Adalet Bakanı ‘müşteki’ olamaz…
27 HAZİRAN 2010
Sevmem ya, hadi diyelim ki sevdim, ben kalkıp dedikodu yapabilirim; ya da faraziyeler ileri sürebilirim; bilim kurgu filmlerine taş çıkartacak soyutlamalarda bulunabilirim… En fazlası, beni ya kimse kale almaz ya da ciddiye alıp karşı görüş bildirir polemiğe girer… Bütün bunları ben yapabilirim, diğer gazeteci arkadaşlar da yapabilirler, ancak devletin bakanlık koltuğunda oturan bir zatı muhterem yapamaz…
Bunlardan biri, hem de Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in bizatihi kendisi, Fethullah Hoca Efendi Cemaati’nin düzenlediği Abant Platformu’nun “Vesayet ve demokrasi” adını taşıyan son toplantısında kalkmış demiş ki:
“Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü ‘şüpheli’dir. İlk sivil cumhurbaşkanı olması derin güçleri rahatsız etti. 1960, 1970 ve 1980'de yaşananları günümüz koşullarında bile açıklanamamıştır. 1993 yılı 90'lı yılların en karanlık yılı olmuştur. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın şüpheli ölümü, Eşref Bitlis'in şüpheli bir kazada hayatını kaybetmesi o döneme rastlar”…
Adalet Bakanı o yıl öldürülmüş diğer isimleri de sıralıyor… Ancak onlar ile ilgili adalet mekanizması zaten çalıştırılmıştı. Özal ile Bitlis için ise bildiğimiz kadarıyla hiçbir derinlemesine hukuki adım atılmamıştır… Ancak Bakan devletin bütün güçlerini elinde tutması gereken bir konumdadır ve o güçleri harekete geçirecek erk elinde mevcuttur… O olmazsa ‘hakimi mutlak’ durumunda olan hükümetinin gereken kudreti en azından ‘kağıt üzerinde’ vardır… Bu nedenle Sayın Bakan konudan ‘müşteki’ olamaz; ‘serzenişte’ bulunamaz…
Meclis Araştırma komisyonları, kolluk kuvvetleri, istihbarat birimleri harekete geçirilir… ‘Derin Güçler’ hallaç pamuğu gibi atılır. En azından benim vatandaş olarak talebim Adalet Bakanının adaletin tecellisi için çaba harcamasıdır, ‘laf üretmek’, ‘hislenmek’ için değil… Ben sıkıldım çünkü. Özal da, Bitlis Paşa da öldükleri günden bu yana dedikodu malzemesi yapılmışlardır. Gündem değiştirmek için kullanılmışlardır… İhtiyacımız olan gündemin değiştirilmesi değil, karanlıkların aydınlığa kavuşturulmasıdır. Adalet Bakanımız bunu kendisi kotaramıyorsa mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine falan gidebilir… Ya da kalkar neden kotaramadığını. Kendisini kimlerin nasıl engellediğini anlatır millete… AK Parti ‘milletle bütünleşme açılımının partisi olduğunu’ iddia edip durmuyor mu? Buyurun davul da tokmak da sizin elinizde… Ya da en azından biz öyle biliyoruz…
Çalışma tatiline az kaldı
Temmuz’a yaklaşıyoruz… İlk haftadan itibaren Eylül’e kadar yokuz… İki ay Bozcaada… Ama dükkân açık… Köşe yazılarına aralı da olsa devam… Bu arada bitecek iki kitap var… Biri müşteri ilişkileri yönetimi üzerine; diğeri iletişimin temel kavramları üzerine kaleme alınmış örneklerle süslü yazılar…
İki de tercüme hazırlanıyor… “Algılama Yönetimi”nin İngilizcesi ve Almancası çıkacak… Haydi hayırlısı…
Bu sefer kendime yılbaşında koyduğum ‘Bireysel Gelişim Hedeflerine’ uymak niyetindeyim. Buna kilo vermek de dahil… Sonra düş kırıklığına uğruyorum. Hadi biraz daha entelektüel bir ‘açılım’ getirelim: ‘Frustre’ oluyorum…
Bu arada bir küçük not da bize e-posta yollayanlara… Gönderen satırında ‘[email protected]’ türü ne idüğü belirsiz adresler yazan e-postalara, ana metnin altında isim belirtilmiş olsa dahi, telefon ve/veya adres notu bulunmuyorsa kesinlikle yanıt vermemeye çalışıyorum… (numarası gizli telefonları kesinlikle açmadığım gibi)… Ben internet ortamında müstear isimle (nickname) dolanmıyorum; yerim yurdum belli… Onun için bana yazanlar da açık kimlikleri ile yazarlarsa, görüşleri ne olursa olsun, yazdıklarını burada tartışmaya, ya da en azında yanıt vermeye çalışıyorum…
Şimdiden iyi tatiller…
Bunlardan biri, hem de Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in bizatihi kendisi, Fethullah Hoca Efendi Cemaati’nin düzenlediği Abant Platformu’nun “Vesayet ve demokrasi” adını taşıyan son toplantısında kalkmış demiş ki:
“Eski Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ölümü ‘şüpheli’dir. İlk sivil cumhurbaşkanı olması derin güçleri rahatsız etti. 1960, 1970 ve 1980'de yaşananları günümüz koşullarında bile açıklanamamıştır. 1993 yılı 90'lı yılların en karanlık yılı olmuştur. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın şüpheli ölümü, Eşref Bitlis'in şüpheli bir kazada hayatını kaybetmesi o döneme rastlar”…
Adalet Bakanı o yıl öldürülmüş diğer isimleri de sıralıyor… Ancak onlar ile ilgili adalet mekanizması zaten çalıştırılmıştı. Özal ile Bitlis için ise bildiğimiz kadarıyla hiçbir derinlemesine hukuki adım atılmamıştır… Ancak Bakan devletin bütün güçlerini elinde tutması gereken bir konumdadır ve o güçleri harekete geçirecek erk elinde mevcuttur… O olmazsa ‘hakimi mutlak’ durumunda olan hükümetinin gereken kudreti en azından ‘kağıt üzerinde’ vardır… Bu nedenle Sayın Bakan konudan ‘müşteki’ olamaz; ‘serzenişte’ bulunamaz…
Meclis Araştırma komisyonları, kolluk kuvvetleri, istihbarat birimleri harekete geçirilir… ‘Derin Güçler’ hallaç pamuğu gibi atılır. En azından benim vatandaş olarak talebim Adalet Bakanının adaletin tecellisi için çaba harcamasıdır, ‘laf üretmek’, ‘hislenmek’ için değil… Ben sıkıldım çünkü. Özal da, Bitlis Paşa da öldükleri günden bu yana dedikodu malzemesi yapılmışlardır. Gündem değiştirmek için kullanılmışlardır… İhtiyacımız olan gündemin değiştirilmesi değil, karanlıkların aydınlığa kavuşturulmasıdır. Adalet Bakanımız bunu kendisi kotaramıyorsa mesela Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine falan gidebilir… Ya da kalkar neden kotaramadığını. Kendisini kimlerin nasıl engellediğini anlatır millete… AK Parti ‘milletle bütünleşme açılımının partisi olduğunu’ iddia edip durmuyor mu? Buyurun davul da tokmak da sizin elinizde… Ya da en azından biz öyle biliyoruz…
Çalışma tatiline az kaldı
Temmuz’a yaklaşıyoruz… İlk haftadan itibaren Eylül’e kadar yokuz… İki ay Bozcaada… Ama dükkân açık… Köşe yazılarına aralı da olsa devam… Bu arada bitecek iki kitap var… Biri müşteri ilişkileri yönetimi üzerine; diğeri iletişimin temel kavramları üzerine kaleme alınmış örneklerle süslü yazılar…
İki de tercüme hazırlanıyor… “Algılama Yönetimi”nin İngilizcesi ve Almancası çıkacak… Haydi hayırlısı…
Bu sefer kendime yılbaşında koyduğum ‘Bireysel Gelişim Hedeflerine’ uymak niyetindeyim. Buna kilo vermek de dahil… Sonra düş kırıklığına uğruyorum. Hadi biraz daha entelektüel bir ‘açılım’ getirelim: ‘Frustre’ oluyorum…
Bu arada bir küçük not da bize e-posta yollayanlara… Gönderen satırında ‘[email protected]’ türü ne idüğü belirsiz adresler yazan e-postalara, ana metnin altında isim belirtilmiş olsa dahi, telefon ve/veya adres notu bulunmuyorsa kesinlikle yanıt vermemeye çalışıyorum… (numarası gizli telefonları kesinlikle açmadığım gibi)… Ben internet ortamında müstear isimle (nickname) dolanmıyorum; yerim yurdum belli… Onun için bana yazanlar da açık kimlikleri ile yazarlarsa, görüşleri ne olursa olsun, yazdıklarını burada tartışmaya, ya da en azında yanıt vermeye çalışıyorum…
Şimdiden iyi tatiller…