Şu Kore, Çin, Tayvan modeline kafam basmadı
13 AĞUSTOS 2007
Bizim gazetede okumasam, “Bir yanlış anlama vardır” diyeceğim... Yıllardır yakından
izlediğim, pek çok panele, TV programına birlikte katıldığımız, İstanbul
Üniversitesi’nde hasbelkader ders verirken hocalığını da takdirle takip
ettiğim, Ak Parti’nin medya ve tanıtımdan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
Prof. Dr. Edibe Sözen’in dünkü açıklamalarına şaşıp kalmamak elde
değildi...
Hem de 27 Temmuz’da Edibe Hanımdan sitayişle söz edip şu sözü ile ilgili takdirlerimi dile getirdikten sonra: “İnsanlar artık imaja aldırış etmiyor, imajdan çok gerçekliğe dönüş var...”
Hocanın beni onca şaşkınlığa düşüren dünkü açıklamalarında başlık şöyle: “AKP’den medyaya Kore modeli!”
Edibe Hanım Kore, Çin, Tayvan örneğini vererek, bu ülkelerin 1960’lı yıllarda yaptığı sosyal kalkınma hamlesinde medyaya büyük rol verildiğini “Eğlenme değil çalışma kültürünü esas alan” programların öne çıkarıldığını ifade etmiş...
1960’larda Kore’de Kim İl-sung rejimi var... Çin’de Mao Zedong, Lin Biao, Chou En-lai üçlüsü o tarihlerde Mao’nun liderliğinde duruma tamamen hakim olmuşlar ve ‘Kültür Devrimi’ hazırlığının son aşamasına gelmişlerdi... Tayvan’da ise Milliyetçi Çin ve onun lideri Chiang Kai-Shek (Çan Kayşek) ağır istibdat yönetimi egemendi...
Üç ülkede de mutlakıyet rejimleri vardı... Hepsinde de medya tek elden, yani devlet ve/veya parti tarafından kontrol ediliyordu. Mısır’daki “yarı resmi El Ahram gazetesi” falan gibi değil... Tamamen devlet veya parti yayın organları vardı ‘medya’ diye... Astığı astık, kestiği kestik ‘sosyal faşist’ bir medya...
O tarihlerde Türkiye’de ise 1961 Anayasası vardı. Ve her yerde, özellikle de siyasette ve medyada özgürlük rüzgârları esiyordu...
Ayrıca Hoca iletişimin ve dolayısıyla medyanın ancak özgürlük ve demokrasi ortamlarında yeşerip gelişebileceğini benden iyi bilir...
Edibe Hanımın Ak Parti’ye biçtiği, tele-vole kültürünün yerine daha köklü ve derinlikli estetik boyutlara yelken açılmasını hedefleyen bir konumlamayı desteklememek mümkün değil; şu sözünün de altına herkes imza atar: “Yeni dönemde önceliğimiz sosyal restorasyon olacak. Sosyal refah, gelirin eşit dağılımı ve finansal kapitalin sosyal kapitale dönüştürülmesi üzerinde duracağız.”
Ancak burada 1960’ların Çin’inin, Kore’sinin, Tayvan’ının modelini Türkiye’ye uygulama meselesini anlamam olanaklı değil. Umarım bir gün Hoca bana da anlatır bu uyumsuz, absürd durumu; ben de anlarım...
Bu projeye asılmak gerek...
Çok sıkı bir iletişim projesi... Ancak iki gazetede rastlayabildim... Herhalde işin içinde çıplak manken, mafya, şiddet yok diye fazla yer bulamamış haber kendine...
Başlığı yetiyor aslında: Tansaş topladı, P&G yıkadı, ÇATOM dağıttı...
Anlaşılacağı üzere Tansaş eski kıyafetleri toplamış... Öyle böyle değil 40 bin parça elbise... P&G İstanbul ve İzmir tesislerinde bir güzel yıkamış, sonra da Çok Amaçlı Toplum Merkezi (ÇATOM) 40 bin parçayı ihtiyaç sahibi yoksullara dağıtmış.
Yıllık cirolarının yaklaşık binde birini sosyal sorumluluk projelerine ayıran P&G’nin Dış İlişkiler Direktörü Harünnisa Aligil’i yürekten kutluyorum...
Türkiye’de 20’incılları nedeniyle sponsoru oldukları Sezen Aksu konser dizisinin biletlerini ücretsiz dağıtacaklarına satışa çıkararak elde edecekleri itibarı tehlikeye sokan P&G, Tansaş ve ÇATOM’la birlikte yürüttüğü projeyi 22 Ağustos’ta bitireceğine sürdürse ve iletişimine konserlere asıldığı kadar asılsa çok daha iyi eder...
Özetle, Sezen’in konserleri bedava veya P&G ürünü etiketi getirene serbest olmalı, giysi toplama ve yıkama işi de yıllarca sürdürülmeli... Tüketim ürünleri devi P&G’nin Türkiye’de piyasaya sürdüğü markaların büyüklüğü beni haklı çıkarmıyor mu: Ace, Alo, Ariel, Blendax, Braun, Discreet, Duracell, Gillette, Head & Shoulders, İpana, Koleston, Max Factor, Mr. Proper, New Wave, Olay, Oral-B, Orkid, Pantene, Prima, Pringles, Rejoice, Uyu ve Oyna, Wellaflex...
Harika reklam, ama nerede?..
Spor Toto’nun reklam ajansı kim bilmiyorum... Açıkçası bulmak için de aşırı bir çaba harcamadım. Patronları, onların aşkları, çılgınlıkları ile gündeme gelmeyen, ezcümle kendilerinin promosyonunu kendileriyle yapmayan daha ziyade işleriyle konuşulan bir ajans olsa gerek...
İşleri benim de hep dikkatimi çekmiştir. Son reklam gibi mesela... Artık bir kolon 50 değil 25 kuruşmuş... Bunu anlatacaklar... Santra yuvarlağında bir hakem ve takımların kaptanları... Para atışı yapıyorlar. Biz tepeden bakıyoruz. Hakem parayı fırlatmış. Para bize doğru gelmiş. Tam düşüşe geçeceği noktada kaç para olduğu gözüküyor. Bu bir 25 kuruş... Altta da slogan: Maça avantajlı başlayın!.. Tek kelime ile: Harika!..
Fakat bir kadı kusuru! Hem de ciddi bir kusur!.. Çok geniş bir kitleyi ilgilendiren bu reklamı kaç kez nerede gördünüz?... Spor Toto belli ki medya satın almada hata yapmış... İyi reklam fikri yakalamak kolay değildir. Ancak yakaladığınızda da yüklenmeniz gerekir...
Hem de 27 Temmuz’da Edibe Hanımdan sitayişle söz edip şu sözü ile ilgili takdirlerimi dile getirdikten sonra: “İnsanlar artık imaja aldırış etmiyor, imajdan çok gerçekliğe dönüş var...”
Hocanın beni onca şaşkınlığa düşüren dünkü açıklamalarında başlık şöyle: “AKP’den medyaya Kore modeli!”
Edibe Hanım Kore, Çin, Tayvan örneğini vererek, bu ülkelerin 1960’lı yıllarda yaptığı sosyal kalkınma hamlesinde medyaya büyük rol verildiğini “Eğlenme değil çalışma kültürünü esas alan” programların öne çıkarıldığını ifade etmiş...
1960’larda Kore’de Kim İl-sung rejimi var... Çin’de Mao Zedong, Lin Biao, Chou En-lai üçlüsü o tarihlerde Mao’nun liderliğinde duruma tamamen hakim olmuşlar ve ‘Kültür Devrimi’ hazırlığının son aşamasına gelmişlerdi... Tayvan’da ise Milliyetçi Çin ve onun lideri Chiang Kai-Shek (Çan Kayşek) ağır istibdat yönetimi egemendi...
Üç ülkede de mutlakıyet rejimleri vardı... Hepsinde de medya tek elden, yani devlet ve/veya parti tarafından kontrol ediliyordu. Mısır’daki “yarı resmi El Ahram gazetesi” falan gibi değil... Tamamen devlet veya parti yayın organları vardı ‘medya’ diye... Astığı astık, kestiği kestik ‘sosyal faşist’ bir medya...
O tarihlerde Türkiye’de ise 1961 Anayasası vardı. Ve her yerde, özellikle de siyasette ve medyada özgürlük rüzgârları esiyordu...
Ayrıca Hoca iletişimin ve dolayısıyla medyanın ancak özgürlük ve demokrasi ortamlarında yeşerip gelişebileceğini benden iyi bilir...
Edibe Hanımın Ak Parti’ye biçtiği, tele-vole kültürünün yerine daha köklü ve derinlikli estetik boyutlara yelken açılmasını hedefleyen bir konumlamayı desteklememek mümkün değil; şu sözünün de altına herkes imza atar: “Yeni dönemde önceliğimiz sosyal restorasyon olacak. Sosyal refah, gelirin eşit dağılımı ve finansal kapitalin sosyal kapitale dönüştürülmesi üzerinde duracağız.”
Ancak burada 1960’ların Çin’inin, Kore’sinin, Tayvan’ının modelini Türkiye’ye uygulama meselesini anlamam olanaklı değil. Umarım bir gün Hoca bana da anlatır bu uyumsuz, absürd durumu; ben de anlarım...
Bu projeye asılmak gerek...
Çok sıkı bir iletişim projesi... Ancak iki gazetede rastlayabildim... Herhalde işin içinde çıplak manken, mafya, şiddet yok diye fazla yer bulamamış haber kendine...
Başlığı yetiyor aslında: Tansaş topladı, P&G yıkadı, ÇATOM dağıttı...
Anlaşılacağı üzere Tansaş eski kıyafetleri toplamış... Öyle böyle değil 40 bin parça elbise... P&G İstanbul ve İzmir tesislerinde bir güzel yıkamış, sonra da Çok Amaçlı Toplum Merkezi (ÇATOM) 40 bin parçayı ihtiyaç sahibi yoksullara dağıtmış.
Yıllık cirolarının yaklaşık binde birini sosyal sorumluluk projelerine ayıran P&G’nin Dış İlişkiler Direktörü Harünnisa Aligil’i yürekten kutluyorum...
Türkiye’de 20’incılları nedeniyle sponsoru oldukları Sezen Aksu konser dizisinin biletlerini ücretsiz dağıtacaklarına satışa çıkararak elde edecekleri itibarı tehlikeye sokan P&G, Tansaş ve ÇATOM’la birlikte yürüttüğü projeyi 22 Ağustos’ta bitireceğine sürdürse ve iletişimine konserlere asıldığı kadar asılsa çok daha iyi eder...
Özetle, Sezen’in konserleri bedava veya P&G ürünü etiketi getirene serbest olmalı, giysi toplama ve yıkama işi de yıllarca sürdürülmeli... Tüketim ürünleri devi P&G’nin Türkiye’de piyasaya sürdüğü markaların büyüklüğü beni haklı çıkarmıyor mu: Ace, Alo, Ariel, Blendax, Braun, Discreet, Duracell, Gillette, Head & Shoulders, İpana, Koleston, Max Factor, Mr. Proper, New Wave, Olay, Oral-B, Orkid, Pantene, Prima, Pringles, Rejoice, Uyu ve Oyna, Wellaflex...
Harika reklam, ama nerede?..
Spor Toto’nun reklam ajansı kim bilmiyorum... Açıkçası bulmak için de aşırı bir çaba harcamadım. Patronları, onların aşkları, çılgınlıkları ile gündeme gelmeyen, ezcümle kendilerinin promosyonunu kendileriyle yapmayan daha ziyade işleriyle konuşulan bir ajans olsa gerek...
İşleri benim de hep dikkatimi çekmiştir. Son reklam gibi mesela... Artık bir kolon 50 değil 25 kuruşmuş... Bunu anlatacaklar... Santra yuvarlağında bir hakem ve takımların kaptanları... Para atışı yapıyorlar. Biz tepeden bakıyoruz. Hakem parayı fırlatmış. Para bize doğru gelmiş. Tam düşüşe geçeceği noktada kaç para olduğu gözüküyor. Bu bir 25 kuruş... Altta da slogan: Maça avantajlı başlayın!.. Tek kelime ile: Harika!..
Fakat bir kadı kusuru! Hem de ciddi bir kusur!.. Çok geniş bir kitleyi ilgilendiren bu reklamı kaç kez nerede gördünüz?... Spor Toto belli ki medya satın almada hata yapmış... İyi reklam fikri yakalamak kolay değildir. Ancak yakaladığınızda da yüklenmeniz gerekir...