Akıl ve erdem özürlü zenginler!..,
29 NİSAN 2012
Zenginin parası fakirin çenesini her zaman yormuştur. Bu da doğaldır. İnsan aklı her zaman kıyasla çalışır. Örneğin, “Ahmet uzun boyludur” tespiti eğer bir kıyas verisi yoksa çok net bir şey ifade etmez. Bildiğimiz bir başka ‘uzun’lukla (bu en iyisi metre olabilir) kıyaslanarak söylendiğinde ancak net olarak anlarız.
‘Roll model’, ‘Benchmark’ gibi uluslar arası yönetim kavramları bu nedenle ortaya çıkmıştır. Ayrıca sadece şahısların değil ülkelerin zengin olup olmadıklarını da insanlar hep merak etmiştir. Yine hedef ve durum belirleme açısından… Yoksa Türkiye’nin dünyanın 18’inci en büyük ekonomisi olması neden ilgilendirsin insanları?..
Forbes dergisinin bütün özelliği, zenginliği sergileme ve bir başarı kriteri olarak ele almasında yatar. ‘Dünyanın en zenginleri’, ‘Türkiye’nin en zenginleri’ vs…
Hele de bu sıralama verilen vergiye göre yapılmışsa, ‘kurumsal vatandaşlık’ adına tadından yenmez. Övünülecek bir şeydir. Aslanlar gibi kazanmış, aslanlar gibi ülkesine milletine karşı sorumluluğunu yerine getirmiş... Kapitalizmin, liberalizmin, kurumsal vatandaşlığın en önemli göstergelerinden biridir: Açıklık, şeffaflık… (Malum, bu iki kavram arasında ciddi fark var olduğunu da hatırlayalım.)
Peki ya adlarını gizleyenler… Böyle bir adamın şirketinde (yanında) çalışmak ister miydiniz?.. Emeksiz zahmetsiz kazanılan milli piyango ikramiyesini gizleyenle neredeyse aynı düzeyde. Feodal dünya görüşünün daniskası…
Bu bağlamda Koç ailesini gösterdikleri örnek davranıştan dolayı yürekten kutlamak gerek. İlk onda sadece onlardan 6 tanesinin adı var. Diğer dört akıl ve erdem fukarası zenginin ise bıraktıkları izlenim, ‘saklayacakları bir şeyleri var herhalde’ şeklinde…
Bu ‘fukara’ zenginlerin sayısı giderek artıyormuş. 2009’da 18 taneymiş; 2010’da 22’ye, 2011’de 27’ye ulaşmışlar. Gizlilik, feodalitenin tabiat özelliklerinden olduğuna göre, giderek orta çağ ahlâkı mı gelişiyor zenginlerimizde yoksa…
Bir de eğlence dünyasının üstün performansı ile (Seda Sayan, Acun Ilıcalı, Cem Yılmaz), reklam ve film yapımcılığı alanında büyük başarı kaydeden Yiğit Şardan’ın rekorları dikkatimi çekti. Onlara da helal olsun… Onlar kazansın biz konuşalım. İyi böyle. Yeter ki kafalarını kuma gömmesinler…
‘Geleceği yönetemiyorsan, değiştir!’
Türkiye’de faaliyet gösteren önemli Hollandalı şirketler, ülkeleri ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler başlangıcının 400. yılını kutlamak üzere birbirleriyle yarışıyorlar... Bu kapsamda Hollanda’nın ülke değerlerinden biri olan Rembrandt ve çağdaşlarının eserleri Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenmek üzere İstanbul’a getirildi…
Ana sponsorlardan Philips, bu sergi kapsamında Perşembe akşamı ilginç bir bir davet verdi. İstanbul’da erguvanların açmasıyla daha da farklı bir güzellik sergileyen Sakıp Sabancı Müzesi’nin Fıstıklı Terası’nın görkemli manzarasında bütün bir gece boyunca sanat, inovasyon ve müzik konuşuldu. Gecenin sunuculuğunu NTV’nin ünlü sanat programcısı Yekta Kopan yaptı… Canan Anderson ise kemanıyla harikalar yarattı.
Gecenin benim için önemli anlarından biri Philips’in en azından yarısına tanıklık ettiğim 120 yıllık tarihini anlatan iki filmi izlemekti… İlk traş makinemi nasıl unuturum? İki başlıydı. Onu almamışlar bile filme… O zamanlar için sakal tıraşında devrimdi…
O eski ve ‘içten’ reklamlar beni gençliğime götürürken, bir yandan da geleceğin ihtimaller üzerine kurulamayacağını gösterdi. Tam da bu aralar, Türk Telekom Genel Müdürü Gökhan Bozkurt’un Avea’nın çalışanlarıyla düzenlediği yıllık toplantısında bir kez daha altını çizdiği ‘geleceği yönetemiyorsan değiştir’ mottosuna takılmışken, Philips’in değişimi 120 yılda nasıl yönettiğine ve geleceği nasıl şekillendirdiğine bakmak heyecan vericiydi.
Philips’in 120 yılda (Türkiye’de 82 yıl) yaptığını o akşamki gösteri ve konuşmalardan çıkardığım kadarıyla 4 kelime ile özetlemek mümkün: “Eski köye yeni adet getirmek!” Rembrandt için ve bizi ‘aydınlattığın’ için teşekkürler Philips!..
Riya sadece sahibine zarar vermez
Her türlü medya aracılığıyla üzerimize üzerimize gelen mesajlar cangılında, algı kalıplarınızdaki kırmızı çizgilerin ne kadar inceleceği ya da ne kadar kalınlaşacağı kişinin dünya görüşü düzeyinin sığ ya da derin olmasıyla düz orantılı…
Oysa herkes ‘sınırlarını görme’ şansına pekalâ sahip. Sınırlarımızı ‘genişletmek’ten değil, ‘derinleştirmek’ten söz ediyorum tabii ki… Bize önderlik edecek ipucu, fevkalade manalı şu sözcüğün arkasında duruyor olabilir mi?: “Riya”
Bu sözcüğün sınırlarına yakınlaştığımızın farkına varabildiğimiz ve ders alabildiğimiz oranda büyüyoruz belki de…
Nasıl zengin parası çenemizi yorarsa, şöhretlinin özel hayatı da çenemizi meşgul eder; dikkatimizi çeker. Doğaldır. Onlara neden ‘yıldız’ denir ki? Yolumuzu aydınlatsınlar; onlara özenelim diye…
Hollywood starlarının evlenmeleri de haberdir, ayrılmaları da. Tabii ki, bizim ünlülerin birleşmeleri, boşanmaları da haberdir… Ancak arada bir fark vardır. Bizimkilere ders vermek hepimizin üstüne vazifedir… Hem de en kralından ahlak dersi…
Büyük kentlerimizde boşanma oranı %40’lara tırmanmaktadır. Ancak Ali ile Ayşe boşanınca çakmadığımız laf kalmaz. Hele Ali hasta eşini boşayıp evlenmiştir ya… Al başına belayı. Sanki bu dünyada ‘İnsana dair olan hiçbir şey bana yabancı değildir’ sözü, hiç söylenmemiş; kimseler de işitmemiştir. Ali Taran ve Ayşe Özyılmazel’in yaşadığı deneyimden kendilerine ders çıkartacakmış gibi meseleyi ağızlarına sakız edenlerin şu ‘riya’ sözcüğünü bir an için akıllarına getirmelerinde acaba bir yarar olur muydu?
Algı kalıplarınızı başkalarından çok, kendimiz oluşturabiliriz. Riyadan beslenen algılarınsa sadece sahibine zarar vermediğini akılda tutmalı…
‘Roll model’, ‘Benchmark’ gibi uluslar arası yönetim kavramları bu nedenle ortaya çıkmıştır. Ayrıca sadece şahısların değil ülkelerin zengin olup olmadıklarını da insanlar hep merak etmiştir. Yine hedef ve durum belirleme açısından… Yoksa Türkiye’nin dünyanın 18’inci en büyük ekonomisi olması neden ilgilendirsin insanları?..
Forbes dergisinin bütün özelliği, zenginliği sergileme ve bir başarı kriteri olarak ele almasında yatar. ‘Dünyanın en zenginleri’, ‘Türkiye’nin en zenginleri’ vs…
Hele de bu sıralama verilen vergiye göre yapılmışsa, ‘kurumsal vatandaşlık’ adına tadından yenmez. Övünülecek bir şeydir. Aslanlar gibi kazanmış, aslanlar gibi ülkesine milletine karşı sorumluluğunu yerine getirmiş... Kapitalizmin, liberalizmin, kurumsal vatandaşlığın en önemli göstergelerinden biridir: Açıklık, şeffaflık… (Malum, bu iki kavram arasında ciddi fark var olduğunu da hatırlayalım.)
Peki ya adlarını gizleyenler… Böyle bir adamın şirketinde (yanında) çalışmak ister miydiniz?.. Emeksiz zahmetsiz kazanılan milli piyango ikramiyesini gizleyenle neredeyse aynı düzeyde. Feodal dünya görüşünün daniskası…
Bu bağlamda Koç ailesini gösterdikleri örnek davranıştan dolayı yürekten kutlamak gerek. İlk onda sadece onlardan 6 tanesinin adı var. Diğer dört akıl ve erdem fukarası zenginin ise bıraktıkları izlenim, ‘saklayacakları bir şeyleri var herhalde’ şeklinde…
Bu ‘fukara’ zenginlerin sayısı giderek artıyormuş. 2009’da 18 taneymiş; 2010’da 22’ye, 2011’de 27’ye ulaşmışlar. Gizlilik, feodalitenin tabiat özelliklerinden olduğuna göre, giderek orta çağ ahlâkı mı gelişiyor zenginlerimizde yoksa…
Bir de eğlence dünyasının üstün performansı ile (Seda Sayan, Acun Ilıcalı, Cem Yılmaz), reklam ve film yapımcılığı alanında büyük başarı kaydeden Yiğit Şardan’ın rekorları dikkatimi çekti. Onlara da helal olsun… Onlar kazansın biz konuşalım. İyi böyle. Yeter ki kafalarını kuma gömmesinler…
‘Geleceği yönetemiyorsan, değiştir!’
Türkiye’de faaliyet gösteren önemli Hollandalı şirketler, ülkeleri ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler başlangıcının 400. yılını kutlamak üzere birbirleriyle yarışıyorlar... Bu kapsamda Hollanda’nın ülke değerlerinden biri olan Rembrandt ve çağdaşlarının eserleri Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergilenmek üzere İstanbul’a getirildi…
Ana sponsorlardan Philips, bu sergi kapsamında Perşembe akşamı ilginç bir bir davet verdi. İstanbul’da erguvanların açmasıyla daha da farklı bir güzellik sergileyen Sakıp Sabancı Müzesi’nin Fıstıklı Terası’nın görkemli manzarasında bütün bir gece boyunca sanat, inovasyon ve müzik konuşuldu. Gecenin sunuculuğunu NTV’nin ünlü sanat programcısı Yekta Kopan yaptı… Canan Anderson ise kemanıyla harikalar yarattı.
Gecenin benim için önemli anlarından biri Philips’in en azından yarısına tanıklık ettiğim 120 yıllık tarihini anlatan iki filmi izlemekti… İlk traş makinemi nasıl unuturum? İki başlıydı. Onu almamışlar bile filme… O zamanlar için sakal tıraşında devrimdi…
O eski ve ‘içten’ reklamlar beni gençliğime götürürken, bir yandan da geleceğin ihtimaller üzerine kurulamayacağını gösterdi. Tam da bu aralar, Türk Telekom Genel Müdürü Gökhan Bozkurt’un Avea’nın çalışanlarıyla düzenlediği yıllık toplantısında bir kez daha altını çizdiği ‘geleceği yönetemiyorsan değiştir’ mottosuna takılmışken, Philips’in değişimi 120 yılda nasıl yönettiğine ve geleceği nasıl şekillendirdiğine bakmak heyecan vericiydi.
Philips’in 120 yılda (Türkiye’de 82 yıl) yaptığını o akşamki gösteri ve konuşmalardan çıkardığım kadarıyla 4 kelime ile özetlemek mümkün: “Eski köye yeni adet getirmek!” Rembrandt için ve bizi ‘aydınlattığın’ için teşekkürler Philips!..
Riya sadece sahibine zarar vermez
Her türlü medya aracılığıyla üzerimize üzerimize gelen mesajlar cangılında, algı kalıplarınızdaki kırmızı çizgilerin ne kadar inceleceği ya da ne kadar kalınlaşacağı kişinin dünya görüşü düzeyinin sığ ya da derin olmasıyla düz orantılı…
Oysa herkes ‘sınırlarını görme’ şansına pekalâ sahip. Sınırlarımızı ‘genişletmek’ten değil, ‘derinleştirmek’ten söz ediyorum tabii ki… Bize önderlik edecek ipucu, fevkalade manalı şu sözcüğün arkasında duruyor olabilir mi?: “Riya”
Bu sözcüğün sınırlarına yakınlaştığımızın farkına varabildiğimiz ve ders alabildiğimiz oranda büyüyoruz belki de…
Nasıl zengin parası çenemizi yorarsa, şöhretlinin özel hayatı da çenemizi meşgul eder; dikkatimizi çeker. Doğaldır. Onlara neden ‘yıldız’ denir ki? Yolumuzu aydınlatsınlar; onlara özenelim diye…
Hollywood starlarının evlenmeleri de haberdir, ayrılmaları da. Tabii ki, bizim ünlülerin birleşmeleri, boşanmaları da haberdir… Ancak arada bir fark vardır. Bizimkilere ders vermek hepimizin üstüne vazifedir… Hem de en kralından ahlak dersi…
Büyük kentlerimizde boşanma oranı %40’lara tırmanmaktadır. Ancak Ali ile Ayşe boşanınca çakmadığımız laf kalmaz. Hele Ali hasta eşini boşayıp evlenmiştir ya… Al başına belayı. Sanki bu dünyada ‘İnsana dair olan hiçbir şey bana yabancı değildir’ sözü, hiç söylenmemiş; kimseler de işitmemiştir. Ali Taran ve Ayşe Özyılmazel’in yaşadığı deneyimden kendilerine ders çıkartacakmış gibi meseleyi ağızlarına sakız edenlerin şu ‘riya’ sözcüğünü bir an için akıllarına getirmelerinde acaba bir yarar olur muydu?
Algı kalıplarınızı başkalarından çok, kendimiz oluşturabiliriz. Riyadan beslenen algılarınsa sadece sahibine zarar vermediğini akılda tutmalı…