Akpet nasıl farklılaşacak?
15 temmuz 2007 - Marketing Türkiye
Akaryakıt reklamları gitgide birbirine benzemeye başladı. Hepsi, “benim benzinim daha iyi üstelik şu kadar oktan” diyor başka bir şey demiyor.
Aynı durum, bazı sektörlerde zaman zaman yaşanan bir travma haline geldi. Bir ara deterjan firmaları en iyi ben yıkarım diye yeri göğü inletirken Omo çıktı, “Kirlenmek güzeldir” konseptini işleyerek fark yarattı. Aslen bilgisayar üreticisi olmayan Beko da yaklaşık iki yıl önce yayınlanan bilgisayar reklamlarındaki yalın görüntüsü ile birbirinden sıkıcı bilgisayar reklamları arasından kendini gösterebilmişti.
Şimdi aynı sıkıntı, akaryakıt sektöründe kendini gösteriyor. Ülke çapında 700 istasyonu olmasına rağmen şimdiye kadar çok sesi çıkmayan Akpet, son reklamları ile ne yazık ki benzer girdaba girmiş durumda. Akpet’in reklam filminin kadrosu tam bir yıldızlar topluluğu. Yönetmen Sinan Çetin, müzikler Atilla Özdemiroğlu, başrolde ise Haluk Bilginer ile Avrupa Yakası’nın yıldızı Hasibe Eren. Böyle bir kadrodan mutlak başarı beklersiniz değil mi? Ne yazık ki bu isimlerin performansı, verilen mesajların sığlığı altında ezilip kalmış. Önce soralım:
Reklamlarda Akpet ne ile övünüyor? Kilit mesajı ne?
İstasyonlarında ıslak mendil, benzin, otogaz, hava-su, kağıt mendil ve araç tanıma sistemi olması ile. Peki bunları müşterisine sağlamayan firma kaldı mı? Kalmadığı gibi bedava araç yıkama, ücretsiz yağ değişimi gibi havuçlarla herkes birbirinin müşterisini kapmaya çalışıyor.
Akpet’in reklamlarını beğenen sayısı, azımsanmayacak kadar çok olsa da firma, reklamında müşterinin her zaman benzin aldığı istasyonu değiştirip Akpet’e yönlenmesini sağlayacak bir altyapı oluşturamıyor. Yani, reklam iyi de altı boş sanki...
İş bitmiş sayılmaz. Bu reklamlarda elde edinilen bilinirliği, PR faaliyetleri ve devam filmleri ile yayma ve genişletme fırsatı iyi değerlendirilirse sorun yok. Çünkü Akpet’in bu süreçte artık PR faaliyetlerine daha çok ihtiyacı var. Dünyanın en büyük halkla ilişkiler şirketlerinden Edelman’ın CEO’su Richard W. Edelman’ın, “Reklamcılığın egemen olduğu dönemin sonuna geldik. Bugün büyük markalar artık halkla ilişkilerle inşa ediliyor” sözü Akpet için biçilmiş kaftan...
7-15 yaş grubu Eti’yi kesmemeli
Hızlı tüketim sektöründe ayakta kalabilmek ve varlığını koruyabilmek için bazen dokuz canlı olmak da yetmeyebilir. Malı zamanında üreteceksin, Türkiye’nin her yerindeki bakkalın, marketin stoku bitmeden ulaştıracaksın, kaliteli ve ucuza ürün satacaksın...
Ulusal markaların, bu kadar yapılması gereken zorunlu hareket arasında bir de marketlerin kendi adına ürettikleri ürünlerle (private label) ve yerel markalarla mücadelesi gün geçtikçe zorlaşıyor. Bu mücadelede en çok zorlanan firmaların başında da Eti geliyor. Bir taraftan Ülker gibi bir devle onlarca yıldır süren amansız rekabet, diğer yandan kendi iradesi dışında var olan gelişmeler, markayı özellikle pazarlama iletişimi faaliyetlerinde yenilikçi olmaya zorluyor.
Ay başında başlattıkları Eti Çocuk Vapuru uygulaması da bu arayışın sonucu. Çikolata, gofret, bisküvi üreticisi bir firmanın her zaman önemli hedef kitlelerinden biri olan çocuklara eğilmesi gayet doğal. Eti, 2001 yılından bu yana Çocuk Tiyatrosu ile bu alana eğiliyor ve gayet de iyi yapıyor. Vapur projesinde de 300 koruma altındaki çocuk birer hafta boyunca İstanbul Boğazı’nda tarih, resim, perküsyon eğitimi alacak. Bu, çocuklar için tadından yenmeyecek ve hayatları boyunca unutamayacakları bir hafta olacak. Tarihi mekanları Sunay Akın’ın yorumuyla dinlemek, Okay Temiz’den ritim dersi almak herkese nasip olacak iş değil. Şimdiden bu 300 çocuğun hayat boyu Eti elçisi olduğunu söylemek mümkün.
Eti yönetimine zaman zaman şirket içinden, “Bu çocuk işine eğildiniz yeter. Altı senedir para harcıyoruz. Zaten herkes bizi biliyor” şeklinde bilmişçe laflar geliyor olabilir. Ama başta Eti’nin CEO’su Hazım Ellialtı olmak üzere üst yönetim, hedeflenen algılamayı sağlamanın tekrardan geçtiğinin bilincindedir diye umut ediyorum.
Eti’nin özellikle 7-15 yaş grubuna gösterdiği ilgiyi tüm kesimlere de aynı oranda göstermesi gerekiyor. Çünkü çikolatayı sadece çocuklar yemiyor.
Bu arada Ülker’in Milli Takım sponsorluğu ve spor alanına yaptığı yatırımlara Eti’nin nasıl cevap vereceğini merakla bekliyorum.
Erke’yi hatırlayan var mı?
Petkim’in 5 Temmuz’da yapılan ihalesinden sonra kalkan toz bulutu bana Erke’yi hatırlattı.
Hani şu önce yazılı basına meraklandırıcı ilanlar veren sonra da emekli paşaların katılımıyla balon bir basın toplantısı düzenleyen oluşum. Kasım ayında rüzgar gibi girip gündemin ilk sırasına oturan, gazete manşetlerini kapan Erke’den 8 aydır ne ses var ne seda. İlanları yayınlandığı günden bu yana Erke’cilerin niye kendini bu kadar sakladıklarını, ne yaptıklarını anlamış değilim.
Hadi diyelim, gizlilik çerçevesinde ne yaptıklarını, buluşlarını anlatamıyorlar, peki bu kadar para harcamış bir oluşumun genel müdürü, başkanı ya da sözcüsü kimse, o şahıs çıkıp iki kelime laf edemez mi?
Üstelik bir kereliğine değil düzenli aralıklarla. Ama yok. İlk başta ortalarda olan bir danışman vardı, şimdi o da sessizliğe büründü.
Ben bu durumun Türklere mahsus olduğunu düşünürken aynı komedi Petkim ihalesinde de yaşandı. Sen kalk Türkiye’nin en büyük kamu kuruluşuna 2.1 milyar dolar para vereceğini taahhüt et, kolay lokma olmayan holdingleri arkanda bırakıp ihaleyi kazan, ancak kimseyi memnun edeme. Eğer tüm basının orada olduğu ihalede kazanır kazanmaz sözcülüğü sadece bir danışmana bırakırsan, o da “basın iletişimi acemiliğime geldi. Petkim ihalesine fazla konsantre olduk, böyle bir tanıştırma yapmanın gerekliliğini atladık” derse medya sizin tüm secerenizi inceler.
Petkim ihalesini alan grup, maça kendi kalesine attığı golle başladı. Bundan sonraki süreçte medyayı doğru bilgilendirmeyi ve şeffaf olmayı başarabilirlerse yeniden düzlüğe çıkabilirler.
Aynı durum, bazı sektörlerde zaman zaman yaşanan bir travma haline geldi. Bir ara deterjan firmaları en iyi ben yıkarım diye yeri göğü inletirken Omo çıktı, “Kirlenmek güzeldir” konseptini işleyerek fark yarattı. Aslen bilgisayar üreticisi olmayan Beko da yaklaşık iki yıl önce yayınlanan bilgisayar reklamlarındaki yalın görüntüsü ile birbirinden sıkıcı bilgisayar reklamları arasından kendini gösterebilmişti.
Şimdi aynı sıkıntı, akaryakıt sektöründe kendini gösteriyor. Ülke çapında 700 istasyonu olmasına rağmen şimdiye kadar çok sesi çıkmayan Akpet, son reklamları ile ne yazık ki benzer girdaba girmiş durumda. Akpet’in reklam filminin kadrosu tam bir yıldızlar topluluğu. Yönetmen Sinan Çetin, müzikler Atilla Özdemiroğlu, başrolde ise Haluk Bilginer ile Avrupa Yakası’nın yıldızı Hasibe Eren. Böyle bir kadrodan mutlak başarı beklersiniz değil mi? Ne yazık ki bu isimlerin performansı, verilen mesajların sığlığı altında ezilip kalmış. Önce soralım:
Reklamlarda Akpet ne ile övünüyor? Kilit mesajı ne?
İstasyonlarında ıslak mendil, benzin, otogaz, hava-su, kağıt mendil ve araç tanıma sistemi olması ile. Peki bunları müşterisine sağlamayan firma kaldı mı? Kalmadığı gibi bedava araç yıkama, ücretsiz yağ değişimi gibi havuçlarla herkes birbirinin müşterisini kapmaya çalışıyor.
Akpet’in reklamlarını beğenen sayısı, azımsanmayacak kadar çok olsa da firma, reklamında müşterinin her zaman benzin aldığı istasyonu değiştirip Akpet’e yönlenmesini sağlayacak bir altyapı oluşturamıyor. Yani, reklam iyi de altı boş sanki...
İş bitmiş sayılmaz. Bu reklamlarda elde edinilen bilinirliği, PR faaliyetleri ve devam filmleri ile yayma ve genişletme fırsatı iyi değerlendirilirse sorun yok. Çünkü Akpet’in bu süreçte artık PR faaliyetlerine daha çok ihtiyacı var. Dünyanın en büyük halkla ilişkiler şirketlerinden Edelman’ın CEO’su Richard W. Edelman’ın, “Reklamcılığın egemen olduğu dönemin sonuna geldik. Bugün büyük markalar artık halkla ilişkilerle inşa ediliyor” sözü Akpet için biçilmiş kaftan...
7-15 yaş grubu Eti’yi kesmemeli
Hızlı tüketim sektöründe ayakta kalabilmek ve varlığını koruyabilmek için bazen dokuz canlı olmak da yetmeyebilir. Malı zamanında üreteceksin, Türkiye’nin her yerindeki bakkalın, marketin stoku bitmeden ulaştıracaksın, kaliteli ve ucuza ürün satacaksın...
Ulusal markaların, bu kadar yapılması gereken zorunlu hareket arasında bir de marketlerin kendi adına ürettikleri ürünlerle (private label) ve yerel markalarla mücadelesi gün geçtikçe zorlaşıyor. Bu mücadelede en çok zorlanan firmaların başında da Eti geliyor. Bir taraftan Ülker gibi bir devle onlarca yıldır süren amansız rekabet, diğer yandan kendi iradesi dışında var olan gelişmeler, markayı özellikle pazarlama iletişimi faaliyetlerinde yenilikçi olmaya zorluyor.
Ay başında başlattıkları Eti Çocuk Vapuru uygulaması da bu arayışın sonucu. Çikolata, gofret, bisküvi üreticisi bir firmanın her zaman önemli hedef kitlelerinden biri olan çocuklara eğilmesi gayet doğal. Eti, 2001 yılından bu yana Çocuk Tiyatrosu ile bu alana eğiliyor ve gayet de iyi yapıyor. Vapur projesinde de 300 koruma altındaki çocuk birer hafta boyunca İstanbul Boğazı’nda tarih, resim, perküsyon eğitimi alacak. Bu, çocuklar için tadından yenmeyecek ve hayatları boyunca unutamayacakları bir hafta olacak. Tarihi mekanları Sunay Akın’ın yorumuyla dinlemek, Okay Temiz’den ritim dersi almak herkese nasip olacak iş değil. Şimdiden bu 300 çocuğun hayat boyu Eti elçisi olduğunu söylemek mümkün.
Eti yönetimine zaman zaman şirket içinden, “Bu çocuk işine eğildiniz yeter. Altı senedir para harcıyoruz. Zaten herkes bizi biliyor” şeklinde bilmişçe laflar geliyor olabilir. Ama başta Eti’nin CEO’su Hazım Ellialtı olmak üzere üst yönetim, hedeflenen algılamayı sağlamanın tekrardan geçtiğinin bilincindedir diye umut ediyorum.
Eti’nin özellikle 7-15 yaş grubuna gösterdiği ilgiyi tüm kesimlere de aynı oranda göstermesi gerekiyor. Çünkü çikolatayı sadece çocuklar yemiyor.
Bu arada Ülker’in Milli Takım sponsorluğu ve spor alanına yaptığı yatırımlara Eti’nin nasıl cevap vereceğini merakla bekliyorum.
Erke’yi hatırlayan var mı?
Petkim’in 5 Temmuz’da yapılan ihalesinden sonra kalkan toz bulutu bana Erke’yi hatırlattı.
Hani şu önce yazılı basına meraklandırıcı ilanlar veren sonra da emekli paşaların katılımıyla balon bir basın toplantısı düzenleyen oluşum. Kasım ayında rüzgar gibi girip gündemin ilk sırasına oturan, gazete manşetlerini kapan Erke’den 8 aydır ne ses var ne seda. İlanları yayınlandığı günden bu yana Erke’cilerin niye kendini bu kadar sakladıklarını, ne yaptıklarını anlamış değilim.
Hadi diyelim, gizlilik çerçevesinde ne yaptıklarını, buluşlarını anlatamıyorlar, peki bu kadar para harcamış bir oluşumun genel müdürü, başkanı ya da sözcüsü kimse, o şahıs çıkıp iki kelime laf edemez mi?
Üstelik bir kereliğine değil düzenli aralıklarla. Ama yok. İlk başta ortalarda olan bir danışman vardı, şimdi o da sessizliğe büründü.
Ben bu durumun Türklere mahsus olduğunu düşünürken aynı komedi Petkim ihalesinde de yaşandı. Sen kalk Türkiye’nin en büyük kamu kuruluşuna 2.1 milyar dolar para vereceğini taahhüt et, kolay lokma olmayan holdingleri arkanda bırakıp ihaleyi kazan, ancak kimseyi memnun edeme. Eğer tüm basının orada olduğu ihalede kazanır kazanmaz sözcülüğü sadece bir danışmana bırakırsan, o da “basın iletişimi acemiliğime geldi. Petkim ihalesine fazla konsantre olduk, böyle bir tanıştırma yapmanın gerekliliğini atladık” derse medya sizin tüm secerenizi inceler.
Petkim ihalesini alan grup, maça kendi kalesine attığı golle başladı. Bundan sonraki süreçte medyayı doğru bilgilendirmeyi ve şeffaf olmayı başarabilirlerse yeniden düzlüğe çıkabilirler.