‘Acezenin ittifakından korkarım’…
03 Mayıs 2018 - Yeni Şafak
Gazetelerde okumuşsunuzdur. İran’da düşen ve 11 kişinin hayatını kaybettiği özel jet kazasına, pilotun önündeki hız göstergesinin çalışmaması ve bu nedenle pilotların panik içinde gereken hareketleri sağlıklı bir şekilde yapamamış olmaları, neden olarak gösteriliyor.
Uçağın hızını üç tane pitotüpe bağlı üç ekran gösteriyormuş. İçinden geçen havaya göre hızı ölçen üç pitotüpten ikisi burnun solunda, biri de sağında bulunuyormuş. Soldakilerden biri birden bozulmuş ve hızı yüksek göstermeye başlamış. Pilotlar diğer ikisine bakıp durumu anlasalar, ya da uçağın yönetimini co-pilot (yardımcı pilot) devralsaymış, feci sonla karşı karşıya gelinmeyecekmiş. Oysa kaptan pilot, önündeki yanlış gösteren hız göstergesi nedeniyle, uçağın hızının fazla arttığını sanarak burnu sürekli yukarı kaldırmaya çalıştığı için, uçak ‘stall’ açısına girmiş (süratsizlik) ve kendi ekseni etrafında hızla dönerek düşmeye ve parçalanmaya başlamış…
Hayli dramatik ve elbette beklenmeyen bir durum…
Demek ki, göstergeleri doğru okumak, göstergelerin sayısını artırmak ve birbirinden farklı gelen bilgileri çapraz kontrollerle (cross-check) sürekli denetlemek hayatî önem arz edebiliyor.
AK Parti bu olmazsa olmaz navigasyon bilgisini her zaman göz önünde bulundurmuş ve sonuçları doğru değerlendirmiştir. Ancak şimdi de yapabilmekte midir? Tam emin değilim…
Gözlemleyebildiğimiz kadarıyla, her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanı’nın açık ve kapalı alan toplantılarına son derece coşkulu katılımlar söz konusu olsa da, muhalefetin içinde bulunduğu zayıflığın yarattığı ortam bir yanda, “Cumhurbaşkanımız 51 tane mitingde çıkar konuşur, bunlar da zaten TV’lerden yayınlanır; biz de her iki seçimi alırız!” şeklindeki rehavet öte yanda, AK Parti saflarındaki ‘şişik ego’ sendromunu bir kez daha gündeme getirebilmekte… 7 Haziran kâbusu unutulmamalıdır. O tarihi dönemeç de yine Sayın Cumhurbaşkanının siyasî iletişim ve taktik dehasıyla kazasız belasız atlatılmıştı.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde de ifade etmiştik. Seçimler, TV’de izlerken, bir fikriyatın nasıl sakız çiğnemeye dönüştürülebileceğini kanıtlamaktan geri durmayan, aslında böyle algılandığının da farkında olmayan bazı konuşmacıların ima ettikleri gibi, hiçbir taraf açısından çantada keklik değildir.
İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Koruyucu Hekimlik ve Halk Sağlığı hocalarından rahmetli Prof. Dr. Sıtkı Velicangil hocanın Ziya Paşa'dan naklen pek sık kullandığı iddia edilen o ünlü sözü sık sık hatırlamakta yarar var: “Acezenin ittifakından korkarım”… Acizler bir araya hem de ilkesiz bir şekilde geldiler mi, bir durup düşüneceksin…
15 vekilin İP’ye kiralanmasının hemen ardından Cumhurbaşkanı’nın, grup toplantısındaki konuşması sırasında “Tuhaf şeyler oluyor” şeklindeki ifadesi ve bu ifadesi sırasındaki vücut dilini doğru okumak gerekir…
Bu ‘aceze ittifakı’nın belki doğrudan ‘desteklemediği’, ancak tahterevallinin diğer ucunda oturanların arasında sotalanmış, arka plandaki unsurlar tarafından ‘desteklendiği’, biraz yukarı çıkılarak bakıldığında ayan beyan görülebilecek bir gerçeklik iken, sormak lazım gelmez mi, birbirlerini ilkeli bir birlik içinde değil de, sadece pragmatik hedeflere uygunluk açısından birbirleriyle sokakta karşılaşıp kaynaşıvermiş algısı veren bu amorf bileşime destek verenler, sizce kimlerden oluşmaktadır? Seçimler erkene çekilmese bu sokak potansiyeline desteğini sistemli plânlar dahilinde yürütecek olanlar kimler olabilirdi? Akla ilk gelenler, ‘aceze ittifakı’nın mutfak fayansı üzerine bıraktığı reçel izine üşüşenlerdir elbette: FETÖ, PKK ve türevleri… Biraz daha ötedeki gizli haşere yuvalarında da, bölgede güçlü, millî bağımsızlıktan yana bir Türkiye istemeyen bilumum ülkelerin istihbarat servislerini aklımızdan geçirirsek, çok mu yanılmış oluruz? 15 Temmuz öncesi ve sonrası yaşananları unutacak kadar belleğimiz balıklaştıysa, her görüşte merdiveni yeniden icat ediyorsak, bu oluşan yeni dörtlü anlaşma’nın, kimin kimi niye kolladığının manasını ve görünmeyen yüzünü de anlamakta zorlanacağız demektir.
Türkiye’nin geleceğini inşa sürecinde Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilanından sonraki en kritik kırılma noktalarından biri olmaya aday 24 Haziran seçimlerini düşünürken bizim gazetenin dünkü manşetine takıldı gözlerim: “6. Büyük Küresel Ağ”…
Belli ki Parti’nin 24 Haziran beyannamesinde ‘küresel vizyon’ önemli yer tutacak. Bu çerçevede dünya genelindeki diplomatik temsilcilik sayımız 236’ya yükselecekmiş. Beyannamenin mesajlarından biri “Dünya mazlumları ve mağdurları için adalet, özgürlük ve demokrasi ideallerini savunacağız” olarak belirlenmiş.
Çok güzel… Sadece Elçilikler değil ki bizi temsil edenler… Ekonomi Bakanlığının temsilcilikleri var… Basın Ataşelikleri var… Kültür ve Turizm Bakanlığının temsilcilikleri var. Milli Eğitim Bakanlığının temsilcilikleri var… Diyanet’in elemanları var… Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) var… Yunus Emre Enstitüsü var… Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı var… Ve Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü var…
Bütün bu birimler Türkiye’nin algısını yönetme planı çerçevesinde hangi strateji etrafında, nasıl bir koordinasyon içinde hareket ediyorlar acaba… Üst iradenin ileri bir vizyon doğrultusunda karar alması yetmiyor… Söylemek istediğimiz budur.
Uçağın hızını üç tane pitotüpe bağlı üç ekran gösteriyormuş. İçinden geçen havaya göre hızı ölçen üç pitotüpten ikisi burnun solunda, biri de sağında bulunuyormuş. Soldakilerden biri birden bozulmuş ve hızı yüksek göstermeye başlamış. Pilotlar diğer ikisine bakıp durumu anlasalar, ya da uçağın yönetimini co-pilot (yardımcı pilot) devralsaymış, feci sonla karşı karşıya gelinmeyecekmiş. Oysa kaptan pilot, önündeki yanlış gösteren hız göstergesi nedeniyle, uçağın hızının fazla arttığını sanarak burnu sürekli yukarı kaldırmaya çalıştığı için, uçak ‘stall’ açısına girmiş (süratsizlik) ve kendi ekseni etrafında hızla dönerek düşmeye ve parçalanmaya başlamış…
Hayli dramatik ve elbette beklenmeyen bir durum…
Demek ki, göstergeleri doğru okumak, göstergelerin sayısını artırmak ve birbirinden farklı gelen bilgileri çapraz kontrollerle (cross-check) sürekli denetlemek hayatî önem arz edebiliyor.
AK Parti bu olmazsa olmaz navigasyon bilgisini her zaman göz önünde bulundurmuş ve sonuçları doğru değerlendirmiştir. Ancak şimdi de yapabilmekte midir? Tam emin değilim…
Gözlemleyebildiğimiz kadarıyla, her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanı’nın açık ve kapalı alan toplantılarına son derece coşkulu katılımlar söz konusu olsa da, muhalefetin içinde bulunduğu zayıflığın yarattığı ortam bir yanda, “Cumhurbaşkanımız 51 tane mitingde çıkar konuşur, bunlar da zaten TV’lerden yayınlanır; biz de her iki seçimi alırız!” şeklindeki rehavet öte yanda, AK Parti saflarındaki ‘şişik ego’ sendromunu bir kez daha gündeme getirebilmekte… 7 Haziran kâbusu unutulmamalıdır. O tarihi dönemeç de yine Sayın Cumhurbaşkanının siyasî iletişim ve taktik dehasıyla kazasız belasız atlatılmıştı.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde de ifade etmiştik. Seçimler, TV’de izlerken, bir fikriyatın nasıl sakız çiğnemeye dönüştürülebileceğini kanıtlamaktan geri durmayan, aslında böyle algılandığının da farkında olmayan bazı konuşmacıların ima ettikleri gibi, hiçbir taraf açısından çantada keklik değildir.
İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Koruyucu Hekimlik ve Halk Sağlığı hocalarından rahmetli Prof. Dr. Sıtkı Velicangil hocanın Ziya Paşa'dan naklen pek sık kullandığı iddia edilen o ünlü sözü sık sık hatırlamakta yarar var: “Acezenin ittifakından korkarım”… Acizler bir araya hem de ilkesiz bir şekilde geldiler mi, bir durup düşüneceksin…
15 vekilin İP’ye kiralanmasının hemen ardından Cumhurbaşkanı’nın, grup toplantısındaki konuşması sırasında “Tuhaf şeyler oluyor” şeklindeki ifadesi ve bu ifadesi sırasındaki vücut dilini doğru okumak gerekir…
Bu ‘aceze ittifakı’nın belki doğrudan ‘desteklemediği’, ancak tahterevallinin diğer ucunda oturanların arasında sotalanmış, arka plandaki unsurlar tarafından ‘desteklendiği’, biraz yukarı çıkılarak bakıldığında ayan beyan görülebilecek bir gerçeklik iken, sormak lazım gelmez mi, birbirlerini ilkeli bir birlik içinde değil de, sadece pragmatik hedeflere uygunluk açısından birbirleriyle sokakta karşılaşıp kaynaşıvermiş algısı veren bu amorf bileşime destek verenler, sizce kimlerden oluşmaktadır? Seçimler erkene çekilmese bu sokak potansiyeline desteğini sistemli plânlar dahilinde yürütecek olanlar kimler olabilirdi? Akla ilk gelenler, ‘aceze ittifakı’nın mutfak fayansı üzerine bıraktığı reçel izine üşüşenlerdir elbette: FETÖ, PKK ve türevleri… Biraz daha ötedeki gizli haşere yuvalarında da, bölgede güçlü, millî bağımsızlıktan yana bir Türkiye istemeyen bilumum ülkelerin istihbarat servislerini aklımızdan geçirirsek, çok mu yanılmış oluruz? 15 Temmuz öncesi ve sonrası yaşananları unutacak kadar belleğimiz balıklaştıysa, her görüşte merdiveni yeniden icat ediyorsak, bu oluşan yeni dörtlü anlaşma’nın, kimin kimi niye kolladığının manasını ve görünmeyen yüzünü de anlamakta zorlanacağız demektir.
Türkiye’nin geleceğini inşa sürecinde Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilanından sonraki en kritik kırılma noktalarından biri olmaya aday 24 Haziran seçimlerini düşünürken bizim gazetenin dünkü manşetine takıldı gözlerim: “6. Büyük Küresel Ağ”…
Belli ki Parti’nin 24 Haziran beyannamesinde ‘küresel vizyon’ önemli yer tutacak. Bu çerçevede dünya genelindeki diplomatik temsilcilik sayımız 236’ya yükselecekmiş. Beyannamenin mesajlarından biri “Dünya mazlumları ve mağdurları için adalet, özgürlük ve demokrasi ideallerini savunacağız” olarak belirlenmiş.
Çok güzel… Sadece Elçilikler değil ki bizi temsil edenler… Ekonomi Bakanlığının temsilcilikleri var… Basın Ataşelikleri var… Kültür ve Turizm Bakanlığının temsilcilikleri var. Milli Eğitim Bakanlığının temsilcilikleri var… Diyanet’in elemanları var… Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı (TİKA) var… Yunus Emre Enstitüsü var… Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı var… Ve Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü var…
Bütün bu birimler Türkiye’nin algısını yönetme planı çerçevesinde hangi strateji etrafında, nasıl bir koordinasyon içinde hareket ediyorlar acaba… Üst iradenin ileri bir vizyon doğrultusunda karar alması yetmiyor… Söylemek istediğimiz budur.