5 milyar dolarlık iletişim değeri…
20 HAZİRAN 2012
Dün Sait Gözüm (Deloitte) ve Deniz Gökçe ile birlikte öğle yemeğindeydik. Gözüm’ün yazdığı, gelirini de Deloitte Eğitim Vakfı’na bağışladığı çiçeği burnunda kitabını konuşuyorduk: “Yönetim Kurulu Üyesinin El Kitabı”… Netaş – Nortel ve Deloitte tecrübesi ile kaleme alınan konular, adı üzerinde bir ‘el kitabı’ üslubuyla bir araya getirilmiş... Roman gibi okumayacaksınız yani. Bölüm bölüm okuyacaksın. Bazı yönetim sorularına yanıt arıyorsanız, göz atacaksın… Deva arayacaksınız… Tam bir başvuru kitabı. Kolay anlaşılır ve hazmedilir türden… Sait Gözüm’ün bir sonraki kitabı “Yönetim Kurulu Başkanı’nın El Kitabı” olacakmış…
Deniz dedi ki, “Benzer bir kitabı da siyasiler için de yazmalısın! Gücü yönetme konusunda, hepsinin öğrenecekleri pek çok şey olabilir…”
Ben de “Olmaz” dedim “Siyasiler her şeyi bilirler… Hele de iletişim, yönetim gibi ‘soft’ konuları…”
O sırada Deniz’in telefonu çaldı. NTV’den arıyorlardı. Gökçe’nin, şu IMF’e Avrupayı kurtarmak için verileceği söylenen 5 milyar Dolar’la ilgili görüşünü almak istiyorlardı… Deniz’in ne dediğini duymadık ama, benim aklıma iki ayrı telden name yapılabileceği geldi.
Biri, “Fistanı yok giymeye, tahtırevanla gider …..” sözünden hareketle, “İstanbul’a köprü yapacağına Zap suyuna köprü yap (sanki ikisi de yapılamazmış gibi)” muhabbetini hatırlatan seviyeden yapılacak eleştiriler. İkincisi, Kanuni’nin 1. François’ya yazdığı mektubun içeriğine paralel bir böbürlenme ile, orantısız güç gösterisi…
Göreceksiniz, olaya her iki açıdan bakan çıkacak. Bizce işin iletişim boyutu hepsinden önemli… 70 sente muhtaçken geldiğimiz yeri anlatmak ve ekonomi ve finansta olduğu gibi algılamayı ve tabii ki bu arada ‘gücü’ yönetmek; abartmadan. Hak ettiği kadar… Sait Bey’in kitabı da belki iletişimi değil ama yönetmeyi anlatıyor zaten…
Bu olayda müthiş bir iletişim fırsatı var. Bakalım nasıl kullanacaklar? Gücü yöneterek mi yoksa güç kirlenmesine neden olarak mı? Göreceğiz…
Haklısınız Metehan Demir!
Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Metehan Demir’i, ‘habercilik’ adı altında yapılan bir ayıba isyan ettiği için, kendisini CNNTürk ekranlarından izleyen herkesin, aynı duygularla ‘Allah senden razı olsun!’ dediğine eminim. ‘Analar ağlamasın’ diyen o içten dileği tamamen unutarak, yok sayarak ve hatta saygısızlık ederek, neredeyse ‘analar daha da çok ağlasın’ dercesine, ekranlarda ‘İşte annenin yıkıldığı an!’ sloganlarıyla haber yapılması, hangi ruh halinin ürünüdür acaba?..
Siz bir kez olsun Irak’ta, Afganistan’da öldürülen bir Amerikan askerinin ev kapısına kameralarla gidildiğini ve annenin acısının ekrana birebir yansıtıldığını gördünüz mü?
Anlaşılması pek de kolay olmayan bir başka konu da, Leyla Zana’nın mesajı ve Murat Karayılan ile yapılan taze röportajın ‘galiba bir umut ışığı var gibi’ dedirtebilecek ipuçları henüz konuşulurken Dağlıca baskınının patlak vermesi... Ve şehitler... Ve anneye ilk haberin nasıl verildiğinin görüntülerini haberleştirmeye hevesli bir takım yayıncılar!
Ne deseniz haklısınız Metehan Bey...
Çözüm sert değil yumuşak güçte
Şanlıurfa Cezaevi’ndeki olay isyan mıdır, kendi aralarında kavga mıdır sorusu da, muhtemel yanıtlarını ve sorumlularını bulmak belki önemilidir ancak pek bir yararı yoktur.
Feodalitenin hüküm sürdüğü koşullardan kurtulmak istemeyen, bakanlık makamlarına bile taşımakta sakınca görmediğimiz bıçkın delikanlı havalarındaki davranış türünden rahatsızlık duymayan, siyasetçi ailesinden yetişip de eşini döven kocaları kabullenebilen bir zihniyettir Şanlıurfa Cezaevi’ndeki facianın yegane sorumlusu...
Gelenekselin içindeki aşiret kurallarının yansıması olan insanın insana uyguladığı şiddetle, ‘asarım, keserim, sevişirim, şahane yüzerim, döverim’ ilkelliğinin aynı kapta buluşuverdiği zihniyetler resmigeçidini hep birlikte seyrediyoruz.
Bu zihniyeti ‘yumuşak güçle’ yıkmadıkça, ne Kürt sorunu çözülür ne de hapishane sorunu…
Deniz dedi ki, “Benzer bir kitabı da siyasiler için de yazmalısın! Gücü yönetme konusunda, hepsinin öğrenecekleri pek çok şey olabilir…”
Ben de “Olmaz” dedim “Siyasiler her şeyi bilirler… Hele de iletişim, yönetim gibi ‘soft’ konuları…”
O sırada Deniz’in telefonu çaldı. NTV’den arıyorlardı. Gökçe’nin, şu IMF’e Avrupayı kurtarmak için verileceği söylenen 5 milyar Dolar’la ilgili görüşünü almak istiyorlardı… Deniz’in ne dediğini duymadık ama, benim aklıma iki ayrı telden name yapılabileceği geldi.
Biri, “Fistanı yok giymeye, tahtırevanla gider …..” sözünden hareketle, “İstanbul’a köprü yapacağına Zap suyuna köprü yap (sanki ikisi de yapılamazmış gibi)” muhabbetini hatırlatan seviyeden yapılacak eleştiriler. İkincisi, Kanuni’nin 1. François’ya yazdığı mektubun içeriğine paralel bir böbürlenme ile, orantısız güç gösterisi…
Göreceksiniz, olaya her iki açıdan bakan çıkacak. Bizce işin iletişim boyutu hepsinden önemli… 70 sente muhtaçken geldiğimiz yeri anlatmak ve ekonomi ve finansta olduğu gibi algılamayı ve tabii ki bu arada ‘gücü’ yönetmek; abartmadan. Hak ettiği kadar… Sait Bey’in kitabı da belki iletişimi değil ama yönetmeyi anlatıyor zaten…
Bu olayda müthiş bir iletişim fırsatı var. Bakalım nasıl kullanacaklar? Gücü yöneterek mi yoksa güç kirlenmesine neden olarak mı? Göreceğiz…
Haklısınız Metehan Demir!
Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Metehan Demir’i, ‘habercilik’ adı altında yapılan bir ayıba isyan ettiği için, kendisini CNNTürk ekranlarından izleyen herkesin, aynı duygularla ‘Allah senden razı olsun!’ dediğine eminim. ‘Analar ağlamasın’ diyen o içten dileği tamamen unutarak, yok sayarak ve hatta saygısızlık ederek, neredeyse ‘analar daha da çok ağlasın’ dercesine, ekranlarda ‘İşte annenin yıkıldığı an!’ sloganlarıyla haber yapılması, hangi ruh halinin ürünüdür acaba?..
Siz bir kez olsun Irak’ta, Afganistan’da öldürülen bir Amerikan askerinin ev kapısına kameralarla gidildiğini ve annenin acısının ekrana birebir yansıtıldığını gördünüz mü?
Anlaşılması pek de kolay olmayan bir başka konu da, Leyla Zana’nın mesajı ve Murat Karayılan ile yapılan taze röportajın ‘galiba bir umut ışığı var gibi’ dedirtebilecek ipuçları henüz konuşulurken Dağlıca baskınının patlak vermesi... Ve şehitler... Ve anneye ilk haberin nasıl verildiğinin görüntülerini haberleştirmeye hevesli bir takım yayıncılar!
Ne deseniz haklısınız Metehan Bey...
Çözüm sert değil yumuşak güçte
Şanlıurfa Cezaevi’ndeki olay isyan mıdır, kendi aralarında kavga mıdır sorusu da, muhtemel yanıtlarını ve sorumlularını bulmak belki önemilidir ancak pek bir yararı yoktur.
Feodalitenin hüküm sürdüğü koşullardan kurtulmak istemeyen, bakanlık makamlarına bile taşımakta sakınca görmediğimiz bıçkın delikanlı havalarındaki davranış türünden rahatsızlık duymayan, siyasetçi ailesinden yetişip de eşini döven kocaları kabullenebilen bir zihniyettir Şanlıurfa Cezaevi’ndeki facianın yegane sorumlusu...
Gelenekselin içindeki aşiret kurallarının yansıması olan insanın insana uyguladığı şiddetle, ‘asarım, keserim, sevişirim, şahane yüzerim, döverim’ ilkelliğinin aynı kapta buluşuverdiği zihniyetler resmigeçidini hep birlikte seyrediyoruz.
Bu zihniyeti ‘yumuşak güçle’ yıkmadıkça, ne Kürt sorunu çözülür ne de hapishane sorunu…