Aşk, beslenmezse yaşamaz…
14 ŞUBAT 2011
Hıristiyan âlemindeki adı ‘St. Valentine Günü’ değil mi? Peki, bizde neden “Aşıklar Günü” denmiyor da “Sevgililer Günü” deniyor?... Hiç düşündünüz mü?
Almanlar bile ‘Aşk’a bizden daha çok inanıyor sanki... Onların Google’u ‘Sevgililer Günü’ için 973 bin ‘pageview’ veriyor, ancak ‘Aşıklar Günü’ için de hiç değilse 543.000… Bizde ise durum 5.860.000’e 2.770…
Basit bir çeviri hatası değil… Biz meseleyi ‘çakmışız’ sanki... “Aşıklar Günü” deseler, herhalde kutlayacak pek fazla kimse bulamayacaklarmış, mesela… Hediye sektörü batarmış…
Biz biraz daha gerçekçiyiz herhalde. Kendi kendimizi kandırmaya çalışmıyoruz. Aşkın başlangıçta olsa bile zaman içinde ilk yok olan duygu olduğunu biliyor olmalıyız (!)... Hayale kapılmıyoruz… Biliyoruz ki, hele de çocuk falan olduktan sonra, aşk gidiyor; diğer üç duygu çok daha fazla öne çıkıyor:
Dostluk, Şefkat ve Saygı…
Aşkın -çok zor ama- yıllarca yaşayabilmesi için bu üç beşeri haslet tarafından şiddetle beslenmesi gerekiyor… Bunların içinden en ‘Kırılganı’ (Fragile olanı) hiç şüphesiz ‘saygı’dır… O gitti mi diğerlerinin hiçbirinin hükmü kalmaz. Hele de ‘Aşk’ın…
‘Fragile’, ‘kırılabilecek’, bu yüzden de dikkatlice taşınması gereken yüklerin üzerinde yazan uluslar arası uyarı sözcüğüdür. Bir cam ‘kadeh’ resmiyle simgelenir. Kadeh, aynı zamanda yükün hangi yönde taşınması gerektiğine de vurgu yapar…
Demek ki, aşkı yaşatmak isteyen, ilişkide öncelikli olarak saygının eksilmemesine, tersine sürekli artmasına çaba harcayacak… İşi şansa, kendiliğindenci bir anlayışa terk etmeyecek…
Öte yandan Dostluk, Şefkat ve Saygı’nın içinde öyle ya da böyle birkaç tutam ‘Sevgi’ illa ki vardır... Ancak bu duygu ‘Aşk’ ile karıştırılmamalıdır… Reklamcı dostumuz Hulusi Derici bu dört hasleti dört öpücükle simgeler: Ele konan (saygı), alna konan (şefkat), yanağa konan (dostluk) ve nihayet dudağa konan (aşk)…
Ben “Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir” seminerlerinde katılımcılara sorarım: “İlişkilerde bu duygulardan önce hangisi yok olur?” Cevap hep bir ağızdan koro halinde ve oy birliği ile çıkar: Aşk!...
Yani bizim dilimizde St. Valantine’s Day’e ‘Sevgililer Günü’ denmesi boşuna değildir. Garantici milletizdir vesselam…
Hıristiyan Batı masada yemeğe başlamadan önce Tanrı’ya şükreder; biz yemeği bitirip, midemize indirdikten, yani her şeyi garantiye aldıktan sonra şükreder “Allah’ımıza hamdolsun!” deriz...
Son yıllarda yukarıda sözünü ettiğimiz dört duygunun dördünde de oluşan ciddi azalmalar tesadüf müdür, bilemem. Ancak boşanmaların ve intiharların tüm metropollerde giderek arttığı matematik verilerle tespit edilmiştir… Son Oscar’da aday olan filmlerin hepsinden geçen ‘teğet duygu’ dikkate alınırsa, durumun vahameti daha da iyi anlaşılır…
Bir hayli naif olduğu kabul edilebilecek belki “The King’s Speech” dışında, hepsinde bir melanet, ‘macabre’ (ölümcül) duygu mebzul miktarda mevcut. The Fighter, Rabbit Whole, Black Swan, Inception, 127 Hours, The Kids are all right, The Social Network, True Grit, Biutiful… Sakın peş peşe izlemeyin… İçiniz fena kararabilir…
İşte böyle bir ortamda, çevremizdeki pek çok ülkeye kan ve göz yaşı hakimken, ülkemizde kendi rahatımızı kaçırmak için her an birbirimizi yok yere yemeğe ‘eğilimliyken’ (mütemayilken), tüketim ekonomisinin ürünü ‘gâvur icadı’(!) olduğu için görmezlikten gelinmesi bazılarınca iddia edilse de ‘Sevgililer Günü’nü kutlamak iyi bir şeydir… Kutlu olsun!.. Kime?
Söyleyelim: Sevmesin bilenlere…
Almanlar bile ‘Aşk’a bizden daha çok inanıyor sanki... Onların Google’u ‘Sevgililer Günü’ için 973 bin ‘pageview’ veriyor, ancak ‘Aşıklar Günü’ için de hiç değilse 543.000… Bizde ise durum 5.860.000’e 2.770…
Basit bir çeviri hatası değil… Biz meseleyi ‘çakmışız’ sanki... “Aşıklar Günü” deseler, herhalde kutlayacak pek fazla kimse bulamayacaklarmış, mesela… Hediye sektörü batarmış…
Biz biraz daha gerçekçiyiz herhalde. Kendi kendimizi kandırmaya çalışmıyoruz. Aşkın başlangıçta olsa bile zaman içinde ilk yok olan duygu olduğunu biliyor olmalıyız (!)... Hayale kapılmıyoruz… Biliyoruz ki, hele de çocuk falan olduktan sonra, aşk gidiyor; diğer üç duygu çok daha fazla öne çıkıyor:
Dostluk, Şefkat ve Saygı…
Aşkın -çok zor ama- yıllarca yaşayabilmesi için bu üç beşeri haslet tarafından şiddetle beslenmesi gerekiyor… Bunların içinden en ‘Kırılganı’ (Fragile olanı) hiç şüphesiz ‘saygı’dır… O gitti mi diğerlerinin hiçbirinin hükmü kalmaz. Hele de ‘Aşk’ın…
‘Fragile’, ‘kırılabilecek’, bu yüzden de dikkatlice taşınması gereken yüklerin üzerinde yazan uluslar arası uyarı sözcüğüdür. Bir cam ‘kadeh’ resmiyle simgelenir. Kadeh, aynı zamanda yükün hangi yönde taşınması gerektiğine de vurgu yapar…
Demek ki, aşkı yaşatmak isteyen, ilişkide öncelikli olarak saygının eksilmemesine, tersine sürekli artmasına çaba harcayacak… İşi şansa, kendiliğindenci bir anlayışa terk etmeyecek…
Öte yandan Dostluk, Şefkat ve Saygı’nın içinde öyle ya da böyle birkaç tutam ‘Sevgi’ illa ki vardır... Ancak bu duygu ‘Aşk’ ile karıştırılmamalıdır… Reklamcı dostumuz Hulusi Derici bu dört hasleti dört öpücükle simgeler: Ele konan (saygı), alna konan (şefkat), yanağa konan (dostluk) ve nihayet dudağa konan (aşk)…
Ben “Eş ve Müşteri Nasıl Kaybedilir” seminerlerinde katılımcılara sorarım: “İlişkilerde bu duygulardan önce hangisi yok olur?” Cevap hep bir ağızdan koro halinde ve oy birliği ile çıkar: Aşk!...
Yani bizim dilimizde St. Valantine’s Day’e ‘Sevgililer Günü’ denmesi boşuna değildir. Garantici milletizdir vesselam…
Hıristiyan Batı masada yemeğe başlamadan önce Tanrı’ya şükreder; biz yemeği bitirip, midemize indirdikten, yani her şeyi garantiye aldıktan sonra şükreder “Allah’ımıza hamdolsun!” deriz...
Son yıllarda yukarıda sözünü ettiğimiz dört duygunun dördünde de oluşan ciddi azalmalar tesadüf müdür, bilemem. Ancak boşanmaların ve intiharların tüm metropollerde giderek arttığı matematik verilerle tespit edilmiştir… Son Oscar’da aday olan filmlerin hepsinden geçen ‘teğet duygu’ dikkate alınırsa, durumun vahameti daha da iyi anlaşılır…
Bir hayli naif olduğu kabul edilebilecek belki “The King’s Speech” dışında, hepsinde bir melanet, ‘macabre’ (ölümcül) duygu mebzul miktarda mevcut. The Fighter, Rabbit Whole, Black Swan, Inception, 127 Hours, The Kids are all right, The Social Network, True Grit, Biutiful… Sakın peş peşe izlemeyin… İçiniz fena kararabilir…
İşte böyle bir ortamda, çevremizdeki pek çok ülkeye kan ve göz yaşı hakimken, ülkemizde kendi rahatımızı kaçırmak için her an birbirimizi yok yere yemeğe ‘eğilimliyken’ (mütemayilken), tüketim ekonomisinin ürünü ‘gâvur icadı’(!) olduğu için görmezlikten gelinmesi bazılarınca iddia edilse de ‘Sevgililer Günü’nü kutlamak iyi bir şeydir… Kutlu olsun!.. Kime?
Söyleyelim: Sevmesin bilenlere…