Algılamalar gerçektir...
27 MART 2005
İki büyük gazete birden Masonlar üzerine yazı dizisi yayınlıyor. Belli ki, Mason teşkilatı yine ‘iletişim yapmaya’ karar vermiş. Hayırlı olsun. İyi yapmışlar. Her şeyleri açık olmasına rağmen ‘gizli bir teşkilat’ olarak algılanan Masonlar, bu yanlış algının nedeninin bizzat kendileri olduğunu bir kez fark etmiş olmalılar.
Umarız sık sık yaptıkları gibi bir parlayıp bir susmazlar. Çünkü geçmişte hep öyle oldu. Yaklaşık üç dört yılda bir ‘Büyük Üstat’ çıkar, mâbedin kapılarını açar... Aynı salon. Aynı ‘iş önlüğü’. Aynı simgeler. Gazetelerde büyük puntolarla manşetler: “Masonların merkezine girdik!”... Sonra uzun süre yine sessizlik.
Oysa iletişimin üç ‘olmazsa olmaz’ kuralı onlar için de geçerlidir: Yaratıcılık, tutarlılık, süreklilik... Biri olmadı mı, diğer ikisi isterseniz bol miktarda bulunsun, bir işe yaramaz.
Nerede Masonların iletişiminde ‘süreklilik’?.. Böyle durumlarda iş ters de tepebilir. Durduk yerde “Bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü” duygusu yaratabilirsiniz. Bu, benzer kuruluşlar için değil her türden kişi ya da firmanın iletişimi için de geçerlidir. Damdan düşer gibi yapılmaz.
5 yıl kadar önce Rotaryenlere verdiğim bir konferans sırasında Strateji Mori’den sadece bu konuşma için rica ettiğim bir araştırmayı kullanmıştım. Hayli ses getiren bir itibar araştırmasıydı bu. Nisan ayında yayınlanacak kitabımda da kullandım. Halk geneline sorulmuş ve Lions, Rotary, Mason dernekleriyle, Tema, Kalp Vakfı, Lösemili Çocuklar Vakfı, TEGV gibi diğer sivil toplum örgütlerinin beğeni ve tanınma düzeyleri ölçülmüştü. Durum ilk üçü için hiç de iç açıcı değildi.
Oysa bu kuruluşlar, çevrelerine ve halka hizmet için var olduklarını söylüyorlardı. Sadece söylemekle kalmıyor, gerçekten de pek çok hizmet üretiyorlardı. Lionlar’ın imzasını taşıyan Böbrek Vakfı ve pek çok yardım kampanyası; Rotaryenlerin yaptırdıkları çok sayıda eğitim kurumu bunun kanıtı... Gelin görün ki, halk tam tersini algılıyor ve bu dernekleri, kendilerine ‘yabancı’ birer ‘ecnebi çıkar gurubu’ gibi görüyor. Ne demişler? “Algılamalar gerçektir; çünkü insanlar ona inanır!..”
Gerek bireysel gelişmenin zenginleşmesine, gerekse üyeleri arasında toplumsallık duygusunun yayılmasına katma değer getiren bu kurumların, o olumsuz algılamayı hak etmediklerini düşünenlerin sayısı az değildir. Haklıdırlar da. Fakat bu yanlış algılamanın sorumlusu da kendileridir. “İyi işler yapıyoruz, kimse taktir etmiyor” diye ‘hislenen’ tüm kişi ve kuruluşlarda olduğu gibi...
Haydi Mavi Deniz, görelim seni!
Bundan birkaç hafta önce organik tarım alanında çalışan bir Türk firması Mavi Deniz ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. Almanya’nın en saygın ve yaygın biyolojik ürünler mağaza zinciri Bioladen tarafından satılan bir ürünün üstündeki etikette verilen web sitesine girildiğinde ve paketin üstündeki numara yazıldığında, bu ürünün kökeni hakkında nasıl bilgi alınabileceğini anlatıyordu. Sonunu ise “Kendi ülkemdeki çalışkan ve bilgili insanların başarılarını bir Alman markasının web sitesinden okumak beni hem gururlandırdı hem de biraz hüzünlendirdi. Keşke hikâyelerini başkalarından, başka markaların üzerinden değil, kendi markalı ürünlerin üzerinden okuyabilseydim... Sizce esas parayı üreten mi kazanıyor, yoksa markayı yöneten mi?” diye yazmıştım.
Mavi Deniz şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Yılmaz Bey şu açıklamayı göndermiş: “Bu sistemi bir Türk firmasına ait bir markadan görmek dileğiniz bizim size bu projenin aslında tamamen bir Türk firmasına ait olduğunu anlatmamızı sağladı.
Mavideniz Gıda San A.Ş. firması olarak1979 yılında Giresun’da fındık ile başladığımız Organik Tarım Projelerine her geçen gün yenisini ekleyerek, bugün 119 çeşit ürünü başta Avrupa ülkeleri olmak üzere Amerika, Japonya ve Rusya’ya ihracat yapmaktayız.
Öncelikle kendi içimizde çiftçimizi kontrol amacı ile başlattığımız İzlenebilirlik Projesi, tüketici ile üretici arasında şeffaflık sağlamaktadır. Üzerindeki barkot numarası ile tüketici isterse kasada ürünü yetiştiren çiftçiyi, arazi hakkında bilgiyi ve ürünün işlendiği yerleri ve sorumlu kişileri görebilmektedir.
Tamamen bir Türk firmasına ait olan bu projeyi, çok yakında Türk tüketicisiyle kendi markamız ‘One Nature’ ile paylaşmaktan büyük onur duyacağız.”
Bu haberlere sevindim. Sonucu merakla bekleyeceğim. Her şey güzel de Orhan Bey, neden ‘One Nature’?.. Hem Türkçe hem de ulusal dillere uygun bir ad bulamaz mıydınız? Bu arada ürünlerinizi tattım, mükemmel!..
Ufuk Turu
Umarız sık sık yaptıkları gibi bir parlayıp bir susmazlar. Çünkü geçmişte hep öyle oldu. Yaklaşık üç dört yılda bir ‘Büyük Üstat’ çıkar, mâbedin kapılarını açar... Aynı salon. Aynı ‘iş önlüğü’. Aynı simgeler. Gazetelerde büyük puntolarla manşetler: “Masonların merkezine girdik!”... Sonra uzun süre yine sessizlik.
Oysa iletişimin üç ‘olmazsa olmaz’ kuralı onlar için de geçerlidir: Yaratıcılık, tutarlılık, süreklilik... Biri olmadı mı, diğer ikisi isterseniz bol miktarda bulunsun, bir işe yaramaz.
Nerede Masonların iletişiminde ‘süreklilik’?.. Böyle durumlarda iş ters de tepebilir. Durduk yerde “Bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü” duygusu yaratabilirsiniz. Bu, benzer kuruluşlar için değil her türden kişi ya da firmanın iletişimi için de geçerlidir. Damdan düşer gibi yapılmaz.
5 yıl kadar önce Rotaryenlere verdiğim bir konferans sırasında Strateji Mori’den sadece bu konuşma için rica ettiğim bir araştırmayı kullanmıştım. Hayli ses getiren bir itibar araştırmasıydı bu. Nisan ayında yayınlanacak kitabımda da kullandım. Halk geneline sorulmuş ve Lions, Rotary, Mason dernekleriyle, Tema, Kalp Vakfı, Lösemili Çocuklar Vakfı, TEGV gibi diğer sivil toplum örgütlerinin beğeni ve tanınma düzeyleri ölçülmüştü. Durum ilk üçü için hiç de iç açıcı değildi.
Oysa bu kuruluşlar, çevrelerine ve halka hizmet için var olduklarını söylüyorlardı. Sadece söylemekle kalmıyor, gerçekten de pek çok hizmet üretiyorlardı. Lionlar’ın imzasını taşıyan Böbrek Vakfı ve pek çok yardım kampanyası; Rotaryenlerin yaptırdıkları çok sayıda eğitim kurumu bunun kanıtı... Gelin görün ki, halk tam tersini algılıyor ve bu dernekleri, kendilerine ‘yabancı’ birer ‘ecnebi çıkar gurubu’ gibi görüyor. Ne demişler? “Algılamalar gerçektir; çünkü insanlar ona inanır!..”
Gerek bireysel gelişmenin zenginleşmesine, gerekse üyeleri arasında toplumsallık duygusunun yayılmasına katma değer getiren bu kurumların, o olumsuz algılamayı hak etmediklerini düşünenlerin sayısı az değildir. Haklıdırlar da. Fakat bu yanlış algılamanın sorumlusu da kendileridir. “İyi işler yapıyoruz, kimse taktir etmiyor” diye ‘hislenen’ tüm kişi ve kuruluşlarda olduğu gibi...
Haydi Mavi Deniz, görelim seni!
Bundan birkaç hafta önce organik tarım alanında çalışan bir Türk firması Mavi Deniz ile ilgili bir yazı kaleme almıştım. Almanya’nın en saygın ve yaygın biyolojik ürünler mağaza zinciri Bioladen tarafından satılan bir ürünün üstündeki etikette verilen web sitesine girildiğinde ve paketin üstündeki numara yazıldığında, bu ürünün kökeni hakkında nasıl bilgi alınabileceğini anlatıyordu. Sonunu ise “Kendi ülkemdeki çalışkan ve bilgili insanların başarılarını bir Alman markasının web sitesinden okumak beni hem gururlandırdı hem de biraz hüzünlendirdi. Keşke hikâyelerini başkalarından, başka markaların üzerinden değil, kendi markalı ürünlerin üzerinden okuyabilseydim... Sizce esas parayı üreten mi kazanıyor, yoksa markayı yöneten mi?” diye yazmıştım.
Mavi Deniz şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Yılmaz Bey şu açıklamayı göndermiş: “Bu sistemi bir Türk firmasına ait bir markadan görmek dileğiniz bizim size bu projenin aslında tamamen bir Türk firmasına ait olduğunu anlatmamızı sağladı.
Mavideniz Gıda San A.Ş. firması olarak1979 yılında Giresun’da fındık ile başladığımız Organik Tarım Projelerine her geçen gün yenisini ekleyerek, bugün 119 çeşit ürünü başta Avrupa ülkeleri olmak üzere Amerika, Japonya ve Rusya’ya ihracat yapmaktayız.
Öncelikle kendi içimizde çiftçimizi kontrol amacı ile başlattığımız İzlenebilirlik Projesi, tüketici ile üretici arasında şeffaflık sağlamaktadır. Üzerindeki barkot numarası ile tüketici isterse kasada ürünü yetiştiren çiftçiyi, arazi hakkında bilgiyi ve ürünün işlendiği yerleri ve sorumlu kişileri görebilmektedir.
Tamamen bir Türk firmasına ait olan bu projeyi, çok yakında Türk tüketicisiyle kendi markamız ‘One Nature’ ile paylaşmaktan büyük onur duyacağız.”
Bu haberlere sevindim. Sonucu merakla bekleyeceğim. Her şey güzel de Orhan Bey, neden ‘One Nature’?.. Hem Türkçe hem de ulusal dillere uygun bir ad bulamaz mıydınız? Bu arada ürünlerinizi tattım, mükemmel!..
Ufuk Turu
- En çok tartışılan konuların başında gelir. İletişim açısından her güzel veya iyi yapılmış şey doğru mudur? İşte DASK (Doğal Afet Sigortaları Kurumu) tarafından yapılmış, bir depremin aile ortamından canlandırıldığı tanıtım filmi... Tüyler ürpertici. İyi yapılmış. Ama amaca ne kadar hizmet eder, soru işareti...
- Koç Bank’ın ‘Para kazanmak kolay değil’ kampanyasının mesajı mükemmel. Reklam filminin yapımı da son derece özenli. Gazetelerle entegrasyonu merakla bekledim. Değmiş. Çok başarılı. TV – Gazete entegrasyonu olmadı mı algılamayı yönetmek zor...
- Sık sık iletişim eğitimi almamış ama bu alanda çalışmak isteyen gençlerden ne yapabileceklerini sordukları e-postalar alırım. İşte bu arkadaşlarım için iki alternatif. Biri TÜHİD’in Marmara Üniversitesi işbirliği ile gerçekleştireceği “İletişim eğitimleri” diğeri ise İDA’nın eğitimi. Her ikisi de alanlarında önemli eğitmenlerin verdiği ve bu mesleğin abc’sini öğrettikleri eğitimler. Üstelik hem fiyat açısından hem de içerik açısından oldukça iyi.
- Nissan Almera reklamı uzun zamandır hasret kaldığım türden ‘buluşçu’ otomobil reklamlarından. Çift içindeyken üretilen otomobil çok heyecan verici. İnsanda, “Ben de orada olsaydım!” duygusu yaratıyor. En azından bende... Pack shot da çok uymuş filme: Keyif beklemez.
- Levi’s genelde uluslararası kültür ve değerleri reklamlarında yakalamayı başarır. Bu yüzden de aynı filmi rahatlıkla pek çok ülkede birden gösterebilir. Ama bu sefer olmamış. 501’in son reklamı “Bir yaz gecesi rüyası”nda Shakespeare’e gönderme yapmış. Cümleler şiir kalıbında. Yani devrik. Hoş İngiliz dili ve kültürünü dünyaya yaydılar ama, bu kadar da değil. Levi’s’ın bizdeki hedef kitlesi bu filmi anlarsa, vallahi bravo!..
- Son günlerde hemen hemen tüm gazetelerin bir araya gelerek başlattığı “Bu ülkenin gazeteleri” adlı kampanya oldukça dikkat çekici. Sayfanın ne sağında, ne solunda, ne aşağısında ne yukarısında. Son zamanların en buluşçu ilanı bile diyebilirim. Mesaj, “5 N 1 K”ya karşılık gelen yanıtlarla verilmiş. Yani, okurun neyi, neden, nasıl, nerede ve ne zaman okuduğu sorgulanmış, cevapları verilmiş. Umarım hedefe ulaşılır ve Türk Halkı geç de olsa gazete okuma keyfine ulaşılır. Çünkü gazete satışları gelişmiş ülkelere oranla halen olması gerekenin çok altında.