Acıları mı, müziği mi unutmalı?
05 AĞUSTOS 2011
İsrail Oda Orkestrası, Musevi bestecileri de yahudileri de küçümseyen, eserleri Nazi propogandasında bir araç olarak kullanılmış olan ünlü besteci Wagner’in kenti olarak bilinen Bayreuth’ta, 25 Temmuz’da bir konser vermiş. Özlem Ertan, Taraf’taki “Bir Musevi’nin Wagner’i sevmesi zordur” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Öyle ki Nazi toplama kamplarında, gaz odalarında Wagner operalarının çalındığı rivayet edilir. İşte tam da bu yüzden bir Musevi’nin Wagner’in müziğiyle yakın bir ilişki kurması kolay değildir. Müzikli dram düşüncesini en üst seviyeye ulaştıran ve sadece çağını değil genel anlamda opera tarihini etkileyen Richard Wagner’in müziğini, onun düşüncelerinden ayırarak sevmek olgunluktan ziyade cesaret işidir bir Musevi için.”
Soykırımdan kurtulan Museviler’in çocukları ve torunlarından oluşan 34 kişilik İsrail Oda Orkestrası’nın Wagner’in kentinde verdiği konseri izlemiş olmak, herhalde müthiş bir deneyimdir. “Repertuarda ne varmış acaba?” diyerek hızlı bir göz taramasıyla aradığım satırları buldum. Sonuç müthiş:
İsrail Ulusal Marşı, Gustav Mahler ve Felix Mendelsshon’un eserlerinin dışında Richard Wagner’in Siegfried Idyll adlı yapıtı...
Özlem Hanım çok haklı! Bu “kelimenin tam anlamıyla tarihi bir olay”dır. Üstüne üstlük, konseri Wagner’in torununun çocukları da izlemiş.
Musevi kuruluşlarından hemen tepkiler gelmeye başlamış elbette. Bir tanesi, bu konserin gerçekleştirilmiş olmasını “yaralayıcı bir ihanet” olarak nitelemiş.
Özlem Hanım “Acıları mı, müziği mi unutmalı?” sorusunu yönelterek, altına imzamı atabileceğim şu tespitte bulunmuş:
“Bu kadar güzel eserler yaratan bir sanatçının nasıl belli bir ırkın topyekun imhasından söz edebilecek kadar insaniyetten uzak olabildiği sorusunun bir cevabı yok. Sanırım bu da hayatın çözülmesi mümkün olmayan sırlarından biri.”
2. Dünya Savaşı elbette çok uç bir örnek. Ancak pek çok olayı doğru değerlendirebilmek için abartılmış örneklerden yola çıkmakta yarar vardır. Fotoğrafın gözle görülemeyecek ölçüde küçük; ancak biraraya gelip çoklandıkça anlam ifade eden piksellerini yakından görebilmek için... Malum, kişiye bağlı olarak acıya neden olan olay ile hissedilen arasında pek çok iniş çıkışlı, değişken durak vardır ve elbette birinin acısının dozunu anlayabilmek için bizzat “o” olmak gerekir.
Bir kamu diplomasisi atağı
Malum, bir devlet kendisini başka devletlerin halklarına ifade ederken “kamu diplomasisi” dediğimiz muhteşem sanattan yararlandığı ölçüde gezegen üzerinde derin izler bırakabilir. Devletten devlete olan “diplomasi dili”, devletten bir başka devletin halkına yöneldiğinde mesele, “kamu diplomasisi”nin at koşturacağı bir alana kayıyor demektir. Bu alanın temel özelliği maniplasyonlara açık olmasıdır. Örneğin Amerika’nın Irak’a aslında barış getirmek ve Afganistan’da da pekalâ kadın haklarını korumak için varlık gösterdiğini iddia eder ve pekalâ inandırıcı da olabilir.
Moody’s, Fitch gibi kredi derecelendirme kuruluşlarının son zamanlarda Türkiye hakkındaki raporlarında verdikleri notların anlamını düşünenler, kafalarını bu işe çok fazla yormasınlar. Bu durumun, bir “kamu diplomasisi atağı”ndan başkaca bir anlamı yoktur. Hiçbir devletin sözcüsü olmamakla yükümlü addedilmeleri gereken bu ABD orijinli derecelendirme kuruluşlarının kamu diplomasisinin tüm olanaklarını kullandıklarından yana hiçbir kuşkumuz olmasın. Baksanıza Moody’s raconunu kesmiş: “Türkiye’de seçim sonrası politik ortamın, görece daha dinamik olmasını beklerdik. Büyüyen iç ve dış dengesizlikler, kontrol edilmemesi durumunda Türkiye’nin kredi notu üzerinde ters etki yaratmaya başlar.”
Soru şu: Bu salvolara karşı sağlam durabilmek için kamu diplomasisinin olanaklarından bizler yeterince yararlanmayı biliyor muyuz? Finansın doğası da boşluk sevmiyor.
“Öyle ki Nazi toplama kamplarında, gaz odalarında Wagner operalarının çalındığı rivayet edilir. İşte tam da bu yüzden bir Musevi’nin Wagner’in müziğiyle yakın bir ilişki kurması kolay değildir. Müzikli dram düşüncesini en üst seviyeye ulaştıran ve sadece çağını değil genel anlamda opera tarihini etkileyen Richard Wagner’in müziğini, onun düşüncelerinden ayırarak sevmek olgunluktan ziyade cesaret işidir bir Musevi için.”
Soykırımdan kurtulan Museviler’in çocukları ve torunlarından oluşan 34 kişilik İsrail Oda Orkestrası’nın Wagner’in kentinde verdiği konseri izlemiş olmak, herhalde müthiş bir deneyimdir. “Repertuarda ne varmış acaba?” diyerek hızlı bir göz taramasıyla aradığım satırları buldum. Sonuç müthiş:
İsrail Ulusal Marşı, Gustav Mahler ve Felix Mendelsshon’un eserlerinin dışında Richard Wagner’in Siegfried Idyll adlı yapıtı...
Özlem Hanım çok haklı! Bu “kelimenin tam anlamıyla tarihi bir olay”dır. Üstüne üstlük, konseri Wagner’in torununun çocukları da izlemiş.
Musevi kuruluşlarından hemen tepkiler gelmeye başlamış elbette. Bir tanesi, bu konserin gerçekleştirilmiş olmasını “yaralayıcı bir ihanet” olarak nitelemiş.
Özlem Hanım “Acıları mı, müziği mi unutmalı?” sorusunu yönelterek, altına imzamı atabileceğim şu tespitte bulunmuş:
“Bu kadar güzel eserler yaratan bir sanatçının nasıl belli bir ırkın topyekun imhasından söz edebilecek kadar insaniyetten uzak olabildiği sorusunun bir cevabı yok. Sanırım bu da hayatın çözülmesi mümkün olmayan sırlarından biri.”
2. Dünya Savaşı elbette çok uç bir örnek. Ancak pek çok olayı doğru değerlendirebilmek için abartılmış örneklerden yola çıkmakta yarar vardır. Fotoğrafın gözle görülemeyecek ölçüde küçük; ancak biraraya gelip çoklandıkça anlam ifade eden piksellerini yakından görebilmek için... Malum, kişiye bağlı olarak acıya neden olan olay ile hissedilen arasında pek çok iniş çıkışlı, değişken durak vardır ve elbette birinin acısının dozunu anlayabilmek için bizzat “o” olmak gerekir.
Bir kamu diplomasisi atağı
Malum, bir devlet kendisini başka devletlerin halklarına ifade ederken “kamu diplomasisi” dediğimiz muhteşem sanattan yararlandığı ölçüde gezegen üzerinde derin izler bırakabilir. Devletten devlete olan “diplomasi dili”, devletten bir başka devletin halkına yöneldiğinde mesele, “kamu diplomasisi”nin at koşturacağı bir alana kayıyor demektir. Bu alanın temel özelliği maniplasyonlara açık olmasıdır. Örneğin Amerika’nın Irak’a aslında barış getirmek ve Afganistan’da da pekalâ kadın haklarını korumak için varlık gösterdiğini iddia eder ve pekalâ inandırıcı da olabilir.
Moody’s, Fitch gibi kredi derecelendirme kuruluşlarının son zamanlarda Türkiye hakkındaki raporlarında verdikleri notların anlamını düşünenler, kafalarını bu işe çok fazla yormasınlar. Bu durumun, bir “kamu diplomasisi atağı”ndan başkaca bir anlamı yoktur. Hiçbir devletin sözcüsü olmamakla yükümlü addedilmeleri gereken bu ABD orijinli derecelendirme kuruluşlarının kamu diplomasisinin tüm olanaklarını kullandıklarından yana hiçbir kuşkumuz olmasın. Baksanıza Moody’s raconunu kesmiş: “Türkiye’de seçim sonrası politik ortamın, görece daha dinamik olmasını beklerdik. Büyüyen iç ve dış dengesizlikler, kontrol edilmemesi durumunda Türkiye’nin kredi notu üzerinde ters etki yaratmaya başlar.”
Soru şu: Bu salvolara karşı sağlam durabilmek için kamu diplomasisinin olanaklarından bizler yeterince yararlanmayı biliyor muyuz? Finansın doğası da boşluk sevmiyor.