Afiş doğru algılanmış...
01 Eylül 2006 - Marketing Türkiye
Haziran ayı ortasında yayınlanan dergide şöyle yazmışız: “İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde dersteyiz. Öğrenciler panodan indirdikleri bir afişi ‘Bu ne rezalet hocam’ diye getirdiler. TBWA\ISTANBUL’un stajyer ilanı. Eski bir kafes. Üzerinde ‘Stajyer – Internus stajus’ yazıyor. Öğrenciler ‘Bizi hayvan yerine mi koyuyorlar? Çok iyi bir ajans bile olsa gitmeyiz.’ dediler.”
‘Vur ama dinle!’ ilkesinden hareketle TBWA’den Ahmet Akın Bey’in yazdığı, bir tür ‘staj raporu’ niteliği de taşıyan mektubu buraya almakta bir an tereddüt etmedim:
“Başvuruda bulunan 97 kişiden 16’sı TBWA\ISTANBUL’da gerçek bir brief üzerinde çalışıp işlerini sunma fırsatı buldular. Yapılan sunumlar ajansın farklı birimlerinde çalışanlardan oluşan bir jüri tarafından değerlendirildikten sonra 9 kişi staj yapmaya hak kazandı.
Programın iletişimi için hazırladığımız afiş ile ilgili, başvuran öğrencilerin görüşlerini sizinle paylaşacağımı belirtmiştim. Aldığımız yorumları aşağıda bilgilerinize sunarım.
Genel olarak, adaylar iletişimi eğlenceli ve esprili bulmuştur.
‘Afişi gördüğümde, TBWA’in stajyer seçme işini bile ciddiye alan sıra dışı bir ajans olduğunu düşündüm. Çünkü ilk kez stajyerler için hazırlanmış bir afiş görmüştüm. Üstüne üstlük mesajı anlatma yolu da gayet esprili ve eğlenceli gelmişti.’
‘Stajyer kavramı çok eğlenceli, ironik bir dille anlatılmış.’
‘Afişi ilk gördüğüm zaman aklıma TBWA\ISTANBUL beni hapsedecek, köle gibi kullanacak gibi düşünceler gelmedi. Sadece şirket-stajyer ilişkisine esprili bir dille yaklaşılmıştı.”’
‘Bir yandan manidar, bir yandan da anlıyorum ki çok gerçekçi. Zira kimdir stajyer? Kapı ağzında ha girdim ha gireceğim diye bekleyen, yeri geldiğinde kafes içinde tutulan bir hayvan gibi işe koşulan, yeri geldiğinde hayvanat bahçesindeki gibi gelip geçerken bir bakılan ama her halükarda göz önünde. Üstelik bunu büyük bir gönüllülükle kabul eden insan türü değil midir?’
‘Az nesne hatta tek bir nesne ile (kafesle) staj döneminin bir eğitim dönemi olduğu somutlaştırılmıştır.’
‘Afişi ilk gördüğümde rahatsızlık uyandırması gerekiyorken (stajyerlere bakış açısı); bende tam tersi bir etki bıraktı. Aslında afişte kafesi gösteriyorken ajansta stajyerleri kafese almak ve çok çalıştırmak değil; stajyerlere verdikleri değeri anladım.’
‘Sıkıyorsa gel dercesine bir kafes…Ufak da olsa caydırıcı bir etkisi olabilir; ama bana işlemedi. Esprili dili çok hoşuma gitti ama.’
1,5 ay sürecek olan programımız dahilinde 3 sanat yönetmeni, 2 reklam yazarı, 3 marka temsilcisi ve 1 stratejik planlamacı adayı staj yapmaktadır. Kampanyanın posterini ekte tekrar gönderiyorum. Saygılarımla, Ahmet Akın.”
Bir afiş; iki görüş... Ben sonuca bakarım. Ve Ahmet Bey’in kelamına itibar ederim. Anlaşılan, afiş hedefini bulmuş, hatta aşmış bile... O zaman doğru bir afiştir, demekte hiçbir beis yoktur. Bu arada TBWA’i staj programına verdiği önemden dolayı kutlamak gerekir. Gençlere ve staja angarya gibi bakmamak, onlara emek vermek her türlü takdirin üzerinde...
Bahçehir ve Bilgi atakta
Yıllarca eleman kalitesi diye kıvrandık durduk. Çünkü hepimiz çok iyi biliyorduk: Bir sektörün akademik boyutu eksik kalırsa, geleceği de güdük olur. Nasıl yıllarca bir şey yapılamadığından şikayet ettiysek şimdiden yapılan iyi şeyleri görmemiz, yüreklendirmemiz lazım.
Öncelikle, istenilen seviyede olmasa da, sektörde iletişim fakültesi mezunlarının sayıları artmaya başladı. İstanbul, Marmara, Eskişehir kendilerini yenilediler ve öne çıktılar. Özelde ise Bilgi, Bahçeşehir, Yeditepe, Kadir Has bu alana büyük yatırım yaptılar.
Son olarak iki program dikkatimi çekiyor. Biri Bahçeşehir’den. Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi de marka olayına el atmış. 2006 Eylül ayından itibaren Stratejik Pazarlama ve Marka Yönetimi başlığı altında Yüksek Lisans Programı açmış.
Diğeri Bilgi’den. 2006 Kasımında başlıyor: Reklam Tasarımı Yüksek Lisans Programı. Reklamcılık Vakfı da desek veriyormuş.
Aslında hocalara bakmak lazım. Yine ‘sen, ben, bizim oğlan’ durumu varsa, yazık olur.
Sabancı Üniversitesi Doğu’da...
Geçen yıl aynı programa kızım katılmamış olsa benim de belki haberim olmayacaktı. Oysa son derece tutarlı bir sosyal sorumluluk programı. Sabancı Üniversitesi (SÜ) imzasını taşıyor. Adı: Toplumsal Duyarlılık Projeleri... Üniversiteden 15 gönüllü öğrenci 2 hafta boyunca Şanlıurfa’da 120 ilköğretim öğrencisinin yeteneklerini geliştirerek özgüven kazanmaları sağlanıyor.
5 yıldır uygulanan program Urfa, Van, Mardin ve Diyarbakır’ı kapsamış durumda... Toplam 5 binden fazla öğrenciye ulaşılmış. Kızım Galatasaray Üniversitesi’nde okumasına rağmen bu programa katılmış ve Van’a gitmişti. Tam bir ay... Bu kentlere bırakın hizmet vermek için gitmeyi gezmeye götürmek için bile zor adam bulunduğu bir dönemde SÜ’nün bu etkinliği başarması iletişim ve ilişki yönetimi adına önemli bir olay.
İçinde Güler Sabancı’nın bulunmadığı neredeyse hiçbir Sabancı olayını haber yapmaya değer görmeyen basınımızın bu programı yakından izlemesinde büyük yarar var.
Böyle derinlik olmaz!
Hasbelkader AIESEC’in Yüksek Danışma Kurulu’ndayız... Ortalama iki ayda bir toplanıyoruz. AIESEC tecrübesini bütün gençlere tavsiye ederim. Ciddi bir program. Hem de eğlenceli. Yurt dışında staj diye tepineceğinize işte size fırsat. Çalın AIESEC’in kapısını. Göreceksiniz dünyanın da kapısı size açılacak.
Kendileriyle ilgili bu kadar pozitif duygular içinde olmama rağmen her toplantıda minik bir fırçam mutlaka vardır. Hem de hep aynı konuda. Ne o konu? Liderliğin çok kısa sürede el değiştirmesi. Başkan her yıl değişiyor. Diğer kadrolar da... Gel de vizyon geliştir; hizmet üret... Buna rağmen çok başarılı olmaları ancak bireysel gayretle mümkün oluyor.
Türkiye’nin tanıtımına yönelik reklam ajansı seçimi de Türkiye’de geçerli bürokratik uygulamalar nedeniyle biraz AIESEC işini andırıyor. Ağustos ayı sonunda yine bir konkur varmış... Ajanslar haldır haldır hazırlanacak. Bir tanesi kazanacak. Onaylanması, sürecin tamamlanması 2 ay... Araştırma hazırlık için koyun 2 ay... Etti 4 ay... Uygulama için en az 2 ay lazım etti 6 ay... Zaten yeni konkur için hazırlık dönemi gelmiş demektir... Bu konkur mantığı ile Türkiye’nin iletişim kültürüne köklü katma değerler getirmek olası değildir.
AISEC yönetiminde de işler böyle zaten... Kimse bir türlü derinlik kazanamıyor...
“Akrep gibisin kardeşim”
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ve Ömer Madra yıllardır Açık Radyo’da yırtınıp duruyorlar: Yaşam tehdit altında! Yaşam insanların tehdidi altında! Küresel ısınma sonucu her yıl sıcaklar daha da artıyor. İklimler değişiyor. Bu karbondioksit emisyonuyla 15 -20 yıla kalmaz, ciddi sonuçlarla karşılaşırız...
Türkiye Kyoto’yu takmıyor... Halk Kyoto’yu takmayan hükümeti takmıyor. Özel sektör çevre sorununu takmıyor... Özel sektörün çevre sorununu takmamasını onların hedef kitlesi takmıyor...
Türkiye’deki bütün araştırmalarda hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, sağlık, eğitim, güvenlik Türk halkının öncelikli ilgi alanları olarak ortaya çıkıyor. Çevre meseleleri ilk 5’te bile değil. Bu nedenle de ne özel sektör yaşamın sürdürülebilirliğini öncelikli sosyal sorumluluk alanı olarak ele alıyor, ne de siyasiler bir seçim yatırım alanı olarak görüyorlar iklim değişikliğini, çevre meselelerini...
‘Sürdürülebilir kalkınma’ pek alıcı buluyor da, bildiğimiz, sıradan ‘yaşamın sürdürülebilirliği’ Türkiye’de kimsenin ilgisini çekmiyor sanki...
Sonra yangınlar... Kene salgını... Suların kirlenmesi... Türlerin yok olması...
Bütün bunlar, nedense bana Nazım’ın ünlü şiirini hatırlattı:
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama --
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!
‘Vur ama dinle!’ ilkesinden hareketle TBWA’den Ahmet Akın Bey’in yazdığı, bir tür ‘staj raporu’ niteliği de taşıyan mektubu buraya almakta bir an tereddüt etmedim:
“Başvuruda bulunan 97 kişiden 16’sı TBWA\ISTANBUL’da gerçek bir brief üzerinde çalışıp işlerini sunma fırsatı buldular. Yapılan sunumlar ajansın farklı birimlerinde çalışanlardan oluşan bir jüri tarafından değerlendirildikten sonra 9 kişi staj yapmaya hak kazandı.
Programın iletişimi için hazırladığımız afiş ile ilgili, başvuran öğrencilerin görüşlerini sizinle paylaşacağımı belirtmiştim. Aldığımız yorumları aşağıda bilgilerinize sunarım.
Genel olarak, adaylar iletişimi eğlenceli ve esprili bulmuştur.
‘Afişi gördüğümde, TBWA’in stajyer seçme işini bile ciddiye alan sıra dışı bir ajans olduğunu düşündüm. Çünkü ilk kez stajyerler için hazırlanmış bir afiş görmüştüm. Üstüne üstlük mesajı anlatma yolu da gayet esprili ve eğlenceli gelmişti.’
‘Stajyer kavramı çok eğlenceli, ironik bir dille anlatılmış.’
‘Afişi ilk gördüğüm zaman aklıma TBWA\ISTANBUL beni hapsedecek, köle gibi kullanacak gibi düşünceler gelmedi. Sadece şirket-stajyer ilişkisine esprili bir dille yaklaşılmıştı.”’
‘Bir yandan manidar, bir yandan da anlıyorum ki çok gerçekçi. Zira kimdir stajyer? Kapı ağzında ha girdim ha gireceğim diye bekleyen, yeri geldiğinde kafes içinde tutulan bir hayvan gibi işe koşulan, yeri geldiğinde hayvanat bahçesindeki gibi gelip geçerken bir bakılan ama her halükarda göz önünde. Üstelik bunu büyük bir gönüllülükle kabul eden insan türü değil midir?’
‘Az nesne hatta tek bir nesne ile (kafesle) staj döneminin bir eğitim dönemi olduğu somutlaştırılmıştır.’
‘Afişi ilk gördüğümde rahatsızlık uyandırması gerekiyorken (stajyerlere bakış açısı); bende tam tersi bir etki bıraktı. Aslında afişte kafesi gösteriyorken ajansta stajyerleri kafese almak ve çok çalıştırmak değil; stajyerlere verdikleri değeri anladım.’
‘Sıkıyorsa gel dercesine bir kafes…Ufak da olsa caydırıcı bir etkisi olabilir; ama bana işlemedi. Esprili dili çok hoşuma gitti ama.’
1,5 ay sürecek olan programımız dahilinde 3 sanat yönetmeni, 2 reklam yazarı, 3 marka temsilcisi ve 1 stratejik planlamacı adayı staj yapmaktadır. Kampanyanın posterini ekte tekrar gönderiyorum. Saygılarımla, Ahmet Akın.”
Bir afiş; iki görüş... Ben sonuca bakarım. Ve Ahmet Bey’in kelamına itibar ederim. Anlaşılan, afiş hedefini bulmuş, hatta aşmış bile... O zaman doğru bir afiştir, demekte hiçbir beis yoktur. Bu arada TBWA’i staj programına verdiği önemden dolayı kutlamak gerekir. Gençlere ve staja angarya gibi bakmamak, onlara emek vermek her türlü takdirin üzerinde...
Bahçehir ve Bilgi atakta
Yıllarca eleman kalitesi diye kıvrandık durduk. Çünkü hepimiz çok iyi biliyorduk: Bir sektörün akademik boyutu eksik kalırsa, geleceği de güdük olur. Nasıl yıllarca bir şey yapılamadığından şikayet ettiysek şimdiden yapılan iyi şeyleri görmemiz, yüreklendirmemiz lazım.
Öncelikle, istenilen seviyede olmasa da, sektörde iletişim fakültesi mezunlarının sayıları artmaya başladı. İstanbul, Marmara, Eskişehir kendilerini yenilediler ve öne çıktılar. Özelde ise Bilgi, Bahçeşehir, Yeditepe, Kadir Has bu alana büyük yatırım yaptılar.
Son olarak iki program dikkatimi çekiyor. Biri Bahçeşehir’den. Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi de marka olayına el atmış. 2006 Eylül ayından itibaren Stratejik Pazarlama ve Marka Yönetimi başlığı altında Yüksek Lisans Programı açmış.
Diğeri Bilgi’den. 2006 Kasımında başlıyor: Reklam Tasarımı Yüksek Lisans Programı. Reklamcılık Vakfı da desek veriyormuş.
Aslında hocalara bakmak lazım. Yine ‘sen, ben, bizim oğlan’ durumu varsa, yazık olur.
Sabancı Üniversitesi Doğu’da...
Geçen yıl aynı programa kızım katılmamış olsa benim de belki haberim olmayacaktı. Oysa son derece tutarlı bir sosyal sorumluluk programı. Sabancı Üniversitesi (SÜ) imzasını taşıyor. Adı: Toplumsal Duyarlılık Projeleri... Üniversiteden 15 gönüllü öğrenci 2 hafta boyunca Şanlıurfa’da 120 ilköğretim öğrencisinin yeteneklerini geliştirerek özgüven kazanmaları sağlanıyor.
5 yıldır uygulanan program Urfa, Van, Mardin ve Diyarbakır’ı kapsamış durumda... Toplam 5 binden fazla öğrenciye ulaşılmış. Kızım Galatasaray Üniversitesi’nde okumasına rağmen bu programa katılmış ve Van’a gitmişti. Tam bir ay... Bu kentlere bırakın hizmet vermek için gitmeyi gezmeye götürmek için bile zor adam bulunduğu bir dönemde SÜ’nün bu etkinliği başarması iletişim ve ilişki yönetimi adına önemli bir olay.
İçinde Güler Sabancı’nın bulunmadığı neredeyse hiçbir Sabancı olayını haber yapmaya değer görmeyen basınımızın bu programı yakından izlemesinde büyük yarar var.
Böyle derinlik olmaz!
Hasbelkader AIESEC’in Yüksek Danışma Kurulu’ndayız... Ortalama iki ayda bir toplanıyoruz. AIESEC tecrübesini bütün gençlere tavsiye ederim. Ciddi bir program. Hem de eğlenceli. Yurt dışında staj diye tepineceğinize işte size fırsat. Çalın AIESEC’in kapısını. Göreceksiniz dünyanın da kapısı size açılacak.
Kendileriyle ilgili bu kadar pozitif duygular içinde olmama rağmen her toplantıda minik bir fırçam mutlaka vardır. Hem de hep aynı konuda. Ne o konu? Liderliğin çok kısa sürede el değiştirmesi. Başkan her yıl değişiyor. Diğer kadrolar da... Gel de vizyon geliştir; hizmet üret... Buna rağmen çok başarılı olmaları ancak bireysel gayretle mümkün oluyor.
Türkiye’nin tanıtımına yönelik reklam ajansı seçimi de Türkiye’de geçerli bürokratik uygulamalar nedeniyle biraz AIESEC işini andırıyor. Ağustos ayı sonunda yine bir konkur varmış... Ajanslar haldır haldır hazırlanacak. Bir tanesi kazanacak. Onaylanması, sürecin tamamlanması 2 ay... Araştırma hazırlık için koyun 2 ay... Etti 4 ay... Uygulama için en az 2 ay lazım etti 6 ay... Zaten yeni konkur için hazırlık dönemi gelmiş demektir... Bu konkur mantığı ile Türkiye’nin iletişim kültürüne köklü katma değerler getirmek olası değildir.
AISEC yönetiminde de işler böyle zaten... Kimse bir türlü derinlik kazanamıyor...
“Akrep gibisin kardeşim”
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ve Ömer Madra yıllardır Açık Radyo’da yırtınıp duruyorlar: Yaşam tehdit altında! Yaşam insanların tehdidi altında! Küresel ısınma sonucu her yıl sıcaklar daha da artıyor. İklimler değişiyor. Bu karbondioksit emisyonuyla 15 -20 yıla kalmaz, ciddi sonuçlarla karşılaşırız...
Türkiye Kyoto’yu takmıyor... Halk Kyoto’yu takmayan hükümeti takmıyor. Özel sektör çevre sorununu takmıyor... Özel sektörün çevre sorununu takmamasını onların hedef kitlesi takmıyor...
Türkiye’deki bütün araştırmalarda hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, sağlık, eğitim, güvenlik Türk halkının öncelikli ilgi alanları olarak ortaya çıkıyor. Çevre meseleleri ilk 5’te bile değil. Bu nedenle de ne özel sektör yaşamın sürdürülebilirliğini öncelikli sosyal sorumluluk alanı olarak ele alıyor, ne de siyasiler bir seçim yatırım alanı olarak görüyorlar iklim değişikliğini, çevre meselelerini...
‘Sürdürülebilir kalkınma’ pek alıcı buluyor da, bildiğimiz, sıradan ‘yaşamın sürdürülebilirliği’ Türkiye’de kimsenin ilgisini çekmiyor sanki...
Sonra yangınlar... Kene salgını... Suların kirlenmesi... Türlerin yok olması...
Bütün bunlar, nedense bana Nazım’ın ünlü şiirini hatırlattı:
Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
— demeğe de dilim varmıyor ama --
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!