1950’lerin ABD’sinden kalma kavram olan Spindoctor (Fırıldak PR’cı) diye anılan PR tiplemesi de en az imaj’cılar kadar yaygındır… DOC’tan bihaber, neye yarayacağı bilinmez, stratejiden uzak, çoğunlukla da uygulayana zarar veren yaklaşımlar çerçevesinde, “Gelin haberinizi çıkartalım”, “Adınızı (markanızı) parlatalım” (ne demekse…), “Sizi şöhretlerle bir araya getirelim” gibi abuk sabuk girişimlerde bulunur dururlar…
Ülkemizde nasıl feodal toplum – sanayi toplumu – bilgi toplumu yapıları bir arada yaşanabiliyorsa, yatırımcı, sanatçı, siyaset insanı, akademisyen, bilim insanı, öğrenci, yönetici vb tüm mesleklerden insanlarımız da bu üç üretim ilişkisi türü içinde yaşamlarını sürdürmektedirler… DOC ise bu üç üretim ilişkisi için de geçerli olan hasletlerin bütününü ifade eder. Bu üçlüden bir tanesinin eksikliği halinde bile, sistemin çalışmaması söz konusu olabilmektedir.
Yapılacak şey çok basittir aslında. Her adımda kendimize sormak: Hayatı ne kadar derinlikli, ne kadar odaklı ve ne kadar ciddî yaşıyoruz?..
Özellikle 80 sonrası ortaya çıkan ve biraz da kuşak sorunundan kaynakladığı sanılan üç alanda üç eksikliğimiz var. Sevgili dostum Y. Mim. Müh. Mehmet Koçak’ın deyişiyle “Neşeli cahiliye devri” döneminden bize miras kalan üç eksiklik şöyle sıralanıyor:
1. Derinlik; 2. Odaklanma; 3. Ciddiyet.
DOC diye de özetleyebileceğimiz üç gereklilikten biri eksik kaldı mı, bu üç alandan zaferle çıkanlar karşısında rekabetçi avantajı kaybetmek işten bile değildir.
Bu üç alanı kollamak için sadece bakmak ya da izlemek yetmez; okumak da gerekir. Hele de okutmak…
Okumak ve yukarıdaki üçlü arasında dolaysız bir bağ vardır. Eşyayı (şeyleri) ve de çevrenizdeki insanları okuyamazsanız, hangi konuda ne kadar ciddi olacağınızı kestiremeyebilirsiniz; nereye ne kadar odaklanacağınızı bilemeyebilirsiniz ve nihayet nerede hangi derinliğe inmeniz gerektiğini de göremeyebilirsiniz…
Örneğin, 1980 sonrası doğanlar için kullanılan ve davranış kalıpları ne yazık ki Batı’dan kopyalanıp bize yapıştırılarak okumaya çalışılan Y kuşağı için C.O.D’nin üçünün de eksik olduğu söylenebilir…
Bu tespitin doğru olup olmadığını anlamak için okumayı Nişantaşı – Etiler – Bağdat Caddesi dışında yapmak yeterlidir. O zaman görülmektedir ki, geniş gençlik kesimleri hiç de gayrı ciddî, hiçbir konuya odaklanamayan, alabildiğine yüzeysel sosyopatlardan oluşmamaktadır…
İş dünyamıza baktığımızda da aynı manzarayı görmekteyiz. 1980’lerin başlarında gündemde olan, bugün ise çok azımızın hatırladığı ‘vurucan kaçacan’ dönemi artık tarihe karışmıştır…
Dijital transformasyon günlerinde gündeme gelen, derme çatma ortamlarda kuruluveren, sonra da piyasada biraz tutundurulup milyarlarca liraya satılabilen .com şirketlerinin de birer boş düş haline geldiklerine tanık olduk.
Aynı gelişim siyasette de kaydedildi. Boş vaatler, ne veriyorsa bir fazlasını vereyim oyları götüreyim yaklaşımı son seçimlerde bir daha çıkamayacak şekilde tarihe gömüldü. Seçmen marka yönetiminin iki kavramını bir arada görmek istediğini açıkça belirtti: Güven / Vaat… Güven duygusunun üzerine ciddiyet, odaklanma ve derinlikle inşa edilmemiş vaat artık hiçbir işe yaramıyor…
DOC hayatın tüm alanlarında kendisine önemli bir yer edinmiş olan ilişki ve iletişim yönetiminde de her zaman kritik başarı faktörü olarak yerini korumuştur. Doğrudur, bir dönem ‘mış gibi yapmak’tan gelen ve Latince imitare sözünden gelen imaj yönetimi bir matah sanılmış, ancak hakikatin gizlenmesinin giderek zorlaşmasıyla birlikte, o da arkaik, çağdışı bir yöntem olarak kalmaya mahkum olmuştur. Onun yerine her zaman geçerli olan Algı Yönetimi, İtibar Yönetimi’nin kullanılması tüm bilim adamlarınca kabul görmüştür…
Peki hâlâ bu çağdışı imaj yönetimi kavramını kullananlar yok mudur? Vardır tabii ki. 1950’lerin ABD’sinden kalma kavram olan Spindoctor (Fırıldak PR’cı) diye anılan PR tiplemesi de en az imaj’cılar kadar yaygındır… DOC’tan bihaber, neye yarayacağı bilinmez, stratejiden uzak, çoğunlukla da uygulayana zarar veren yaklaşımlar çerçevesinde, “Gelin haberinizi çıkartalım”, “Adınızı (markanızı) parlatalım” (ne demekse…), “Sizi şöhretlerle bir araya getirelim” gibi abuk sabuk girişimlerde bulunur dururlar…
Ülkemizde nasıl feodal toplum – sanayi toplumu – bilgi toplumu yapıları bir arada yaşanabiliyorsa, yatırımcı, sanatçı, siyaset insanı, akademisyen, bilim insanı, öğrenci, yönetici vb tüm mesleklerden insanlarımız da bu üç üretim ilişkisi türü içinde yaşamlarını sürdürmektedirler… DOC ise bu üç üretim ilişkisi için de geçerli olan hasletlerin bütününü ifade eder. Bu üçlüden bir tanesinin eksikliği halinde bile, sistemin çalışmaması söz konusu olabilmektedir.
Yapılacak şey çok basittir aslında. Her adımda kendimize sormak: Hayatı ne kadar derinlikli, ne kadar odaklı ve ne kadar ciddî yaşıyoruz?..