Şu ‘oturuma’ ara versek mi artık?!
01 temmuz 2022 - Z Raporu
‘Oturmak’ büyük laftır, büyük de eylem… Çeşitli kavramsal karşılıkları, birden fazla anlamı vardır çünkü…
İşe yeni giren sorar mesela: “Ben nerede oturacağım?” Tabii bu yalnızca masasının yerini merak ettiğinden değildir… Hiyerarşik konumlanmasını tespitin de bir yoludur. İş yeri böyle bir konumlandırma yapmamış olsa bile… Nerede oturulduğu göstergebilimin en sevdiği konulardan biridir… ‘Ziyafet sofrası’ analizi de bu minvaldeki en iyi bilinen örneklerden…
“Müsaitseniz annemler size oturmaya” gelecek gibi bir kalıp hayatımıza damga vurmuştur hatta… Ziyaret etmek, sohbet, hasret giderme, hayırlı bir iş, dertleşme ya da kozların paylaşılması gibi pek çok anlamı barındırabilir…
Bir de ‘oturma eylemleri’ var tabii… Malumlarınız protesto anlamında…
Bilimsel toplantılardaki bölümleri ifade eden, seans ya da celse anlamları da olan ‘oturum’ da aynı kökten gelir…
Fakat bu oturma fiili, hayatımıza iyiden iyiye yerleşmeye başladı… Kimse yerinden kalkamaz oldu…
Deloitte Türkiye ve Workflex iş birliğiyle hazırlanan “Karma İş Gücüne Geçiş Hazırlık Araştırması”na göre, Türkiye’deki her üç kurumdan neredeyse ikisi hibrit iş gücü modeline geçmiş. Araştırmaya katılan her 10 katılımcıdan 9’u da iş gücü dönüşümünü gündemine almış…
Günün getirdiklerine, pandemi ve dijital dönüşümün bazı doğal sonuçlarına elbette itirazımız yok… Ancak ifrat ile tefritin birbirine karıştırıldığına, hibrit modelin işe hiç gitmemek zannedildiğine de bizzat tanık oluyoruz. İş görüşmesi yaptığımız gençlerin, büyük bir rahatlıkla “Ben iş yerine gelmek istemiyorum” dediğini, üstelik birkaç kez duyduk…
Multinet Up, dikkat çekici bir çalışma yapmış: “Çalışan Gözüyle Ofise Dönüş Araştırması”… Uzaktan, hibrit, yarı-zamanlı çalışma gibi kavram kargaşasının havada uçuştuğu, ‘oturduğu yerden kalmaya üşenenlerin’ çoğaldığı post-pandemi döneminin kaotik ortamına ışık tutması açısından incelenmesinde yarar var…
Firma, uzaktan çalışmaya son veren kurumlardaki çalışanların, ofise dönüş dönemiyle ilgili görüşlerini araştırmış. 3 binden fazla kişiyle görüşmüşler…
Deneklerin sadece 3’te 1’i (%34,3) ofise dönüş sürecinde ruhsal sağlıklarının “olumlu yönde etkileneceğini” söylemiş. Yani, %60’tan fazlasının ofise dönmeye niyeti pek yok…
Ofise dönme yanlısı ‘üçte bir’lik kesimin gerekçeleri şöyleymiş: “Günlerim daha hareketli ve aktif geçecek” (%68)… “Sürekli kapalı ortamda kalmamak iyi gelecek” (15,6)… “Yalnızlıktan kurtulacağım” (%10)…
Nerede plaza diliyle ‘teamwork’; ya da Türkçesiyle takım çalışması? Ortak hedefler? Hani sinerji? Peki ya grup dinamiği; yüz yüze iletişimin etkisi?.. Kurumsal kültür ve değerlerle buluşmaya ne oldu? Nerede misyon; nerede vizyon?.. Çalışan bağlılığı? İşveren markası, çalışan markası muhabbetleri?..
Yıllardır bu kavramlara yüz milyonlar yatıran iş dünyası şaşmış durumda… Çalışanların kafası bambaşka yerde…
Ofise dönüş sürecinde ruhsal sağlığının olumsuz etkileneceğini düşünen çalışanlara bu sürecin kendileri için nasıl kolaylaştırılabileceği sorulduğunda, yarısından fazlası “Prim veya ücret artışı gibi maddi desteklerle teşvik edilmek” istediklerini ifade etmişler… Yani ‘maddi müşevvik’ devrede… Maneviyat tatile çıkmış…
Kurum içi eğlenceli sosyal aktiviteler, psikolog danışmanlığı destekleri ile işverenlerinin daha hoşgörülü ve esnek davranması beklentiler arasındaymış…
Bu arada her iki kişiden biri (%55) “Çalıştığım mekân iş performansımı etkilemiyor” diyormuş.
Pek çok araştırma daha var… Kafalar karıştıkça karışıyor…
Eleman.net’in, Türkiye genelinde 22.400 kişiyle yaptığı “Dijitalleşme ve İş Hayatına Etkileri” araştırmasına göre; katılımcıların %67’si dijitalleşmenin iş hayatını kolaylaştırdığını söylemiş.
Cambridge ve Salford üniversitelerinden sosyologlar, 2009-2018 arasında, İngiltere’de 70 binden fazla kişiyle yapılan anketleri incelemişler. Sonuç çok çarpıcı: 5 günlük hafta sonu, günde sadece iki saat çalışma ve yıllık tatillerin haftalardan aylara çıkarılması yeni çalışma düzenindeki tercihler olarak ortaya çıkmış…
Söylediğimiz kadar var, öyle değil mi?.. Ancak olağanüstü süreçlerden sonra yaşanan ‘geçiş dönemlerinin’ de bir sonu olduğu unutulmamalı… Eninde sonunda ortalık durulacak, kapitalizm yatağını bulacak…
İstihdamda rekabetin zaten had safhada olduğu düşünülürse, oturmaktan yana tavır koyanların kendi kaderleriyle oynadıklarını düşünmek için çok sebep var…
Hele ki iletişim fakültesi mezunları… Dünyanın gelişmiş ülkelerinde, doğuda ve batıda, tek tük bulunan iletişim fakültelerinden evvel Allah bizde 70’ten fazla sayıda bulunuyor. Üstelik diğer pek çok fakülte mezunlarının aksine yalnızca kendi okul arkadaşlarıyla da rekabet etmiyorlar… Siyaset bilimi, sosyoloji, psikoloji, filoloji başta olmak üzere pek çok bölüm ve fakülte de bizim iletişim sektörüne istihdam oluşturabiliyor…
Onun için şapkayı önlerine alıp düşünmelerinde büyük fayda var… Kendilerini oturdukları yerden çalışmaya adayacaklarına sektörün yetişmiş eleman ihtiyacının farkına varıp, bir an önce kişisel gelişimlerine odaklanmalılar…
İşe yeni giren sorar mesela: “Ben nerede oturacağım?” Tabii bu yalnızca masasının yerini merak ettiğinden değildir… Hiyerarşik konumlanmasını tespitin de bir yoludur. İş yeri böyle bir konumlandırma yapmamış olsa bile… Nerede oturulduğu göstergebilimin en sevdiği konulardan biridir… ‘Ziyafet sofrası’ analizi de bu minvaldeki en iyi bilinen örneklerden…
“Müsaitseniz annemler size oturmaya” gelecek gibi bir kalıp hayatımıza damga vurmuştur hatta… Ziyaret etmek, sohbet, hasret giderme, hayırlı bir iş, dertleşme ya da kozların paylaşılması gibi pek çok anlamı barındırabilir…
Bir de ‘oturma eylemleri’ var tabii… Malumlarınız protesto anlamında…
Bilimsel toplantılardaki bölümleri ifade eden, seans ya da celse anlamları da olan ‘oturum’ da aynı kökten gelir…
Fakat bu oturma fiili, hayatımıza iyiden iyiye yerleşmeye başladı… Kimse yerinden kalkamaz oldu…
Deloitte Türkiye ve Workflex iş birliğiyle hazırlanan “Karma İş Gücüne Geçiş Hazırlık Araştırması”na göre, Türkiye’deki her üç kurumdan neredeyse ikisi hibrit iş gücü modeline geçmiş. Araştırmaya katılan her 10 katılımcıdan 9’u da iş gücü dönüşümünü gündemine almış…
Günün getirdiklerine, pandemi ve dijital dönüşümün bazı doğal sonuçlarına elbette itirazımız yok… Ancak ifrat ile tefritin birbirine karıştırıldığına, hibrit modelin işe hiç gitmemek zannedildiğine de bizzat tanık oluyoruz. İş görüşmesi yaptığımız gençlerin, büyük bir rahatlıkla “Ben iş yerine gelmek istemiyorum” dediğini, üstelik birkaç kez duyduk…
Multinet Up, dikkat çekici bir çalışma yapmış: “Çalışan Gözüyle Ofise Dönüş Araştırması”… Uzaktan, hibrit, yarı-zamanlı çalışma gibi kavram kargaşasının havada uçuştuğu, ‘oturduğu yerden kalmaya üşenenlerin’ çoğaldığı post-pandemi döneminin kaotik ortamına ışık tutması açısından incelenmesinde yarar var…
Firma, uzaktan çalışmaya son veren kurumlardaki çalışanların, ofise dönüş dönemiyle ilgili görüşlerini araştırmış. 3 binden fazla kişiyle görüşmüşler…
Deneklerin sadece 3’te 1’i (%34,3) ofise dönüş sürecinde ruhsal sağlıklarının “olumlu yönde etkileneceğini” söylemiş. Yani, %60’tan fazlasının ofise dönmeye niyeti pek yok…
Ofise dönme yanlısı ‘üçte bir’lik kesimin gerekçeleri şöyleymiş: “Günlerim daha hareketli ve aktif geçecek” (%68)… “Sürekli kapalı ortamda kalmamak iyi gelecek” (15,6)… “Yalnızlıktan kurtulacağım” (%10)…
Nerede plaza diliyle ‘teamwork’; ya da Türkçesiyle takım çalışması? Ortak hedefler? Hani sinerji? Peki ya grup dinamiği; yüz yüze iletişimin etkisi?.. Kurumsal kültür ve değerlerle buluşmaya ne oldu? Nerede misyon; nerede vizyon?.. Çalışan bağlılığı? İşveren markası, çalışan markası muhabbetleri?..
Yıllardır bu kavramlara yüz milyonlar yatıran iş dünyası şaşmış durumda… Çalışanların kafası bambaşka yerde…
Ofise dönüş sürecinde ruhsal sağlığının olumsuz etkileneceğini düşünen çalışanlara bu sürecin kendileri için nasıl kolaylaştırılabileceği sorulduğunda, yarısından fazlası “Prim veya ücret artışı gibi maddi desteklerle teşvik edilmek” istediklerini ifade etmişler… Yani ‘maddi müşevvik’ devrede… Maneviyat tatile çıkmış…
Kurum içi eğlenceli sosyal aktiviteler, psikolog danışmanlığı destekleri ile işverenlerinin daha hoşgörülü ve esnek davranması beklentiler arasındaymış…
Bu arada her iki kişiden biri (%55) “Çalıştığım mekân iş performansımı etkilemiyor” diyormuş.
Pek çok araştırma daha var… Kafalar karıştıkça karışıyor…
Eleman.net’in, Türkiye genelinde 22.400 kişiyle yaptığı “Dijitalleşme ve İş Hayatına Etkileri” araştırmasına göre; katılımcıların %67’si dijitalleşmenin iş hayatını kolaylaştırdığını söylemiş.
Cambridge ve Salford üniversitelerinden sosyologlar, 2009-2018 arasında, İngiltere’de 70 binden fazla kişiyle yapılan anketleri incelemişler. Sonuç çok çarpıcı: 5 günlük hafta sonu, günde sadece iki saat çalışma ve yıllık tatillerin haftalardan aylara çıkarılması yeni çalışma düzenindeki tercihler olarak ortaya çıkmış…
Söylediğimiz kadar var, öyle değil mi?.. Ancak olağanüstü süreçlerden sonra yaşanan ‘geçiş dönemlerinin’ de bir sonu olduğu unutulmamalı… Eninde sonunda ortalık durulacak, kapitalizm yatağını bulacak…
İstihdamda rekabetin zaten had safhada olduğu düşünülürse, oturmaktan yana tavır koyanların kendi kaderleriyle oynadıklarını düşünmek için çok sebep var…
Hele ki iletişim fakültesi mezunları… Dünyanın gelişmiş ülkelerinde, doğuda ve batıda, tek tük bulunan iletişim fakültelerinden evvel Allah bizde 70’ten fazla sayıda bulunuyor. Üstelik diğer pek çok fakülte mezunlarının aksine yalnızca kendi okul arkadaşlarıyla da rekabet etmiyorlar… Siyaset bilimi, sosyoloji, psikoloji, filoloji başta olmak üzere pek çok bölüm ve fakülte de bizim iletişim sektörüne istihdam oluşturabiliyor…
Onun için şapkayı önlerine alıp düşünmelerinde büyük fayda var… Kendilerini oturdukları yerden çalışmaya adayacaklarına sektörün yetişmiş eleman ihtiyacının farkına varıp, bir an önce kişisel gelişimlerine odaklanmalılar…