Açık ve net olmak zor iş
02 MART 2003
Meslek hayatımdaki hocalarımı her zaman hayırla anarım. Bazıları bana hocalık ettiklerini bile bilmezler. Onlar doğal davranışlarını sürdürürler. Yanlarından geçerken bana bıraktıkları yeter.
“Hemşireler... Öğretmenler... Koç’lar... Mentor’lar...”... İki insan arasındaki ilişkide taraflardan biri bu 4 rolden birini ya da birkaçını üstlenirmiş...Yanlarından geçerken bana bıraktıkları ile yetinmek zorunda olduklarım, yani mentor’larım, belki de katma değeri en yüksek dersleri verdiler bana. Bu mentor’lardan biri de, rahmetli Vehbi Koç’un en küçük kızı Suna Kıraç Hanım’dır.
1999 yılında, Vehbi Koç Vakfı iki gün iki gece süren bir “Arama Toplantısı” düzenlemişti. “Arama” sözü ile özdeşleşen Oğuz Babüroğlu hoca yönetiyordu toplantıyı. Koç Ailesi’nin yanı sıra Türkiye’nin bir çok önemli ismi de oradaydı. Biz de görev icabı davetliydik.
Herkes Vakfın gelecekte kendisini nasıl konumlaması gerektiğine dair görüşler ileri sürüyordu. Ben de söz aldım. Uzmanlığım gereği Vakfın iletişim konularına nasıl eğilmesi gerektiğini bir güzel anlattım. Anlamlı ve güzel konuştuğumdan emin bir şekilde yerime oturdum.
İlk kahve molasında Vakfın o dönemki başkanı Evren Artam geldi yanıma. “Suna Hanım rica ediyor” dedi, “Söylediklerin pek anlaşılmıyormuş. Biraz daha dikkat etsin; net ve açık konuşsun diyor...”
Biraz bozulmuştum. Öğleden sonraki bölümde bütün cesaretimi topladım. Çok net ve açık konuştum. Şahane fikirler attım ortaya...
Sonra yine kahve molası... Bu kez Koç Topluluğunun o dönemki CEO’su ve halen Holding Yönetim Kurulu Üyesi olan Temel Atay geldi yanıma... “Ali Bey’ciğim” dedi, “Suna Hanım haber gönderdi. Hiç konuşmasın, diyor. Hiçbir şey anlaşılmıyormuş söylediklerinden”...
Ya, işte böyle...
Bugün yazdıklarım, söylediklerim anlaşılıyorsa, bunda o gün Suna Hanım’ın net ve açık eleştirisinin katkısı büyüktür.
Aynı günlerdeydi galiba... Bu kez bir iş adamı dostuma “itibar yönetimini” anlatıyorum. Baş başayız... Kaptırmış gidiyorum ki, beni durdurdu: “Şunu 6 yaşında bir çocuğa anlatırmış gibi anlatsana Allah aşkına! Ali topu tut! şeklinde”... Bunu söyleyen de, leb demeden leblebiyi anlayan, bilgi ve zekasına aşırı saygı duyduğum bir kişiydi üstelik.
Yine düş kırıklığı yaşamıştım. Şimdilerde şükran duyuyorum o mentor’lara... Ne zormuş açık ve net olmak.
Hükümete de, karnından konuşmayı bırakıp, bize Irak konusunda neyin olup bittiğini açık ve net bir şekilde anlatacak iletişim sistemini kurması için ne lazım?... Nerede ilk günlerinizde sivil toplum kuruluşlarıyla kurduğunuz katılımcı iletişim köprüsü? Nerede sizi destekleyen ve bunu açıkça belirten sosyal paydaşlarınız?...
Değişime direnç
Bir sohbetimizde Garanti Bankası Murahhas üyesi ve çeşitli Doğuş Grubu şirketlerinin Yönetim Kurulu Başkanı Aclan Acar hoş bir fıkra anlattı. Konuyla ilişkisi dolaylı olsa da sizinle paylaşmak istedim:
Adam randevusuna bir hayli geciken arkadaşına çıkışmış: “Nerede kaldın yahu?”... “Vallahi” diye yanıtlamış arkadaşı “Kayınvalidemi gömdüm. Onun için geciktim.” Üstü başı yırtık pırtık, yara bere içindeki arkadaşına bakıp “Pekiyi” demiş birincisi şaşkınlık içinde: “Ya bu halin ne?”... Adam gözlerini ufka dikip derin bir iç geçirmiş:“Gömülürken çok direndi, kadıncağız...”
Siyasi iletişim ne zaman yapılır. Bizimkilere sorarsanız, “Seçimlere üç ay kala!” yanıtını alabilirsiniz. Oysa iletişimin üç kuralı, tutarlılık, yaratıcılık, süreklilik siyasi iletişim için de geçerlidir. Bunlardan biri olmazsa sistem çöker.
Görüşlerine katılırım, katılmam ayrı mesele. Bu üç kuralı mükemmel uygulayan şu an için bir tek siyasi parti var: Genç Parti. Hitler’in propaganda bakanı Goebels’in görüşlerine de katılmadım hiçbir zaman, ama iletişim tarihinin en önemli kişilerinden biri olduğunu her zaman teslim ettim.
Türkiye’de her şey gibi siyasette de iletişim anlayışı değişiyor. Fakat değişmeyen tek şey, değişime karşı direnç. “Eski köye yeni adet mi getiriyorsun”, “Bizde işler böyle yapılır”, “Neyin ne zaman yapılacağını biz biliriz” ile idare edip duranlarla, değişimi tetikleyenler arasındaki mücadeleyi ikinciler kazanacak.
Herkesi kazandıran dizi
Reklamlarda şöhret kullanmak ince iştir. Reklam, bazen şöhrete hizmet eder (Banu Alkan-İxir; M. Ali Erbil-Masionette havlu) bazen de esas amaca uygun olarak ürüne (Hülya Avşar-Molped; Yılmaz Erdoğan-Telsim).
“Çocuklar Duymasın” dizisinin pek çok oyuncusu reklam filmlerinde oynuyor. Durum nedir diye merak ettim. Linens markasının sahibi Zorlu Tekstil Grubu Genel Koordinatörü Vedat Aydın’a sordum. Aydın sonuçtan memnun:
“Bu bizim ikinci reklamımız. Birincisinde daha çok mağazaları ve konsepti tanıtmaya çalıştık. Mağazalara giren müşteri sayısı 3 misli arttı. Tabii ki ciro da ciddî oranda arttı. İkinci reklam ise ürüne yönelikti. Reklamda gösterdiğimiz desenler yok sattı. Mayıs ayında yine ürüne yönelik, bu kez perdelerimiz için reklam yapacağız.
Pazar yerlerinde satılanları saymazsak taç ve linens’in çarşaf-nevresim takım işinde pazar payı % 60’a ulaştı.
Pınar Altuğ-Tamer Karadağlı ikilisi ile anlaşmamız Eylül ayına kadar devam ediyor. Ondan sonrasını duruma göre değerlendireceğiz.”
Hüseyin ve İsmail’in rol aldığı reklamlar ne kadar başarılı bilmiyorum. Meltem Cumbul şu sıra Ak-Emeklilik reklamında oynuyor. Hidayet Türkoğlu Sprite’da, Şebnem Dönmez Migros’da, Mustafa Topaloğlu Telsim servisinin reklamında rol alıyorlar. İlgililer bilgi verirlerse burada sizlerle bu reklamların da sonuçlarını paylaşırım. Bilinen bir şey var ki o da,“Çocuklar Duymasın” herkesi kazandırıyor. Başta seyirciler, nasibini almayan yok.
Algılamalar gerçektir
En pahalı yer 250 milyon en ucuz yer 30 milyon. Cem Yılmaz gösterisi fiyatları. Asgari ücret şu kadar... Yoksulluk sınırı bu kadar. Bir de parmağında kocaman yüzük. Boynunda nal gibi kolye...
Vurun Cem Yılmaz’a...
Oysa kimsenin Cem Yılmaz’ı eleştirmeye hakkı yok. Bedri Baykam’a “Tablonu bu fiyata niye satıyorsun” diye eleştiri yöneltmek kimsenin aklına geliyor mu? Gelmiyor.
Burada değerlendirilmesi gereken Cem Yılmaz’ın kendini bundan böyle nerede konumladığı, nerede durmaya karar verdiği...
Cem Yılmaz gençliğin ve kendini genç hissedenlerin yıldızıydı. Her yanıyla Türk’tü. Onu bağrına basan öyle hoşgörülü bir kesimdi ki, pahalı ve hızlı arabalara merakını, Porsche’leri, Audi TT’leri, BMW’leri, yeni satın aldığı evleri, birbirinden güzel sevgililerini, hep ona layık gördü. Bir ‘idol’ vardı karşılarında. Her idol gibi o da her türlü eleştiriden arındırılmıştı.
Oysa Cem Yılmaz şimdi konumlama değiştiriyor. Belki isteyerek, belki de istemeyerek. İletişim önlemi almazsa o kitle yavaş yavaş uzaklaşacak Yılmaz’dan. Yerine aslında onun kendini pek da yakın hissetmediği birkitle gelecek... Genç ve kendini genç hisseden Türkler, Porsche satın almayı affeder. Bilet fiyatlarının 250 milyon’a çıkmasından rencide olur.
“Bedava yaptığım gösterilere kimse sesini çıkarmadı” diye, hafif vefasızlık suçlaması getirmiş Cem Yılmaz. Evet popüler sanatın acımasızlığı burada yatar. Tarkan bir “Çişim geldi” dedi... Bir daha kendisini toparlayana kadar 2 yıl geçti...
Küçük bir özel not: Algılamalar gerçektir. Çünkü insanlar ona inanırlar, sevgili Cem...
Kısa... Kısa...
· Devlet Bakanı Beşir Atalay herkesin takdir ettiği iyi bir iş yaptı. Yıllar sonra İletişim Şurası’nı topladı. Şura devletin en üst kademelerinden destek gördü. Türkiye’nin bütün kalburüstü medyacıları iki gün süreyle haldır haldır çalışıp taslaklar hazırladılar. İyi hoş. Pekiyi, nerede bunun sonuçları. Ne oldu o raporlar. Ne yazıyordu o taslaklarda. Bakandan İletişim Şurası’nın iletişimini yapmasını dört gözle bekliyoruz.
· Management Center Türkiye ve Peryön’ün birlikte gerçekleştirecekleri 8. İnsan Kaynakları zirvesi 12-13 Mart günü Lütfi Kırdar’da yapılacak. Uluslararası yetkinlikte pek çok konuşmacı var. Yetkililerle konuştum. Katılımcıların profilini verecekler. Bakalım hangi yöneticiler kendilerini uluslararası bilgi ve tecrübe ile güncelleyecekler.
· Türkiye’nin en büyük reklam ajanslarının bağlı oldukları uluslararası network’lerin (ağların) web siteleri var. Hepsi de birbirinden muhteşem. Al, üniversitede “internet üzerinde iletişim” dersinde hiç çekinmeden örnek olarak göster. Terzi kendi söküğünü dikmiş bu kez: www.bbdo.com; www.loweworldwide.com; www.mccann.com; www.saatchi.com; www.yr.com. Girin hepsini mutlaka gezin. Yalnız, bu sitelerden bu şirketlerin Türkiye’deki temsilcilerinin sitelerine ulaşmaya kalkmayın. Çünkü yok. Bunlarla ilgili bilgi almak için ya telefon etmeniz ya da e-posta göndermeniz tavsiye ediliyor. Hayır, web site’leri var da ben mi bulamadım acaba. Aydınlatırlarsa sevinirim. Uzağa değil, hizmet verdikleri uluslararası şirketlerin sitelerine baksınlar. Onların Türkiye linkleri nasıl...
· Edward de Bono’dan tipik bir “Guru” olduğu için midir nedir, pek haz etmem. Ama şu sıra gecikmiş de olsa ilginç bir kitabını okuyorum: “Rekabet üstü” (Surpetition)... Pazarlamada ve iletişim de Michael Porter’in “Rekabet stratejilerine” karşı çıkıyor. Bu yaklaşımla ancak hayatta kalınabileceğini söylüyor. “Oysa hedef, rekabetin üstüne çıkmak olmalı” diyor. İlginç de bir örnek vermiş de Bono. Ford’a otoparkların %30’unu elinde tutan bir şirketi satın almayı ve bu otoparklara sadece Ford marka araçların park etmesine izin vermeyi, önermiş... Etik bulunmamış herhalde teklifi ve reddedilmiş. Fakat buna rağmen, rekabet üstü yaklaşımı anlamak için iyi bir örnek. Bunun gibi daha pek çokları var kitapta. Meraklılarına tavsiye olunur...
1) Volkswagen Phaeton
2) Tansaş (2. ve 3. filmler)
3) Arçelik (Direct Drive)
4) Cep Paket (Yılmaz Erdoğan)
5) Rejoice Kepek Şampuanı
6) Ak Emeklilik (Meltem Cumbul)
7) Lays Patates Cipsi
8) Becel Mayonez
9) Anadolu Sigorta
10) İstikbal Country Collection (Aile yemekte)
“Hemşireler... Öğretmenler... Koç’lar... Mentor’lar...”... İki insan arasındaki ilişkide taraflardan biri bu 4 rolden birini ya da birkaçını üstlenirmiş...Yanlarından geçerken bana bıraktıkları ile yetinmek zorunda olduklarım, yani mentor’larım, belki de katma değeri en yüksek dersleri verdiler bana. Bu mentor’lardan biri de, rahmetli Vehbi Koç’un en küçük kızı Suna Kıraç Hanım’dır.
1999 yılında, Vehbi Koç Vakfı iki gün iki gece süren bir “Arama Toplantısı” düzenlemişti. “Arama” sözü ile özdeşleşen Oğuz Babüroğlu hoca yönetiyordu toplantıyı. Koç Ailesi’nin yanı sıra Türkiye’nin bir çok önemli ismi de oradaydı. Biz de görev icabı davetliydik.
Herkes Vakfın gelecekte kendisini nasıl konumlaması gerektiğine dair görüşler ileri sürüyordu. Ben de söz aldım. Uzmanlığım gereği Vakfın iletişim konularına nasıl eğilmesi gerektiğini bir güzel anlattım. Anlamlı ve güzel konuştuğumdan emin bir şekilde yerime oturdum.
İlk kahve molasında Vakfın o dönemki başkanı Evren Artam geldi yanıma. “Suna Hanım rica ediyor” dedi, “Söylediklerin pek anlaşılmıyormuş. Biraz daha dikkat etsin; net ve açık konuşsun diyor...”
Biraz bozulmuştum. Öğleden sonraki bölümde bütün cesaretimi topladım. Çok net ve açık konuştum. Şahane fikirler attım ortaya...
Sonra yine kahve molası... Bu kez Koç Topluluğunun o dönemki CEO’su ve halen Holding Yönetim Kurulu Üyesi olan Temel Atay geldi yanıma... “Ali Bey’ciğim” dedi, “Suna Hanım haber gönderdi. Hiç konuşmasın, diyor. Hiçbir şey anlaşılmıyormuş söylediklerinden”...
Ya, işte böyle...
Bugün yazdıklarım, söylediklerim anlaşılıyorsa, bunda o gün Suna Hanım’ın net ve açık eleştirisinin katkısı büyüktür.
Aynı günlerdeydi galiba... Bu kez bir iş adamı dostuma “itibar yönetimini” anlatıyorum. Baş başayız... Kaptırmış gidiyorum ki, beni durdurdu: “Şunu 6 yaşında bir çocuğa anlatırmış gibi anlatsana Allah aşkına! Ali topu tut! şeklinde”... Bunu söyleyen de, leb demeden leblebiyi anlayan, bilgi ve zekasına aşırı saygı duyduğum bir kişiydi üstelik.
Yine düş kırıklığı yaşamıştım. Şimdilerde şükran duyuyorum o mentor’lara... Ne zormuş açık ve net olmak.
Hükümete de, karnından konuşmayı bırakıp, bize Irak konusunda neyin olup bittiğini açık ve net bir şekilde anlatacak iletişim sistemini kurması için ne lazım?... Nerede ilk günlerinizde sivil toplum kuruluşlarıyla kurduğunuz katılımcı iletişim köprüsü? Nerede sizi destekleyen ve bunu açıkça belirten sosyal paydaşlarınız?...
Değişime direnç
Bir sohbetimizde Garanti Bankası Murahhas üyesi ve çeşitli Doğuş Grubu şirketlerinin Yönetim Kurulu Başkanı Aclan Acar hoş bir fıkra anlattı. Konuyla ilişkisi dolaylı olsa da sizinle paylaşmak istedim:
Adam randevusuna bir hayli geciken arkadaşına çıkışmış: “Nerede kaldın yahu?”... “Vallahi” diye yanıtlamış arkadaşı “Kayınvalidemi gömdüm. Onun için geciktim.” Üstü başı yırtık pırtık, yara bere içindeki arkadaşına bakıp “Pekiyi” demiş birincisi şaşkınlık içinde: “Ya bu halin ne?”... Adam gözlerini ufka dikip derin bir iç geçirmiş:“Gömülürken çok direndi, kadıncağız...”
Siyasi iletişim ne zaman yapılır. Bizimkilere sorarsanız, “Seçimlere üç ay kala!” yanıtını alabilirsiniz. Oysa iletişimin üç kuralı, tutarlılık, yaratıcılık, süreklilik siyasi iletişim için de geçerlidir. Bunlardan biri olmazsa sistem çöker.
Görüşlerine katılırım, katılmam ayrı mesele. Bu üç kuralı mükemmel uygulayan şu an için bir tek siyasi parti var: Genç Parti. Hitler’in propaganda bakanı Goebels’in görüşlerine de katılmadım hiçbir zaman, ama iletişim tarihinin en önemli kişilerinden biri olduğunu her zaman teslim ettim.
Türkiye’de her şey gibi siyasette de iletişim anlayışı değişiyor. Fakat değişmeyen tek şey, değişime karşı direnç. “Eski köye yeni adet mi getiriyorsun”, “Bizde işler böyle yapılır”, “Neyin ne zaman yapılacağını biz biliriz” ile idare edip duranlarla, değişimi tetikleyenler arasındaki mücadeleyi ikinciler kazanacak.
Herkesi kazandıran dizi
Reklamlarda şöhret kullanmak ince iştir. Reklam, bazen şöhrete hizmet eder (Banu Alkan-İxir; M. Ali Erbil-Masionette havlu) bazen de esas amaca uygun olarak ürüne (Hülya Avşar-Molped; Yılmaz Erdoğan-Telsim).
“Çocuklar Duymasın” dizisinin pek çok oyuncusu reklam filmlerinde oynuyor. Durum nedir diye merak ettim. Linens markasının sahibi Zorlu Tekstil Grubu Genel Koordinatörü Vedat Aydın’a sordum. Aydın sonuçtan memnun:
“Bu bizim ikinci reklamımız. Birincisinde daha çok mağazaları ve konsepti tanıtmaya çalıştık. Mağazalara giren müşteri sayısı 3 misli arttı. Tabii ki ciro da ciddî oranda arttı. İkinci reklam ise ürüne yönelikti. Reklamda gösterdiğimiz desenler yok sattı. Mayıs ayında yine ürüne yönelik, bu kez perdelerimiz için reklam yapacağız.
Pazar yerlerinde satılanları saymazsak taç ve linens’in çarşaf-nevresim takım işinde pazar payı % 60’a ulaştı.
Pınar Altuğ-Tamer Karadağlı ikilisi ile anlaşmamız Eylül ayına kadar devam ediyor. Ondan sonrasını duruma göre değerlendireceğiz.”
Hüseyin ve İsmail’in rol aldığı reklamlar ne kadar başarılı bilmiyorum. Meltem Cumbul şu sıra Ak-Emeklilik reklamında oynuyor. Hidayet Türkoğlu Sprite’da, Şebnem Dönmez Migros’da, Mustafa Topaloğlu Telsim servisinin reklamında rol alıyorlar. İlgililer bilgi verirlerse burada sizlerle bu reklamların da sonuçlarını paylaşırım. Bilinen bir şey var ki o da,“Çocuklar Duymasın” herkesi kazandırıyor. Başta seyirciler, nasibini almayan yok.
Algılamalar gerçektir
En pahalı yer 250 milyon en ucuz yer 30 milyon. Cem Yılmaz gösterisi fiyatları. Asgari ücret şu kadar... Yoksulluk sınırı bu kadar. Bir de parmağında kocaman yüzük. Boynunda nal gibi kolye...
Vurun Cem Yılmaz’a...
Oysa kimsenin Cem Yılmaz’ı eleştirmeye hakkı yok. Bedri Baykam’a “Tablonu bu fiyata niye satıyorsun” diye eleştiri yöneltmek kimsenin aklına geliyor mu? Gelmiyor.
Burada değerlendirilmesi gereken Cem Yılmaz’ın kendini bundan böyle nerede konumladığı, nerede durmaya karar verdiği...
Cem Yılmaz gençliğin ve kendini genç hissedenlerin yıldızıydı. Her yanıyla Türk’tü. Onu bağrına basan öyle hoşgörülü bir kesimdi ki, pahalı ve hızlı arabalara merakını, Porsche’leri, Audi TT’leri, BMW’leri, yeni satın aldığı evleri, birbirinden güzel sevgililerini, hep ona layık gördü. Bir ‘idol’ vardı karşılarında. Her idol gibi o da her türlü eleştiriden arındırılmıştı.
Oysa Cem Yılmaz şimdi konumlama değiştiriyor. Belki isteyerek, belki de istemeyerek. İletişim önlemi almazsa o kitle yavaş yavaş uzaklaşacak Yılmaz’dan. Yerine aslında onun kendini pek da yakın hissetmediği birkitle gelecek... Genç ve kendini genç hisseden Türkler, Porsche satın almayı affeder. Bilet fiyatlarının 250 milyon’a çıkmasından rencide olur.
“Bedava yaptığım gösterilere kimse sesini çıkarmadı” diye, hafif vefasızlık suçlaması getirmiş Cem Yılmaz. Evet popüler sanatın acımasızlığı burada yatar. Tarkan bir “Çişim geldi” dedi... Bir daha kendisini toparlayana kadar 2 yıl geçti...
Küçük bir özel not: Algılamalar gerçektir. Çünkü insanlar ona inanırlar, sevgili Cem...
Kısa... Kısa...
· Devlet Bakanı Beşir Atalay herkesin takdir ettiği iyi bir iş yaptı. Yıllar sonra İletişim Şurası’nı topladı. Şura devletin en üst kademelerinden destek gördü. Türkiye’nin bütün kalburüstü medyacıları iki gün süreyle haldır haldır çalışıp taslaklar hazırladılar. İyi hoş. Pekiyi, nerede bunun sonuçları. Ne oldu o raporlar. Ne yazıyordu o taslaklarda. Bakandan İletişim Şurası’nın iletişimini yapmasını dört gözle bekliyoruz.
· Management Center Türkiye ve Peryön’ün birlikte gerçekleştirecekleri 8. İnsan Kaynakları zirvesi 12-13 Mart günü Lütfi Kırdar’da yapılacak. Uluslararası yetkinlikte pek çok konuşmacı var. Yetkililerle konuştum. Katılımcıların profilini verecekler. Bakalım hangi yöneticiler kendilerini uluslararası bilgi ve tecrübe ile güncelleyecekler.
· Türkiye’nin en büyük reklam ajanslarının bağlı oldukları uluslararası network’lerin (ağların) web siteleri var. Hepsi de birbirinden muhteşem. Al, üniversitede “internet üzerinde iletişim” dersinde hiç çekinmeden örnek olarak göster. Terzi kendi söküğünü dikmiş bu kez: www.bbdo.com; www.loweworldwide.com; www.mccann.com; www.saatchi.com; www.yr.com. Girin hepsini mutlaka gezin. Yalnız, bu sitelerden bu şirketlerin Türkiye’deki temsilcilerinin sitelerine ulaşmaya kalkmayın. Çünkü yok. Bunlarla ilgili bilgi almak için ya telefon etmeniz ya da e-posta göndermeniz tavsiye ediliyor. Hayır, web site’leri var da ben mi bulamadım acaba. Aydınlatırlarsa sevinirim. Uzağa değil, hizmet verdikleri uluslararası şirketlerin sitelerine baksınlar. Onların Türkiye linkleri nasıl...
· Edward de Bono’dan tipik bir “Guru” olduğu için midir nedir, pek haz etmem. Ama şu sıra gecikmiş de olsa ilginç bir kitabını okuyorum: “Rekabet üstü” (Surpetition)... Pazarlamada ve iletişim de Michael Porter’in “Rekabet stratejilerine” karşı çıkıyor. Bu yaklaşımla ancak hayatta kalınabileceğini söylüyor. “Oysa hedef, rekabetin üstüne çıkmak olmalı” diyor. İlginç de bir örnek vermiş de Bono. Ford’a otoparkların %30’unu elinde tutan bir şirketi satın almayı ve bu otoparklara sadece Ford marka araçların park etmesine izin vermeyi, önermiş... Etik bulunmamış herhalde teklifi ve reddedilmiş. Fakat buna rağmen, rekabet üstü yaklaşımı anlamak için iyi bir örnek. Bunun gibi daha pek çokları var kitapta. Meraklılarına tavsiye olunur...
1) Volkswagen Phaeton
2) Tansaş (2. ve 3. filmler)
3) Arçelik (Direct Drive)
4) Cep Paket (Yılmaz Erdoğan)
5) Rejoice Kepek Şampuanı
6) Ak Emeklilik (Meltem Cumbul)
7) Lays Patates Cipsi
8) Becel Mayonez
9) Anadolu Sigorta
10) İstikbal Country Collection (Aile yemekte)