Aşk, beslenmezse yaşamaz…
18 ŞUBAT 2011
Hıristiyan âlemindeki adı ‘St. Valentine Günü’ değil mi? Peki, bizde neden “Aşıklar Günü” denmiyor da “Sevgililer Günü” deniyor?... Hiç düşündünüz mü?
Almanlar bile ‘Aşk’a bizden daha çok inanıyor sanki... Onların Google’u ‘Sevgililer Günü’ için 973 bin ‘pageview’ veriyor, ancak ‘Aşıklar Günü’ için de hiç değilse 543.000… Bizde ise durum 5.860.000’e 2.770…
Basit bir çeviri hatası değil… Biz meseleyi ‘çakmışız’ sanki... “Aşıklar Günü” deseler, herhalde kutlayacak pek fazla kimse bulamayacaklarmış, mesela… Hediye sektörü batarmış…
Biz biraz daha gerçekçiyiz herhalde. Kendi kendimizi kandırmaya çalışmıyoruz. Aşkın başlangıçta olsa bile zaman içinde ilk yok olan duygu olduğunu biliyor olmalıyız (!)... Hayale kapılmıyoruz… Biliyoruz ki, hele de çocuk falan olduktan sonra, aşk gidiyor; diğer üç duygu çok daha fazla öne çıkıyor:
Dostluk, Şefkat ve Saygı…
Aşkın -çok zor ama- yıllarca yaşayabilmesi için bu üç beşeri haslet tarafından şiddetle beslenmesi gerekiyor… Bunların içinden en ‘Kırılganı’ (Fragile olanı) hiç şüphesiz ‘saygı’dır… O gitti mi diğerlerinin hiçbirinin hükmü kalmaz. Hele de ‘Aşk’ın…
‘Fragile’, ‘kırılabilecek’, bu yüzden de dikkatlice taşınması gereken yüklerin üzerinde yazan uluslar arası uyarı sözcüğüdür. Bir cam ‘kadeh’ resmiyle simgelenir. Kadeh, aynı zamanda yükün hangi yönde taşınması gerektiğine de vurgu yapar…
Demek ki, aşkı yaşatmak isteyen, ilişkide öncelikli olarak saygının eksilmemesine, tersine sürekli artmasına çaba harcayacak… İşi şansa, kendiliğindenci bir anlayışa terk etmeyecek…
Öte yandan Dostluk, Şefkat ve Saygı’nın içinde öyle ya da böyle birkaç tutam ‘Sevgi’ illa ki vardır... Ancak bu duygu ‘Aşk’ ile karıştırılmamalıdır… Reklamcı dostumuz Hulusi Derici bu dört hasleti dört öpücükle simgeler: Ele konan (saygı), alna konan (şefkat), yanağa konan (dostluk) ve nihayet dudağa konan (aşk)…
Ben “Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir” seminerlerinde katılımcılara sorarım: “İlişkilerde bu duygulardan önce hangisi yok olur?” Cevap hep bir ağızdan koro halinde ve oy birliği ile çıkar: Aşk!...
Yani bizim dilimizde St. Valantine’s Day’e ‘Sevgililer Günü’ denmesi boşuna değildir. Garantici milletizdir vesselam…
Hıristiyan Batı masada yemeğe başlamadan önce Tanrı’ya şükreder; biz yemeği bitirip, midemize indirdikten, yani her şeyi garantiye aldıktan sonra şükreder “Allah’ımıza hamdolsun!” deriz...
Son yıllarda yukarıda sözünü ettiğimiz dört duygunun dördünde de oluşan ciddi azalmalar tesadüf müdür, bilemem. Ancak boşanmaların ve intiharların tüm metropollerde giderek arttığı matematik verilerle tespit edilmiştir… Son Oscar’da aday olan filmlerin hepsinden geçen ‘teğet duygu’ dikkate alınırsa, durumun vahameti daha da iyi anlaşılır…
Bir hayli naif olduğu kabul edilebilecek belki “The King’s Speech” dışında, hepsinde bir melanet, ‘macabre’ (ölümcül) duygu mebzul miktarda mevcut. The Fighter, Rabbit Whole, Black Swan, Inception, 127 Hours, The Kids are all right, The Social Network, True Grit, Biutiful… Sakın peş peşe izlemeyin… İçiniz fena kararabilir…
İşte böyle bir ortamda, çevremizdeki pek çok ülkeye kan ve göz yaşı hakimken, ülkemizde kendi rahatımızı kaçırmak için her an birbirimizi yok yere yemeğe ‘eğilimliyken’ (mütemayilken), tüketim ekonomisinin ürünü ‘gâvur icadı’(!) olduğu için görmezlikten gelinmesi bazılarınca iddia edilse de ‘Sevgililer Günü’nü kutlamak iyi bir şeydir… Kutlu olsun!.. Kime?
Söyleyelim: Sevmesin bilenlere…
Şüyuu Vukuundan Beterdir
Yukarıdaki sözün anlamı şu: Herhangi bir konu hakkındaki söylentiler gerçeği tam olarak da yansıtmayabilir. Ancak ortaya çıkan dedikodunun tahribatı yani yaratacağı hasar, olayın gerçekleşmesinden daha da büyük olabilir.
Dün gazetelerde Lara Logan’ın başına gelenleri okuduğumda bir an için irkildim. Lara Logan CBS’in muhabiri. Lara Logan Kahire’de Tahrir Meydanı’ndan izlenimlerini aktarmak için bulunuyor. Bu arada onlarca kişi tarafından 20-30 dakika boyunca cinsel tacize uğruyor.
Dünkü gazetelerde Lara Logan’ın fotoğrafları da var. Sarışın güzel. Bir içim su. Arka planda Lara Logan’ın orasını burasını elleyerek tatmin olmaya çalışmış ‘İnsansı’lar da kadraja girmiş.
***
Şimdi Türkiye’de birtakım ‘Okumuş insansıların’ bu fotoğrafa bakıp “Kardeşim kız da bu kadar çekici olmasaydı, sen böyle fıstık gibi olursan tabii ki bir ton adam sana saldırır” dediklerini düşünmekten kendimi alamadım.
Sonra bir an aklıma Türkiye’nin doğu illerinden birinde görülmüş olan bir davanın söylentileri geldi. Bir hayat kadını tecavüze uğramıştı. Tecavüz eden beraat etmek üzereydi. Gerekçe de şuydu: “Hayat kadınına yönelik tecavüz, tecavüz sayılmaz.” Pek çok aklı başında insanı dehşete uğratan bu gerekçeyle dekolte giyinen ya da çekici olan bir kadının tacize, tecavüze uğramasını hadisenin doğal sonucu olarak gören zihniyet arasında ne fark olabilir ki?
***
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Orhan Çeker’in “dekolte tahrik eder, tacizi tetikler” türünden sözlerine karşı gerek itibarı yerle bir olan Üniversitenin Rektörü, gerekse de YÖK Başkanı tepkilerini dile getirdiler, özür dilediler. Soruşturma başlatacaklarını söylediler. Hatta belki de “soruşturmanın selameti bakımından” açığa dahi alma ihtimalleri olabilir.
Normal bir kriz olsa bu alınan önlemler kriz iletişiminin gereklerini fazlasıyla karşılıyor olabilirdi. Oysa başka bir hassas durum söz konusu.
Hani kimse kimsenin nasıl giyindiğine karışmayacaktı ya... AK Parti’nin marka vaadi bu idi ya... Herkes inandığı, istediği gibi yaşayacaktı ya... İşte sarsılan bu marka vaadidir, bir üniversite hocasına duyulan bireysel güven değil. İkinci hassas durum ise şu sorunun arkasında gizli olarak varlığını sürdürmektedir: “Bu hoca bu cesareti nereden buluyor?”
***
Her ağaç kovuğu gördüğünde içten içe cinsel dürtüleri ayağa kalkan bir takım ‘tuhaf fikirli insansılar’ her zaman olmuştur. Ancak bunlar bu tuhaflıklarını her zaman içlerine atmak ve dışarıya vuramamak durumunda olmuşlardır. Bölüm Başkanı’nın son açıklaması ve hâlâ “Söylediklerimin arkasındayım” diye ısrarcı olması, sadece öküz altında buzağı arayanlara değil bizim gibi ‘sıradan insanları’ tedirgin etmeye yetmiştir.
“Bunlar bu cesareti nereden buluyor zannediyorsunuz?” sorusu giderek haklılık kazanmakta, güvenilir bir zemine oturmaya başlamaktadır. İşte AK Parti’nin dikkat etmesi gereken nokta da budur. “Bir kişinin hezeyanı” diye görmezlikten gelinecek bir durum yoktur ortada. Tam tersine belki de biraz abartılarak kurumsal bir tavır alınmalıdır. Hiçbir zaman unutmamak gerekir ki yüzde 58 sadece Orhan Çeker’in oylarıyla oluşmamıştır.
Almanlar bile ‘Aşk’a bizden daha çok inanıyor sanki... Onların Google’u ‘Sevgililer Günü’ için 973 bin ‘pageview’ veriyor, ancak ‘Aşıklar Günü’ için de hiç değilse 543.000… Bizde ise durum 5.860.000’e 2.770…
Basit bir çeviri hatası değil… Biz meseleyi ‘çakmışız’ sanki... “Aşıklar Günü” deseler, herhalde kutlayacak pek fazla kimse bulamayacaklarmış, mesela… Hediye sektörü batarmış…
Biz biraz daha gerçekçiyiz herhalde. Kendi kendimizi kandırmaya çalışmıyoruz. Aşkın başlangıçta olsa bile zaman içinde ilk yok olan duygu olduğunu biliyor olmalıyız (!)... Hayale kapılmıyoruz… Biliyoruz ki, hele de çocuk falan olduktan sonra, aşk gidiyor; diğer üç duygu çok daha fazla öne çıkıyor:
Dostluk, Şefkat ve Saygı…
Aşkın -çok zor ama- yıllarca yaşayabilmesi için bu üç beşeri haslet tarafından şiddetle beslenmesi gerekiyor… Bunların içinden en ‘Kırılganı’ (Fragile olanı) hiç şüphesiz ‘saygı’dır… O gitti mi diğerlerinin hiçbirinin hükmü kalmaz. Hele de ‘Aşk’ın…
‘Fragile’, ‘kırılabilecek’, bu yüzden de dikkatlice taşınması gereken yüklerin üzerinde yazan uluslar arası uyarı sözcüğüdür. Bir cam ‘kadeh’ resmiyle simgelenir. Kadeh, aynı zamanda yükün hangi yönde taşınması gerektiğine de vurgu yapar…
Demek ki, aşkı yaşatmak isteyen, ilişkide öncelikli olarak saygının eksilmemesine, tersine sürekli artmasına çaba harcayacak… İşi şansa, kendiliğindenci bir anlayışa terk etmeyecek…
Öte yandan Dostluk, Şefkat ve Saygı’nın içinde öyle ya da böyle birkaç tutam ‘Sevgi’ illa ki vardır... Ancak bu duygu ‘Aşk’ ile karıştırılmamalıdır… Reklamcı dostumuz Hulusi Derici bu dört hasleti dört öpücükle simgeler: Ele konan (saygı), alna konan (şefkat), yanağa konan (dostluk) ve nihayet dudağa konan (aşk)…
Ben “Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir” seminerlerinde katılımcılara sorarım: “İlişkilerde bu duygulardan önce hangisi yok olur?” Cevap hep bir ağızdan koro halinde ve oy birliği ile çıkar: Aşk!...
Yani bizim dilimizde St. Valantine’s Day’e ‘Sevgililer Günü’ denmesi boşuna değildir. Garantici milletizdir vesselam…
Hıristiyan Batı masada yemeğe başlamadan önce Tanrı’ya şükreder; biz yemeği bitirip, midemize indirdikten, yani her şeyi garantiye aldıktan sonra şükreder “Allah’ımıza hamdolsun!” deriz...
Son yıllarda yukarıda sözünü ettiğimiz dört duygunun dördünde de oluşan ciddi azalmalar tesadüf müdür, bilemem. Ancak boşanmaların ve intiharların tüm metropollerde giderek arttığı matematik verilerle tespit edilmiştir… Son Oscar’da aday olan filmlerin hepsinden geçen ‘teğet duygu’ dikkate alınırsa, durumun vahameti daha da iyi anlaşılır…
Bir hayli naif olduğu kabul edilebilecek belki “The King’s Speech” dışında, hepsinde bir melanet, ‘macabre’ (ölümcül) duygu mebzul miktarda mevcut. The Fighter, Rabbit Whole, Black Swan, Inception, 127 Hours, The Kids are all right, The Social Network, True Grit, Biutiful… Sakın peş peşe izlemeyin… İçiniz fena kararabilir…
İşte böyle bir ortamda, çevremizdeki pek çok ülkeye kan ve göz yaşı hakimken, ülkemizde kendi rahatımızı kaçırmak için her an birbirimizi yok yere yemeğe ‘eğilimliyken’ (mütemayilken), tüketim ekonomisinin ürünü ‘gâvur icadı’(!) olduğu için görmezlikten gelinmesi bazılarınca iddia edilse de ‘Sevgililer Günü’nü kutlamak iyi bir şeydir… Kutlu olsun!.. Kime?
Söyleyelim: Sevmesin bilenlere…
Şüyuu Vukuundan Beterdir
Yukarıdaki sözün anlamı şu: Herhangi bir konu hakkındaki söylentiler gerçeği tam olarak da yansıtmayabilir. Ancak ortaya çıkan dedikodunun tahribatı yani yaratacağı hasar, olayın gerçekleşmesinden daha da büyük olabilir.
Dün gazetelerde Lara Logan’ın başına gelenleri okuduğumda bir an için irkildim. Lara Logan CBS’in muhabiri. Lara Logan Kahire’de Tahrir Meydanı’ndan izlenimlerini aktarmak için bulunuyor. Bu arada onlarca kişi tarafından 20-30 dakika boyunca cinsel tacize uğruyor.
Dünkü gazetelerde Lara Logan’ın fotoğrafları da var. Sarışın güzel. Bir içim su. Arka planda Lara Logan’ın orasını burasını elleyerek tatmin olmaya çalışmış ‘İnsansı’lar da kadraja girmiş.
***
Şimdi Türkiye’de birtakım ‘Okumuş insansıların’ bu fotoğrafa bakıp “Kardeşim kız da bu kadar çekici olmasaydı, sen böyle fıstık gibi olursan tabii ki bir ton adam sana saldırır” dediklerini düşünmekten kendimi alamadım.
Sonra bir an aklıma Türkiye’nin doğu illerinden birinde görülmüş olan bir davanın söylentileri geldi. Bir hayat kadını tecavüze uğramıştı. Tecavüz eden beraat etmek üzereydi. Gerekçe de şuydu: “Hayat kadınına yönelik tecavüz, tecavüz sayılmaz.” Pek çok aklı başında insanı dehşete uğratan bu gerekçeyle dekolte giyinen ya da çekici olan bir kadının tacize, tecavüze uğramasını hadisenin doğal sonucu olarak gören zihniyet arasında ne fark olabilir ki?
***
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Bölüm Başkanı Prof.Dr. Orhan Çeker’in “dekolte tahrik eder, tacizi tetikler” türünden sözlerine karşı gerek itibarı yerle bir olan Üniversitenin Rektörü, gerekse de YÖK Başkanı tepkilerini dile getirdiler, özür dilediler. Soruşturma başlatacaklarını söylediler. Hatta belki de “soruşturmanın selameti bakımından” açığa dahi alma ihtimalleri olabilir.
Normal bir kriz olsa bu alınan önlemler kriz iletişiminin gereklerini fazlasıyla karşılıyor olabilirdi. Oysa başka bir hassas durum söz konusu.
Hani kimse kimsenin nasıl giyindiğine karışmayacaktı ya... AK Parti’nin marka vaadi bu idi ya... Herkes inandığı, istediği gibi yaşayacaktı ya... İşte sarsılan bu marka vaadidir, bir üniversite hocasına duyulan bireysel güven değil. İkinci hassas durum ise şu sorunun arkasında gizli olarak varlığını sürdürmektedir: “Bu hoca bu cesareti nereden buluyor?”
***
Her ağaç kovuğu gördüğünde içten içe cinsel dürtüleri ayağa kalkan bir takım ‘tuhaf fikirli insansılar’ her zaman olmuştur. Ancak bunlar bu tuhaflıklarını her zaman içlerine atmak ve dışarıya vuramamak durumunda olmuşlardır. Bölüm Başkanı’nın son açıklaması ve hâlâ “Söylediklerimin arkasındayım” diye ısrarcı olması, sadece öküz altında buzağı arayanlara değil bizim gibi ‘sıradan insanları’ tedirgin etmeye yetmiştir.
“Bunlar bu cesareti nereden buluyor zannediyorsunuz?” sorusu giderek haklılık kazanmakta, güvenilir bir zemine oturmaya başlamaktadır. İşte AK Parti’nin dikkat etmesi gereken nokta da budur. “Bir kişinin hezeyanı” diye görmezlikten gelinecek bir durum yoktur ortada. Tam tersine belki de biraz abartılarak kurumsal bir tavır alınmalıdır. Hiçbir zaman unutmamak gerekir ki yüzde 58 sadece Orhan Çeker’in oylarıyla oluşmamıştır.